İnsanın duyguları, tutkuları, vb. yalnızca dar anlamda antropolojik tanımlamalar olarak kalmayıp da, aynı zamanda insan yaradılışının gerçekten varlıkbilimsel (ontolojik) olumlamalarıysa ve yalnızca nesneyi duyularıyla algıladıkları için olumlanıyorlarsa:
(1) Olumlama tarzları hiçbir zaman aynı ve eşit olamaz; tersine, olumlamanın farklı tarzı varoluşlarının, hayatlarının ayrı özelliğini meydana getirir; nesnenin onlar için varolduğu tarz, doyumlarının karakteristik tarzıdır.
(2) Duyusal olumlama, bağımsız şekliyle nesnenin (yeme, içme, bir nesne üzerine çalışma, vb.) dolaysız olarak yok edilmesi olduğunda, bu, nesnenin olumlanmasıdır.
(3) İnsan ve duyguları, vb. insani olduğu sürece, nesnenin başkası tarafından olumlanması da aynı şekilde onun kendi doyumudur.
(4) Endüstri gelişinceye kadar, yani özel mülkiyet ortaya çıkıncaya kadar, insan tutkularının varlıkbilimsel özelliği ne insanlığını ne de bütünlüğünü gerçekleştirebilir; böylece insanın bilimi de insanın pratik etkinliğiyle kendini kurmasının ürünüdür.
(5) Yabancılaşmadan bağımsız olarak özel mülkiyet duygusu, gerek tat alınacak nesne, gerekse etkinliğin nesnesi olarak, insan için özsel nesnelerin varoluşudur.
Dolayısıyla para, her şeyi satın alabilme özelliğine, bütün nesneleri kendine mal edinme özelliğine sahip oluşuyla, en yüksek mülklenme nesnesidir. Özelliğinin evrenselliği, varlığının her şeye kadir olmasıdır; dolayısıyla her şeyden güçlü bir varlık olarak görünür. Para, gereksemeyle nesne, insanın hayatıyla besini arasındaki aracıdır. Ama benim hayatımın bana sağladıklarını, başka insanların varoluşları da sağlar bana. Benim için öteki insandır.
” Vay canına! Eller de, ayaklar da, gerçekten
Baş da ayrıca, eril güçler de, hepsi senin.
Ama yeni yeni almaya başladığım zevkler,
Daha mı az benim oluyor bu yüzden?
Diyelim ki altı yörük at var ahırımda,
Benim olmuyor mu güçleri bu atların?
Gidiyorum dörtnala, en eksiksizi insanların,
Sanki yirmi dört bacağım varmışçasına.”
(Goethe: Faust-Mephistopheles.” (1)
Shakespeare Atina’lı Timon’da şöyle yazıyor:
“Altın! Sapsarı, pırıl pırıl, halis altın! Hayır tanrılar, açgözlü biri değilim ben…
Karayı aka; eğriyi doğruya,
kötüyü iyiye; soysuzu soyluya; kocamışı gence; yüreksizi yiğide.
İşte, bu… Ah tanrılar, neden? Nedir bu?
Rahiplerinizi, kölelerinizi çeker alır elinizden;
Koca adamların yastıklarını alır başlarının altından;
Bu sarı köle
Bağlar, çözer dinleri; günahkârı kutsar;
Cüzzamlıya bile taptırır insanı; alır hırsızı,
Ünvan verir, nişan verir, şan verir,
Oturtur senatörle yan yana: budur
Kocamış dulu yeniden gelin eden;
Kapanmaz yarasıyla en umutsuz hastayı
Allar pullar da bu, ilk yazına kavuşturur.
Git, kör olası maden parçası,
İnsanlığın orta malı, sen,
Ulusları birbirine düşüren.”(2)
Ve daha ilerde:
“Ey sen sevimli kral katili ve ayıran piçinden babayı!
Sen kirlettin parlaklığınla
Hymen’in tertemiz yatağını! Sen Cesur Mars!
Sen her dem taze, sevimli, zarif zampara,
Yanağının pembeliğiyle eritirsin sen
Dia’nın kucağındaki kutsal karıları!
Olmayacakları birbirine yaklaştırıp
Öpüştüren onları! Her dilde konuşup
Her anlamda laf eden, sen göze görünür tanrı!
Sen, yürek yakan, düşün,
Kölen insan başkaldırıyor; kullan gücünü,
Birbirine ver onları, öyle ki hayvanlar
Yeryüzünde imparatorluk kursun.” (3)
Ne güzel anlatıyor Shakespeare paranın özünü. Bunu anlamak için, Goethe’den alınan bölümü çözümleyerek işe başlamalıyız.
Para yoluyla elde edebileceğim şey, satın alabildiğim, yani paranın bana satın alabildiği şey, paranın sahibi olarak, ben kendimim. Gücüm, paranın gücü kadar büyük. Paranın nitelikleri para sahibi olarak benim niteliklerim ve potansiyelimdir. Ne olduğum ve ne yapabileceğim, bu durumda, benim bireyselliğim tarafından belirlenmiş olmuyor. Çirkinim ben, ama dünyanın en güzel kadını satın alabilirim. Demek ki çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi, iticiliği, para karşısında yok oluyor. Ben-bireysel yaradılışıma göre -topalım: ama para bana yirmi dört bacak veriyor; öyleyse topal değilim. Ben kötü, namussuz, her türlü alçaklığı yapabilecek, kafasız bir adamım, ama saygı gösterilir paraya-dolayısıyla sahibine de. En iyi şey paradır, dolayısıyla sahibi de iyidir: para benim dürüstlükten uzaklaşma zahmetine girmemi önlüyor, onun için dürüst sayılıyorum. Kafasızın biriyim ben, ama madem para her şeyin gerçek ruhu, para sahibi hiç ruhsuz olabilir mi? Üstelik para sahibi en akıllı kişileri de satın alabilir; insan, akıllılardan daha güçlü olunca onlardan daha akıllı olması da gerekmez mi? Ben ki, para sayesinde, insan yüreğinin isteyebileceği her şeyi yapabilirim, bütün insan erdemlerine sahip değil miyim? Bu durumda para benim bütün yeteneksizliklerimi karşıtlarına dönüştürmüyor mu?
Beni insan hayatına bağlayan, beni topluma, doğaya, insana bağlayan şey para olduğuna göre, bütün bağların bağı değil mi para? Böylelikle aynı zaman da ayrılmanın da evrensel aracı değil mi? Bir araya getirmenin gerçek aracı olduğu kadar, asıl ayrılma akımı da odur, toplumun kimyasal gücüdür.
Shakespeare paranın iki özelliğini öncelikle vurguluyor:
(1) Bütün insani ve doğal nitelikleri karşıtına çevirebilen göze görünür tanrı, nesnelerin evrensel dönüştürücüsü ve değiştiricisidir; “olmayacakları birbirine yaklaştırır.”
(2) İnsanlığın orta malı, insanların ve ulusların ortak aracısıdır.
Bütün insani ve doğal nitelikleri dönüştürmek ve değiştirmek, olanaksızlıkları birleştirmek-paranın tanrısal gücü, insan türünün yabancılaşmış, yalıtılmış (tecrit edilmiş), dışlaştırılmış özelliği oluşunda yatar. Para, insanlığın yabancılaştırma yeteneğidir.
Bir insan olarak yapamadığımı, yani, bütün bireysel yetilerimin başaramadığı şeyi, para sayesinde yapabilirim. Onun için para bu yetilerimin her birini aslında olmadığı bir şey yapar, yani onu karşıtına dönüştürür.
Acıkmış, yemek istiyorsam ya da yürümeye gücüm yetmediği için arabaya binmek istiyorsam, para yemeği de sağlar bana arabayı da, yani, isteklerimi hayal gücü dünyasından gerçeğe dönüştürür, onları düşünülmüş, imgelenmiş, istenmiş varoluşlarından gerçek duyusal varoluşlarına çevirir, imgelemden hayata, imgelenen varlık durumundan gerçek varlık durumuna aktarır. Bunun gerçekleştirilmesinde para gerçek yaratıcı güçtür.
Parası olmayanlarda da vardır istek, ama onların isteği benim, bir üçüncü kişinin üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir imgelem ürünüdür; bu isteğin varoluşu yoktur, bu yüzden gerçekdışı, hedefsizdir benim için. Paraya dayanan etkili istekle benim gereksemelerime, tutkularıma, dileklerime dayanan etkisiz istek arasındaki ayrım, varlık ile düşünme’nin, yalnız benim içimde var olan düşüncelerle, benim dışımda benim için var olan gerçek nesne biçimindeki düşüncelerin arasındaki ayrımdır.
Eğer geziye çıkacak param yoksa geziye çıkmaya da ihtiyacım yoktur. Bilimsel çalışmaya yatkın bir yeteneğim varsa, ama yeterli param yoksa, o zaman hiç çalışma yeteneğim, yani gerçek ve etkili bir yeteneğim yok demektir. Öte yandan, gerçekten hiç bilimsel çalışma yeteneğim yoksa, ama gerekli istek ve param varsa, demek ki benim yeteneğim etkilidir. İnsan olarak insandan ve insan toplumu olarak toplumdan doğmayan, evrensel bir dışsal araç ve yeti olarak para; imgelemi gerçekliğe, gerçekliği de boş bir imgelem ürününe çevirebilme gücüne sahiptir. Aynı şekilde, gerçek kusurları ve fantezileri, yani yalnızca bireyin hayalinde var olan gerçekten güçsüz yetileri, gerçek yeti ve yeteneklere dönüştürebildiği gibi, gerçek insani ve doğal yetileri de katıksızca soyut fikirlere, dolayısıyla kusurlara, acı veren fantezilere dönüştürebilir.
Böylece, bu karakteristiğiyle, genel olarak bireysellikleri dönüştüren, onları kendi karşıtları yapan, kendi özellikleri yerine çelişik özelliklerle donatan şey paradır.
Bu dönüştürücü güç olarak, bireye karşı, toplumsal bağlara ve öz olma iddiasında bulunan başka bağlara karşı gösterir kendini. Sadakati sadakatsizliğe, sevgiyi nefrete, nefreti sevgiye, iyiliği kötülüğe, kötülüğü iyiliğe, köleyi efendiye, efendiyi köleye, aptallığı akla, aklı da aptallığa çevirir.
Etkin ve var olan değer kavramı olarak para her şeyi değiştirdiğine ve dönüştürdüğüne göre, her şeyin evrensel değiştiricisi ve dönüştürücüsü, dolayısıyla dönüştürülmüş dünya, bütün insani ve doğal niteliklerin dönüştürücüsü ve değiştiricisidir.
Cesareti satın alabilen kişi, korkak da olsa, cesurdur. Para, para sahibinin görüş açısından, belirli bir nitelik, belirli bir şey, ya da insani yetilerle değil de bütün insani ve doğal nesneler dünyası ile takas edildiğine göre, bazı özelliklerin yerine, aralarında çelişik özellikler ve nesneler de bulunan, başka özellikler koyar; olanaksızlıkların birleşmesini temsil eder, çelişik ögeleri kucaklaşmaya zorlar.
İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle değiştirebilirsiniz. Sanatın tadına varmak istiyorsanız, sanat kültürü almış biri olmalısınız; başkaları üzerinde etkili olmak istiyorsanız, başkalarını gerçekten canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız. İnsanla -ve doğayla- ilişkilerinizin her biri, gerçek bireysel hayatınızın belirli bir şekilde kendini gösterişi olmalı, isteminizin nesnesine uymalıdır. Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız; yani sevgi olarak, sevginiz karşılığında sevgi yaratmıyorsa; seven bir kişi olarak, dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız: O zaman sevginiz güçsüzdür. Bir talihsizlik!
Karl Marx, 1844 El Yazmaları
NOTLAR
(1) Goethe, Faust, Bölüm 1.-Ed.
(2) Shakespeare, Atinalı Timon, Perde 4, Sahne 3. (Marx’ın alıntısı Schlegel-Tieck çevirisinden.)-Ed.
(3) Aynı yerde.