Bilumum şirket “sosyoloğu”, Vietnam Savaşı’nın ardından şekillenmeye başladıklarını söyledikleri yapay bir kuşaktan bahsediyor. Yine aynı toplumsal mühendislik uzmanları, bu kuşağın kendisinden önceki X kuşağına oranla daha yaratıcı, eğitimli ve bilgiye ulaşım noktasında daha müsait olduğunu söylüyor. Hepsi de son 8 sene içerisinde yaşanmış olan İspanya’daki Öfkeliler hareketinin, New York’taki Wall Street’i İşgal Et seferberliğinin ve Türkiye’deki Gezi ayaklanmasının öznelerinin Y kuşağı ismi verilen bu nesil olduğu yazılıyor. Mısır devrimindeki yaşıtları gibi bu genç kitleler de sosyo-ekonomik değişim arzularını yatay örgütlenmeler geliştirip Twitter benzeri sosyal ağlar yardımıyla dile getiriyorlarmış ve bu durum, kendilerinden önceki X kuşağının geliştirdiği örgütsel bağların yanında olumlu bir sıçrama olarak gözlemlenmeliymiş.
Elbette belirli zaman dilimlerine ayrılmış olan nüfusun, bu tarz bir şablon aracılığıyla bölünmesi kafa karıştırıcı. Zira ölçüt olarak alınan olgular, bir kuşağı etkileyebilecek olaylar dizisi düşünüldüğünde, şaşırtıcı biçimde hedefini şaşırmış gözüküyor. Ölçüt olarak savaşların başlangıçları ve bitişleri, bombaların bir nesli ne kadar yakından vurduğu alınmıyor. Ölçüt olarak sosyal haklardaki geri çekilişin milyonlarca ailenin hayatı üzerinde yarattığı trajik etki alınmıyor. Ölçüt olarak “soluk mavi noktanın” her gün daha fazla küresel bir çöle dönüşmesinin ve atık pillerden oluşan adaların ortaya çıkışının genç insanların kafalarındaki kıyamet senaryolarını nasıl genişlettiği de alınmıyor.
Y kuşağı diyorlar çünkü bu kuşak hayatları boyunca çalışmayanların belirledikleri mesai saatleri arasında çalışmayı sevmiyor. Bu nedenle yaptıkları işe odaklanmaları ayrı bir önem kazanıyor. Bu kuşak iş gücü piyasasına atıldığında bir an önce yönetici olmayı veya kendi işini kurmayı istemekle suçlanıyor. Aynı zamanda rahat para harcamak istedikleri ve radikal bireyciliği hayatlarının her alanında kurmaları gerektiği söyleniyor. Y kuşağı teorisini ortaya atan Beyaz Saray çıkışlı sivil toplumcuların ölçütleri bunlar. Bu ölçütler esas alınırsa Türkiye nüfusunun %35’ini bu nesil oluşturuyor.
Halbuki bahsi geçen kuşağı bir araya getiren tutkal, dönemsel şirket politikaları karşısında elde ettikleri performans değerlendirmeleri veya mesai saatleri içerisinde sigara molalarını ne kadar süreliğine hayal ettikleri değil. Bu kuşağın en değerli özelliği, yeni bir toplumsal örgütlenişi hayal dahi edemeyerek bunun üzerine hiçbir senaryo üretememiş olan Hollywood’un art arda kıyamet ve kıyamet sonrası temalı filmleri çekmesinin ardında yatan refleksle birebir: Yok oluyoruz ve belki de geri dönüşü olmayan bir yola girmeden önce alternatif bir yaşam örgütlenmesini inşa edebilecek tek kuşak biziz.
Yerkürenin tarihi boyunca, bu kürenin üzerinde yaşayan canlılar beş kere toplu tükeniş olarak adlandırılan sürecin içerisinden geçtiler. Evet, dünya üzerindeki hayat beş defa tükendi. Son tükeniş 65 milyon yıl önce, dinozorların sonunu getiren Kretase Dönemi’nin sona ermesiyle gerçekleşti. Bugün ise bilim insanları 6. toplu tükenişin eşiğinde olduğumuzu söylüyorlar. Ancak bir fark var: Yeryüzü üzerindeki hayat ilk defa dış koşulların bir sonucu sebebiyle değil, bir canlının yani insanın eylemleri sebebiyle sona erecek.
35 bin omurgalı türünün beşte biri, amfibilerin %41’i yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. 1992 senesinden bu yana biyolojik çeşitlilik %12 oranında azaldı. 65 milyon yıl önceye oranla toplu tükeniş bin kat daha hızlı ilerliyor. Son 16 sene içerisinde 6 milyon hektarlık ormanlık alan sermaye birikimi adına talan edildi. ABD’de nüfusun %15’i yoksulluk sınırının altında, Yunanistan’da her gün iki kişi sefalet sebebiyle intihar ediyor. Yayılmasını önlemek kârlı bir sektör doğurmadığı için Ebolanın ardından şimdi de Zika salgını hayatları tehdit ediyor. 2050 senesinde ise dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor; bu istatistiği kendileri açısından yorumlayan hisseciler, borsada 30-35 senelik bir zaman dilimi içerisinde en değerli maddenin su olacağını düşündükleri için ona yatırım yapıyorlar. Bankalar ise banknotlarla bugünlük ilgileniyor ancak kasalarında altın yerine tohum biriktirmeye başladılar bile.
Bu tablo karşısında muhafazakar neo-liberal hükümetlerin cevabı ne oluyor? Yağmacı enerji politikalarından ve bölüşüm ilişkilerinin çağdışı barbarlığından söz etmiyorlar. Asıl tehlikenin kürtaj olduğunu söylemeye devam edip eşcinsel evliliklerin doğal afetlere neden olduğunu iddia ediyorlar. Bir işe yarayacaklarından değil ancak doğayı ve insanı koruyucu yasal ve fiili önlemler almıyorlar. Hayır asıl ilgilendikleri mesele emeklilik yaşını mezara çekebilmek ve mesai saatlerini işçilerin gün ışığı görmeyecekleri şekilde yeniden organize etmek.
Biz Y kuşağı değiliz, kıyamet nesliyiz. Hamsilerin boylarını uzatmaya çalışmaktan ve pandaları pahalı üretme programlarına dahil ederek hayvanat bahçelerinde kamuya sergilemekten daha ciddi bir programa ihtiyacımız var. Tam olarak bu noktada bir gençlik gazetesi çıkarmanın, mütevazi ancak tarihsel olan önemi anlaşılabilir: Biz, sosyalizmi inşa etmek için bir şansı olan son kuşağız.