Geleceğimizi sandıkla değil mücadelemizle kazanacağız

1 Kasım seçimleri, beklenmedik bir şekilde AKP’nin tek başına iktidara ulaşmasını sağlayacak meclis çoğunluğunu elde etmesiyle sonuçlandı. Buna karşın, sol ve emek güçlerinin önemli bir kesiminin desteklediği HDP, 7 Haziran seçimlerine göre 800 bin oy kayberek, yalnızca dört ay önce elde ettiği başarıyı yineleyemedi. Ne var ki, işçi sınıfının mücadelesi, ne kuralacak bir koalisyona ne de HDP’nin seçimlerde güçlenmesine bağlıdır. İşçi sınıfına yönelik yeni saldırı planları hazırlayan AKP’yi zayıflatmak ve Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmak için HDP’ye oy çağrısı yapmış ve eklemiştik: İşçi sınıfı, oy sandıklarında şekillenecek bir meclise değil, ancak kendi kitlesel mücadelesine güvenebilir. Nitekim, okullardan fabrikalara, haklarımızı korumak için mücadele etmemiz gereken yeni bir dönem önümüzde duruyor.

Seçim sonucu bir yenilgi mi?

7 Haziran’da, AKP 13 yıllık tek başına iktidar konumunu kaybetmiş ve Kürt Siyasal Hareketi on yıllardır sürdürdüğümücadelesini HDP’nin seçim barajını aşmasıyla taçlandırmıştı.Bugün bu tablodan oldukça uzak bir noktadayız. HDP’nin 59 milletvekiliyle parlamentoda yer alması, Kürt emekçilerinin mecliste temsil edilmesi bakımından önemlidir. Ancak, patronların temsilcisi neoliberal AKP’nin yeniden iktidara ulaşmasının olumsuz bir gelişme olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü, mecliste çoğunluğa sahip olmayan ve tek başına iktidarda bulunmayan bir AKP, işçi düşmanı yasalarını meclisten rahatlıkla geçiremeyecekti. Ama bu sonuç, bir yenilgiden çok, düşmanı zayıflatmak için yakalanan bir fırsatın tepilmesidir. Son tahlilde, sınıf mücadelesinde kazananı belirleyecek olan, seçimler değil, kitlesel seferberliklerdir.

Burjuva partilere mahkûm edilen emekçiler

1 Kasım’da ortaya çıkan tablo karşısında kendilerini solda gören birçok çevre, çareyi AKP’yi iktidara taşıdığını söyleyerek işçi sınıfını aşağılamakta buldu. Devrimci olmak, her şeyden önce emekçi kitlerere sonsuz ve derin bir güven duymak anlamına gelir. “Emekçilerin kurtuluşu kendi eserleri olacaktır” özdeyişi doğruysa, sınıfımıza güvenmekten başka çaremiz de yok demektir. Biz bu sözün doğruluğuna sonuna kadar inanıyor, kitleleri suçlamak yerine bu tabloya neden olan nesnel ve öznel koşulların incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Elbette işçi sınıfının bazı kesimleri, 13 yıldır işçi düşmanı politikalar yürüten AKP’ye oy vermiştir. Sağ burjuva partilere oy veren işçiler her zaman var olmuştur, olacaktır da; çünkü tüm işçiler aynı bilinç düzeyine sahip değildir. Sınıfımızın önemli bir kesiminin burjuva partilerine oy vermesine gelince, şu amiyane soruyu sormak gerekir: İşçi sınıfının sorunlarına yönelik talepleri seslendiren, seferberliklerinde başı çeken, tarihsel görevini yerine getirmesinde ona kılavuzluk edecek bir devrimci parti vardı da, işçi sınıfı burjuva partileri mi destekledi? Emekçiler, ciddi bir alternatif olabilecek bir devrimci işçi önderliğinin yokluğunda, kendilerine dayatılan seçenekler arasından bir tercihte bulunmuşlardır. 7 Haziran’ın aksine, bu tercihin sol ve emek güçlerinin desteğini alan HDP’nin lehinde neden olmadığı meşru bir sorudur.

Çatışma ortamında adil olmayan bir seçim

7 Haziran sonrası oluşan tabloyla bugünkü tablo arasında önemli bir farklılığın ortaya çıkmasının temel nedeni, devlet eliyle yeniden başlatılan PKK ile çatışma ortamıdır. 7 Haziran’da HDP, Türk ve Kürt emekçilerin desteğiyle meclise güçlü bir şekilde girmiş ve sınıfımızın etnik temelde bölünmesine yönelik çabaları bir anlamda boşa çıkarmıştı. Ancak hortlatılan çatışma ortamına, PKK’nin kitlelerden kopuk bireysel terör eylemleri eklenince, HDP’nin “Türkiyelileşme” projesine olan inanç zedelendi. Öte yandan, Diyarbakır ve Ankara katliamları benzeri saldırılar tehdidi altındaki HDP’nin, siyasi rakipleriyle eşit koşullarda seçim çalışması yürütemediği de bir gerçek. Kürt illerinde aylardır süren özel güvenlikli bölge uygulamaları, patlayan bombalar, yitirilen yüzlerce insan düşünüldüğünde, HDP’nin her şeye rağmen meclise girebilmesi önemlidir.

Yarın yeni bir gün, yeni bir mücadele başlıyor

Aylardır Türkiye, seçim ve hükümetin kurulması gündemiyle yatıp kalkıyordu. Emekçilerin tüm sorunları, seçimler sonrasına ertelenmişti. Artık, seçimler aracılığıyla oluşacak demokratik hükümetlerin sorunlarımızı çözebileceğine dair yanılsamalardan kurtulmak gerekiyor. Bu yılın Ocak ayındaki metal işçilerinin, Mayıs ayındaki Bursa’da otomotiv işçilerinin mücadelelerini, başta eğitim hakkı olmak üzere tüm sosyal haklarımızı savunmak için okullarda vereceğimiz mücadeleyle birleştirmeliyiz.

Emekçi gençliğin haklı mücadelesinde umutsuzluğa yer yok. Önümüzde verilecek nice mücadeleler bulunuyor. Bu mücadelelerin bazılarını kazanacak, bazılarını ise kaybedeceğiz. Ancak, güçlü bir öğrenci hareketinin yaratılması, mücadelelerin içinde pişecek deneyimli ve kararlı kadroların oluşmasına bağlıdır. En önemlisi de, parasız, eşit, bilimsel, laik ve anadilde eğitim hakkımızı güvence altına almak ve genç emek sömürüsünü sonlandırmak için mücadele etmekten başka bir çaremiz yok. Bu nedenle, meslek liselerinden üniversitelere, mahallelerden işyerlerine kadar her yerde şu çağrıyı yapıyoruz: Geleceğimizi kaybetmemek için ortak taleplerimiz etrafında birlikte mücadele edelim!

CEVAP VER