Kültür ve sanatın; bienaller ya da lüks konser salonları dışında çok da popüler olmayan yeraltı halini, Türkiye’de ve dünyada burjuva toplum düzeninin ezilen sınıfların kültürüne etkisini aktarmaya çalışacağız. Çünkü içinde bulunduğumuz toplumda proletaryanın ulaşabildiği ve imkânlar dâhilinde üretebildiği bir sanat olarak, yeraltı kültürü önemli bir yere sahip.

Genel bir açıklama yapmak gerekirse, sadece son iki yüzyıl içinde proletaryanın sınıf mücadelelerinden sömürge ve ezilen uluslara, gençlik isyanlarından günümüzdeki yoksul mahallelerdeki yıkım ve yozlaştırma politikalarına kadar birçok örnekle açıklayabileceğimiz bu sanat; hemen hemen her söz ya da vuruşta kendini sınıf kini ile ortaya koyuş biçimi. Malum çelişkileri ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba gayretinde olmasa dahi, ortaya koyduğu tavır açısından hem değerli, hem de arayışına kulak vermek açısından önemli. Biz bu yazıda öncelikle müzik üzerinden ilerleyeceğiz.

Çoğu zaman orta sınıfın dahi küçük ve basit gördüğü, hakim sınıfın ise tamamen izole etmeye çalıştığı bu kültür, tarihin her döneminde sınıf çelişkilerini ve sınıf nefretini aktarması bir yana, bu kültürün yükselişe geçtiği dönemlerin de ekonomik-politik iktidar krizlerine denk düşmesi bir tesadüf değil. Yeraltı kültürü tam da bahsettiğimiz noktaya, yani sanatın sınıf çelişkileriyle bağlantısına işaret eder. Yalnız arabesk kültür ayrı dursun. Bahsettiğimiz, daha çok isyan ve itaatsizlik temelli yorum. Arabesk kültür bugünün yeraltı kültürünün ruhunu karşılayacak noktada değil. Yazıya konu olan yeraltı kültürü gurbet ya da aşk acısının değil, daha çok isyan odaklı, ezilen kimliklerin sosyal-ekonomik sorunlarını haykıran hali.

“Hakim sınıfın bu kültürü izole etme çabası derken kastedilen nedir?” diye soracak olursak, buna Tupac Shakur cinayeti, 90’larda rock kültürünün tüm dünyada “satanizm” ile bağdaştırılması, son zamanlarda ise hip-hop sanatçılarının gözaltına alınmaları bile basitçe örnek gösterilebilir. Burjuva sınıfının diktatörlüğü ile herhangi bir sorunu olmayan, ona dokunmayanların rahatça icra ettikleri sanat türlerinin yanında, bu kültürler onlarca yıldır hem ekonomik hem de politik bir varoluş mücadelesi içindeler. Dolayısıyla hem sosyal hayatta, hem de sanat icra ederken bu mücadeleyi ekonomik zorluklar ve sansür ile karşı karşıya sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Bunu küfür, seksizm ve uyuşturucu gibi ögelerle ifade etmeleri ise, bambaşka bir alt çelişkinin ürünü. Tahlilimiz elbette bu çelişkileri olumlamıyor. Ancak, bu kültürün ortaya koyduğu dil, ezilen sınıfların günlük dilini maalesef yıkabilmiş değil.

Bahse konu olan sanatı dinleyici kitlesinden, ilgi gördüğü mekânlardan, enstrümantal vuruşlar ya da ritimlerden, hatta ortaya çıktığı semtlerden dahi ele almak bilimsel bir değerlendirme açısından mümkün. Fakat daha çok sözlerden yola çıkacak olursak bile özellikle son 10 yıl, birçok isyan ve devrimin, varoluş mücadelelerinin yükseliş gösterdiği bir dönem olması, rock ve hip-hop kültürüne hem çok fazla ilham kaynağı, hem de yükseliş nedeni olmuştur. Çeperi daha da daraltırsak, dünyadaki küresel krizin 2008’den beri Türkiye’deki yansıması, özellikle Gezi İsyanı gibi kitle seferberlikleri, sansüre karşı mücadele, kentsel dönüşüm gibi birçok neden, bu kültürü büyük ölçüde zenginleştirdi. Bu dönemden hariç, 90’lara ise başka bir yazıda değinelim.

Kısaca ekonomik ve politik krizlerin, hakim sınıflara karşı yarattığı haklı nefretin bir yansıması olarak yeraltı sanatı, daha bilindik adıyla underground, toplumun en güvencesiz, en geleceksiz yığınlarının günlük sorunlarının en somut yansıması. Aslında zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların ve yok sayılanların sanatını ifade ediyor.