A. N. Çiçek

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci hareketi, 2021’deki direnişten bu yana ilk kez bu derece coşkulu ve kalabalık bir kitleyle ortaya çıktı. Saray rejiminin yeni planlarına karşı kazanımlar elde etti ve an itibariyle de yaklaşan eylemler için hazırlıklar sürüyor. 20-21 Aralık 2023 tarihlerinde neler olup bittiğini incelemek ve yol haritasının temel unsurları üzerine önerilerde bulunmak adına eylemin genel bir değerlendirmesini yapalım:

20 Aralık 2023 günü, kayyum rektörün başını çektiği ve çoğunluğu kayyum akademisyenlerden oluşan rektörlük senatosu, saray rejiminin çıkarları doğrultusunda belirli planları uygulamaya koymak adına bir araya gelmişti. Toplantıda alınan ve alınması planlanan kararlar arasında; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine (İİBF) ait binanın Hukuk Fakültesi binası yapılması, İİBF’nin kapatılıp bölümlerinin diğer fakültelere dağıtılması ve Fen-Edebiyat fakültesinin iki ayrı fakülte biçiminde bölünmesi gibi kararlar vardı.

19 Aralık akşamı (Salı), Çarşamba günü toplanacak senatonun almayı planlamış olduğu kararları geri çekmesi talebi etrafında İİBF öğrencileri tarafından organize edilen bir tepki eylemi planlandı. Eylemin bildirisi bölüm ve hazırlık öğrencileri arasında hızla yayıldı. 20 Aralık Çarşamba günü Güney Meydan’da hazırlık öğrencilerinin de yoğun katılım gösterdiği bir kalabalık toplandı. Eylemler karşısında, gösterilerin sürdüğü saatlerde İİBF’nin kapatılma kararından dönüldü.

Aynı günün akşamında internet üzerinden yapılan forumda, perşembe günü Fen-Edebiyat Fakültesi binası önünde toplanılması ve ardından İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Binası’na yürünmesi, ve binanın içine girip oradaki dersliklerde foruma devam edilmesi kararlaştırıldı. Nitekim öyle de oldu ve kapıları kilitli İİBF binasının kapısı kırılarak içeri girildi, derslikler doldu taştı ve forumun ardından açık dersler de yapıldı. Yine aynı gün binaların yerlerinin değişmeyeceğinin bildirilmesi, eylemlerin bir diğer kazanımı oldu.

Boğaziçi Üniversitesi özelinde öğrenci hareketlerinin tarihine baktığımızda, direnişten bu yana öğrenciler arasında artan bir pasifize olma hali -giderek eylemlere katılan öğrencilerin sayısının azalması ve genel bir travmatizasyon ile acılaşma- gözlemlenebilir durumdaydı. Öğrenci hareketinin diyalektiği; siyasetin güncel durumu, yerel seçimler, Aydın’da bir KYK yurdunda Tek adam rejiminin sorumlusu olduğu cinayetin kurbanı Zeren Ertaş ve bu olay üstüne birçok KYK yurtlarında ifşa olan insanlık dışı yaşam şartları, ekonomik durumun giderek kötüleşmesi, yurt ve barınma kriz vb.olaylar süresince giderek artan sistematik kontrol ve baskının bir tepkisi olarak bilinçdışı düzeyde olumsuzlayıcı bir karakterde ortaya çıkmakta: mutlu sonun bir garantisi yok.

Talepler ise, kayyum rektör ve öğrenciler arasında bir uzlaşmaya, “senteze” varmakla ilgilenmiyor. Bunun yerine mevcut çatışma, “yanlışlığın” iktidar olduğu bir üniversitede öğrenci olma mücadelesi verdiğimiz için var: rektör kayyum olduğu için, usulsüz anti-demokratik kararlar alındığı için, akademisyenler haksızca uzaklaştırılıp yerlerine kayyum yanlısı isimler atandığı için, geçmiş eylemler boyunca baskı ve ideolojik aygıt aracılığıyla sistematik şiddete maruz kaldığımız için var. Eylemi gerekli kılan tüm bu “yanlışlık” egemen gücün paradigmasından; doğru taleplerin, eylemlerin, düşüncelerin zorunlu olarak olumsuz olduğu anlamına gelir. Eğer üniversitemizdeki sistem yanlışsa, biz başkaldıran öğrenciler olarak negatif varlıklarız ve eyleme geçmediğimiz sürece kimliksiziz çünkü özne olabilmemizin tek yolu bu.

Bununla ifade etmek istediğim, soyut felsefi bir kavram değil, aksine direnişin mirasıyla birlikte aradan geçen sürede artan ve son yapılan senato toplantısıyla arşa çıkan yanlışlıkların biz öğrencilerdeki karşılığına ilişkin toplumsal bir kavramsallaştırma. Bu anlamda, 20 Aralık’ta başlayan bu yeni hareket devrimcidir, çünkü volkaniktir. Reaktif bir eylem olarak uzun süredir kuluçkada bekleyen olumsuzluğun dışavurumudur. Ayrıca özgürlükçüdür çünkü onun ekseninde çatışma yer alır. Kontrol edilemeyen, boyun eğmeyi reddeden, disiplinsiz, örgütsüz, asi ve öfkeli çatışma. Eyleme katılan kitlelerin asabiyesi, forumdaki yorumlarla kolayca tespit edilebilir. Eylem alanındaki asenkronluk, eylem komitesinin dahi şaşkınlığı, rektörlüğün hazırlıksız yakalanması bu disiplinsizliğin ve organizasyon noksanlığının kanıtlarıdır. İİBF binasının kapısının kırılması, fonksiyonunun yanı sıra sembolik olarak, içeri girmemizin yasaklanmasına ilişkin tepkimizdir: boyun eğmeyi kabul etmiyoruz!

Kimliksizliğin, uyumsuzluğun eylemin itici unsuru olduğu açıktır. Öğrencilerin hoşnutsuzluğu, doğrudan doğruya somut maddi çıkarlarına yönelik saldırıların geri çekilmesini sağlama niyetiyle kendini dışa vursa da, aynı ölçüde kararların geldiği yere ve karar verilme biçimine de yöneliktir. Bu yüzden kitlelerin tepkisi yalnızca yukarıda saymış olduğumuz senato kararlarına değil; ancak, kayyum rektörün kayyum akademisyenlerle toplamış olduğu kukla senatonun anti-demokratik biçimde aldığı senato kararlarınadır. Kayyum ve öğrenciler arasındaki uzlaşmazlık uçurumunun tutarlı sonucu olarak öğrenci hareketi çıkar çatışmasına yönelik olduğu ölçüde merkezinde olumsuzlamayı da taşımaktadır.

Yukarıda öğrenci hareketinin volkanik, reaktif biçimine dikkat çektim. Ortak bir tepki üzerine toplanmış öğrencilerin edilgen biçimde hoşnutsuzluklarını baskılamak yerine etken biçimde eylem saflarına katılmaları oldukça önemli bir kazanım. Gelgelelim bu örgütsüzlük; öngörülemeyen isyanın ortaya çıkış aşamalarında pozitif bir yön olarak değerlendirilebilecek olsa da, kısa süre içinde ortak bir mücadele planı ve talepler etrafında toplanmaz ve politik bilincin yükseltilmesi adına faaliyetlerle desteklenmezse hareketin sürekliliği açısından olumsuz bir karaktere bürünecektir.

Bununla birlikte eylemlerin kendiliğinden ve spontane karakteri; öğrenci kitlelerinin bilincinde kendini var eden tepkinin somut bir dışavurumu olsa da, belirgin ortak talepler etrafında birleşmeyi zorlaştırdı. Rektörlük senatosunun muğlak açıklamaları ve atmosfere hakim olan genel belirsizlik duygusunun da bunda etkisi olduğu muhakkak. Öyle ki birçok öğrenci, tam olarak neden orada olduğundan bile habersiz, kitlenin coşkusuna katılarak eylemlere dahil oldu.

Dahası, özellikle hazırlık öğrencileri arasında ilk eylem deneyimini yaşayanlar ezici çoğunluktaydı. Bu öğrenciler eylem biçimlerinin sembolik anlamlarından habersizdiler ve eylemi slogan atmaya indirgeme eğiliminde oldular. Aynı kitlenin daha atılgan ve coşkun bir koluysa aşırı hızlı radikalleşme eğilimi gösterdi, ancak çok daha kalabalık ve örgütlü olunduğu bir gelecekte başarıyla ulaşabilecek önerilerle geldiler. Toplanan kitle kendine güvenen ve kalabalık bir kitle olsa da belirli bir potansiyeli vardı. Ve bu potansiyeli aşan hedeflere yönlenip elde edebileceği kazanımları de başaramamış biçimde israf olma tehlikesi her zaman mevcuttu. Seferberlik süresince giderek bilincin yükselmesi ve katılım gösteren öğrencilerin sayısının artması ile sürekliliğin sağlanması yoluyla bu potansiyelin de tırmanması işten bile değil.

Son kertede, belirli açılardan aksaklıkları olsa da tüm bu sürecin henüz bir haftalık bile olmadığını hatırlamakta fayda var. Sürecin devamında nasıl bir yol izlenecek, bu eylemler bir seferberliğe dönüşecek mi yoksa şu ana değin elde ettiği başarılarla yetinip erimeye mi başlayacak gibi soruların yanıtlandırılması lazım. An itibariyle Öğrenci Temsilciliği Kurulları aracılığıyla alınan toplantılar ve inisiyatif alan öğrencilerin faaliyetleri ile sürecin geleceğine ilişkin çalışmalar hızla sürmekte. Bu doğrultuda tüm faaliyetlerin iki nokta üzerinden temellenmesi gerektiğini düşünüyoruz: 1) Ortak şekilde belirlediğimiz bir mücadele planına ihtiyacımız var. 2) Devamlılığın ve örgütlülüğün temin edilebilmesi için okulun en kılcallarına kadar inebilmeli, ulaşabildiğimiz kadar öğrenciye ulaşmalı ve onlara politik bilinci aşılamalıyız.

Ayrıca direnişte düştüğümüz hatalardan ders çıkarmamız son derece önemli. Öğrencileri duygusal tepkiler etrafında bir araya toplamak yerine onları politik talepler doğrultusunda ikna etmeliyiz. Öğrenci hareketini taleplere yönelik olmayan sentimental sloganlar, ajitatif siyaset üretim pratikleri, öğrenci hareketinin tarihine vurgu yapan nostaljik propagandizm gibi politika üretim biçimlerine hapsetmek yerine hareketi talep odaklı, gerçek sorunları odağına alan ve programatik bir şemaya yerleştirmemiz büyük önem taşıyor.

Tüm özdeşleşmelerle çelişen, kimliğin içermeye çalıştığı ama başaramadığı kimliksizlik akışını ne tespit etme ne de sabit tutma yetisine sahip rektörlük ve iktidar aygıtına karşı olduğu kadar, biz öğrencilerin de bizzat kendi içimizde ayrıştığımız suni kimliklere karşı dikkatli olmalıyız. Mücadelemizin politik çerçevesinin farkında olmamız ve kitlenin bu bilince ulaşmasını sağlamamız öğrenci hareketinin en kritik yönlerinden birisine işaret ediyor: elbette ki öncelikle kendi üniversitemizin özgün gündemine yönelik çerçevede hareket etmeliyiz ancak mücadelenin ulusal çapta verilen demokrasi mücadelesiyle ve küresel çapta verilen tüm anti-kapitalist toplum tabakalarının ve nihayetinde işçi sınıfının mücadelesiyle buluşmalıyız.

Bunun için, öğrencilere yayılmak ve politik bilincin tesis edilmesini sağlamak adına, ÖTK’lar üzerinden bölüm toplantıları almayı öneriyoruz. Ayrıca medya aygıtının etkin ve efektif kullanımı -sosyal medyada gündem olmanın ve kamuoyu ilgisini çekmenin öğrencilerin bilinç düzeyi ve hareketin genel durumu karşısında öncelik olmadığı kullanım- öğrenci hareketinin siyasal hedeflerine ulaşmak için diğer üniversitelerle ve kamuoyu desteğiyle buluşabilmesi açısından ciddi önem taşıyor.

Sonuç olarak mikro ölçekteki önerilerin ÖTK toplantılarında alınacağını hesaba katarak şu dört temel unsur üzerinden mücadeleyi ilerletmemizin önemli olduğuna inanıyoruz: 1) ÖTK aracılığıyla, demokratik biçimde alınan kararlarla, somut ve nesnel çıkarlar ekseninde eylem planını oluşturmalıyız 2) Daha fazla öğrenciye ulaşmak, mevcut kitlenin sürekliliğini tesis etmek ve bilinci yükseltmek adına yine ÖTK aygıtından yararlanmalıyız. 3) Mücadelemizin politik olduğunu unutmamalı, üniversitemizin kendine ait gündemine yanıtlar vermemizin hemen ardından sorunun özüne yönelik tutum ve talepler etrafında birleşmeliyiz. 4) Mücadeleyi politik alana taşırken kamuoyu desteğini arkamıza almak ve diğer üniversitelerde de öğrenci hareketlerinin yeniden alevlenmesine öncülük etmek için sosyal medyayı fonksiyonel biçimde kullanmalıyız. Ve tabii ki tüm bunları geçmişten ders çıkararak, kendiliğinden ve spontane değil örgütlü ve organize olarak yapmalıyız.

Kayyum rektörün fakültelerimizden elini çekmesini istiyor, “üniversitelerde söz, yetki ve karar üniversite bileşenlerine bırakılsın” diyoruz.

Önceki İçerikMücadelemizi ve taleplerimizi ÖTK seçimlerine taşıyalım
Sonraki İçerikOkullardan atölyelere çocuk işçiliğe son!