5 Ekim 2023 tarihli Resmî Gazete’de, bir önceki gün alınan Cumhurbaşkanı Kararları yayımlanarak resmen yürürlüğe girdi. Bu kararların en başında ise Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Kampüsü’nde 70 bin metrekarelik bir Teknoloji Geliştirme Bölgesi (metnin geri kalanında “teknopark” olarak kullanılacak) kurmak ve Kuzey Kampüs’te yalnızca bin metrekare olan teknopark alanını 22 bin metrekareye çıkarmak geliyordu. İleride değineceğimiz üzere halihazırda bir alan sorunu yaşayan Boğaziçi Üniversitesi’nde böyle büyük bir alanın neden teknopark alanına çevrildiğini anlayabilmek için teknoparkların Türkiye’de tarihini ve rejim ile teknoparkların ilişkisini incelememiz gerekiyor.

Teknoparklar ve Türkiye

Türkiye’de ilk teknopark formülasyonlarını 1985-1989 yıllarını kapsayan “Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na” dayandırmak yanlış olmayacaktır. 12 Eylül Darbesi sonrasında tam haliyle tesis edilen 24 Ocak Kararları uyarınca öngörülen serbest piyasa ekonomisine geçiş, bu planda karşılığını bulacaktı. İthal ikameci modelin çöküşüyle birlikte “dışadönük kalkınma” yolları arayan azgelişmiş kapitalist ülkelerin pek çoğunda yürütülen temel politikalar, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın amaçları ve politikalarında kendilerine yer buluyorlardı: Özel sektör yatırımlarına ağırlık kazandırmak, serbest döviz kuruna geçişin temellerini atmak, ithalatta koruma oranlarını azaltarak ihracatı teşvik etmek (serbest ticaret), dış sermaye ve dış kredi teminine yönelmek… Bütün bu piyasalaşma politikaları arasında üniversiteye düşen pay ise Bilim – Araştırma – Teknoloji’ye yönelik ilkeler ve politikalar kısmında görülebilir: “üniversitelerin kuvvetli oldukları belli alanlarda ihtisaslaşmaları ve ayrıca üniversite – sanayi işbirliğinin etkin bir duruma getirilmesi teşvik edilecektir.” [1]. Burada sözü edilen “üniversite – sanayi işbirliği” tam olarak teknopark demektir. 1985 yılında ekseriyeti kamu kuruluşu olan üniversiteler bu kararla birlikte sermayenin hizmetine sunuluyor, üniversitelerin araştırma kapasitelerinin sanayi kapitalin AR-GE departmanları tarafından gasp edilerek salt kârı hedefleyen bir bilim “üretimine” geçişin önü açılıyordu. Kalkınma Planı duyarınca ilk teknopark İstanbul Ticaret Odası ile işbirliği içerisinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) kuruldu. İzleyen yıllarda İTÜ’nün ardından İzmir Teknopark, ODTÜ Teknokent gibi teknoparklar kurulacak olsa da teknoparkların asıl yükselişi 2001 yılında kabul edilen Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile olacaktır. Amacı “üniversiteler, araştırma kurum ve kuruluşları ile üretim sektörlerinin işbirliği sağlanarak,(…) verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek,(…) teknoloji transferine yardımcı olmak ve yüksek/ileri teknoloji sağlayacak yabancı sermayenin ülkeye girişini hızlandıracak teknolojik alt yapıyı sağlamaktır.” [2] şeklinde ilan edilen bu kanun sayesinde teknoparklar “Teknoloji Geliştirme Bölgesi” adı altında resmi bir statü kazanmakla kalmamış, teknokentler kanun hükmünde sayısız muafiyet ve sübvansiyondan yararlanır hale gelmişlerdir. 2024 yılına gelindiğinde ise Türkiye’nin dört bir yanında pek çok farklı üniversitede toplam 84 faal teknokent bulunmaktadır. Bu tablo, üniversitelerin sermayeye ne ölçüde teslim olduğunu acı biçimde gözler önüne sermektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus mevcut: Teknokentler kapsamında sunulan muafiyetler ve sübvansiyonlar üniversitelere piyasanın olağan aktörlerini çekmekle kalmıyorlar, savunma sanayi gibi en “kirli” sektörlerin de üniversitelere akın etmesine olanak sağlıyorlar. ODTÜ, Gebze Teknik Üniversitesi, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi gibi ülkenin başta gelen teknik üniversiteleri savunma sanayinin ihtiyaç duyduğu emek gücünü sağlamanın ötesinde aynı zamanda bizzat savunma sanayinin Ar-Ge faaliyetlerini de üstleniyorlar. Bu durumda üniversiteler savaşların, katliamların, sınır ötesi operasyonların araçlarının geliştirildiği laboratuvarlar haline geliyorlar. Bu bağlamda teknoparklar arı bir piyasanın hizmetine sunulmak bir yana, bizzat Erdoğan rejiminin şiddet araçlarını inşa ettiği alanlara dönüşüyorlar.

Boğaziçi Üniversitesi

Türkiye genelinde teknoparklara ilişkin çizdiğimiz bu tablo Boğaziçi Üniversitesi için de geçerlidir. Bu bağlamda 5 Ekim kararlarına ilişkin tutum genel anlamda üniversitelerin piyasalaşmasına ve savunma sanayinin aleti olmasına ilişkin bir muhteva kazanacaktır, ancak bunun ötesinde Boğaziçi’nde teknoparkların kurulmasını ve alanlarının genişletilmesine yönelik özgül bir sorun daha var: Alan sorunu.

Yıllardan beri artan bölüm kontenjanlarına ve yeni kurulan fakültelere karşın yeterli kapasite artışı yapılmayan Boğaziçi’nde alan sorunu, depreme karşın dayanıksız olmaları sebebiyle Kuzey Kampüs’te yurtların yıkılmasıyla daha da vahim bir hal aldı. Artık öğrenciler kampüste vakit geçirememenin, doluluk sebebiyle kulüp etkinlikleri için boş sınıf bulamamanın ötesinde adeta kampüslerinde barınamaz hale gelmişlerdi. Üniversite yönetiminin Kuzey Kampüs’te yıkılan yurtların yerine yeni yurtlar yapılacağı sözü, 5 Ekim kararları ile birlikte boşa düşmüştür. Öyle görünüyor ki yönetim; öğrencilerin barınma alanlarına el koyup bu alanları teknoparklar aracılığıyla sermayenin hizmetine sunma hedefindedir. Yoksa, zaten küçük bir kampüs olan Kuzey Kampüs’te teknopark arazisini 22 katına çıkaracak alan nasıl bulunacaktır? Kendi öğrencilerini 15 kişilik odalara mahkûm etmekte beis görmeyen yönetim iş sermayeye ve savunma sanayiye gelince el pençe divan kesilmekte, okulun tüm imkanlarını önlerine sermektedir. Teknoparklar üzerinden sermayenin üniversiteleri işgali ve öğrencileri alabildiğine değersizleştirme durumu Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm berraklığıyla karşımızdadır.

Boğaziçi örneğinde üniversitenin sermayeye açılmasının en kısa vadede bir ortak alan sorunu, hatta bir barınma sorunu olarak kendini var etmesi bizlere teknokentlerle mücadele kapsamında geniş fırsatlar sunuyor. Ortak alanların ve barınma hakkının gaspı gibi üniversite öğrencilerinin en geniş kesimlerinin en acil sorunlarından üniversitelerde piyasalaşma ve savunma sanayiye hizmet etme gibi daha kapsamlı politik sorunlara uzanan bir politik hat ekseninde teknokentlerle mücadele edebilir ve talep ettiğimiz üniversite modeline, özgür emekçiler üniversitesine doğru ilk adımlarımızı atabiliriz.

Kaynakça
[1]: https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/08/Besinci-Bes-Yillik-Kalkinma-Plani-1985-1989.pdf
[2]: https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4691.pdf