Ekim ayında Brezilya’da başkanlık seçimleri gerçekleştirildi. Bu seçimler “Trump-vari” olarak betimlenen Jair Bolsonaro’nun yeni Brezilya başkanı seçilmesiyle sonuçlandı. Peki, Bolsonaro kimdir? Brezilya’nın askeri diktatörlükle yönetildiği yıllarda askeri eğitimini bitirip orduda görev yapan Bolsonaro, siyasi kariyerine 1986 yılında (askeri diktatörlük düştükten 1 yıl sonra), Veja dergisine “düşük asker maaşlarını” eleştirdiği bir yazıyla başlamıştır. Bu yazı 15 gün hücrede kalmasına sebebiyet vermiş, aynı zamanda toplumun aşırı sağ görüşlü kesimleri tarafından sempati kazanmasıyla sonuçlanmıştır. 1989’dan günümüze 9 parti değiştiren Bolsonaro, Brezilya Sosyal Liberal Partisi’nden aday olmuştur.

Bolsonaro; pozitif ayrımcılık, laiklik, eşcinsellik, kürtajın tamamen karşısında durmasıyla, ABD ve İsrail’e yakınlığıyla tanınır. Brezilya’da liberal ekonominin “yeterince” uygulanmamasını eleştiren Bolsonaro’nun seçim vaatlerini ise; bireysel silahlanmanın önündeki engellerin hafifletilmesi, polislerin görev sırasında hukuki dokunulmazlığının sağlanması (infaz dâhil), “her eyalete bir askeri okul” kampanyası ve bununla birlikte “Marksizm ile mücadele etmek” ve maliyetleri düşürmek adına kırsal bölgelerde uzaktan eğitimin desteklenmesi, Amazon Ormanlarında yaşayan yerli kabilelerin topraklarının ellerinden alınması gibi gerici, baskıcı ve faşistçe söylemler oluşturmakta.

Pekala seçimi nasıl kazandı? Yozlaşmış bir sol parti olan Brezilya İşçi Partisi, 15 yıldan uzun bir süredir iktidardaydı. 2008’de başlayan kriz sonucu bu sözde İşçi Partisi, uluslararası sermayenin arabuluculuğunu yapmış; krizi, hitap ettiği ve gücünü aldığı işçi sınıfının omuzlarına yıkmıştır. Sonuç ise dinci, ırkçı, demokrasi karşıtı ve baskıcı bir diktatörlüğün seçimle iktidar olmasıdır. Bolsonaro’ya yakıştırılan “Trump-vari” eleştirisinin sebepleri bunlar olmakla beraber, Türkiye’nin de tarihinde benzer yollardan geçtiği ve bu yolların nur topu gibi bir neo-Bonapartist rejim altında halkın ezilmesiyle sonuçlandığı söylenebilir. Ne yazık ki örnekler bunlarla sınırlı değil, İsveç’te aşırı sağ görüşlü “İsveç Demokratları” 2018 seçimlerinde güç kazanmış, yine geçtiğimiz aylarda Almanya’da neo-nazi örgütlenmelerin büyüdüğü gözlemlenmişti.

 Bahsettiğimiz tehlike, yalnızca halkın seferberliği ile sonlandırılabilir. Bunun farkında olan Brezilya halkı, “Ele Nao” (Ona Hayır! – O Olmaz!) sloganıyla sokağa döküldü; gericiliğe karşı tepkilerini, kalabalıklarla dile getirdi. Seçimin sonuca varması hiçbir şey ifade etmiyor. Diğer örneklerden de anlaşılabileceği gibi, mücadelenin sona ermemesi, hatta güçlendirilmesi gerekmekte. Yaşama hakkı dâhil tüm hakları ellerinden kayıp giden Brezilya halkı için seferberlik yine Brezilya sınırları içinde kalmamalı, halihazırda benzer koşulların altında yaşamını bir şekilde sürdürmeye çalışan halklara örnek olmalı, emekçilerin dil, din, ırk gözetmeden bir bütün olduğu görülmelidir. Sömürünün ve baskının nerde olduğu fark etmez, bu sömürü hepimizi hedef alıyorsa ona hep beraber karşı çıkmak hepimizin sorumluluğudur.