İDP Gençliği | Kışla ile cami arasına sıkışmayalım: Parola kurucu meclis! Parola işçi demokrasisi!

Öncelikle belirtelim: İşçi Demokrasisi Partisi Gençliği olarak askeri darbenin kesin olarak karşısındayız. ‘Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesisi’ gibi amaçlarla yapıldığı açıklanan askeri darbenin başarıya ulaşması, Saray rejimi tarafından iyice budanmış demokratik hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelecekti. Ordunun, Türkiye’de süregelen baskı rejiminin daima temel dayanaklarından birisi olduğu asla unutulmaması gerekir.

Öte yandan, gerçekleşen bu askeri darbe girişimi, Türkiye’de derinleşmekte olan rejim krizinin yeni bir zirvesi anlamına gelmektedir. Bu darbe girişiminin nesnel zemini Saray rejiminin uyguladığı baskı politikalarıyla örülmüştür. Erdoğan’ın bu darbenin hedefi olması, ülkeyi felaketin eşiğine sürüklediği yıkım tablosundaki sorumluluğunu bir an bile olsun unutturamaz. Askeri darbeye karşı olmak Erdoğan’ın baskı rejimini desteklemek anlamına kesinlikle gelmemektedir.

Başarısız darbe girişiminin ardından, bu girişimin Saray rejiminin baskıyı ve kontrolü artırmasında bir araç olarak kullanılacağına ilişkin toplumun geniş kesimlerinde haklı bir endişe bulunmaktadır. Hem askeri cuntalara hem de Saray rejiminin baskılarına karşı tek çözüm, emekçi yığınların, gençlerin, kadınların, Kürtlerin, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkması, çürüyen rejimin baskı ve yağma politikalarına karşı seferber olmasıdır.

Bir gecede öğrendiklerimiz: İşçiyiz ve işçi kalacağız

15 Temmuz gecesinin kendi kuşağımız için ifade ettikleri, oldukça trajik ancak kaçınılmaz olan bir kırılmaya işaret ediyor: Gençlere gelecekleri için fırsat üzerine fırsat yarattığı iddiasında olan egemen blokların yönetimindeki Türkiye, kendi tarihinin hiçbir döneminde, yalpalamayan ve askeri darbelerle sık sık bölünmeyen bir demokrasiye sahip olmadı. Uluslararası işçi sınıfının ve sömürge ile yarı-sömürge ülke halklarının alın terleri ve hayatları karşılığında Avrupa’da vuku bulan görece demokratik alanların ve yapıların, benzer bir şekilde Türkiye genelinde hayat bulduğunun propagandasını yapan, yetişmekte olan yeni kuşaklara kendi meşruiyetlerini ispatlamak adına ‘Batı demokrasileri’ denilen asılsız bir kurgunun reklamını yapan ikiyüzlü egemen blokların, genç kuşakların yaşam şartlarını makyajlamak için kullandığı boyalar, bir gecede aktı.

Bizleri sınıf atlama vaatleri ile fabrikalara dönüştürdükleri üniversitelere, yüksek lisans programlarına, ‘yaşam boyu öğrenme’ maratonlarına sokanların yalanları, bir gece içerisinde F-16’ların göğü yaran çığlıkları arasında paramparça oldu. Oyunu eğer onların belirledikleri kurallarla ve onların seçtikleri sınavlarla oynarsak ekonomik durumumuzun sıçrama yaşayacağı yalanını söyleyenlerin temelsiz önerileri, bir gecede tankların altında ezildi. Yabancı kelimelerle, sınıfımızı saklayan plaza kıyafetlerinin görselleriyle, şirket politikalarının üzerlerine çizdikleri güler yüzlerle ve orta sınıf kültürünün en çiğ ve yozlaşmış yönlerini bize vaat ettikleri renkli konuşmaları ile süsledikleri programları, bir gecede çatışma ve tekbir sesleri arasında gerçekliğini yitirdi.  

Türkiye gençliği daima, emekçi sınıfların organik ve toplumsal birer parçası olmuştur. İhtiyacını hissettiğimiz, arzuladığımız hayat ile egemen blokların bizlere önerdiği gelecek arasındaki açı, hiçbir zaman bu denli büyük olmamıştı. Geçmişte olduğu gibi bugün de, onların bizlere önerebilecekleri, karanlığın artmasını öngörmekten başka bir işe yaramayacaktır. Geçmişte olduğu gibi bugün de, bizleri kurtaracak olan onların kirli planları veya politikaları değil kendi kollarımızdır, mücadelemizdir.   

OHAL çare değil: Kurucu meclis, şimdi!

15 Temmuz gecesinin ardından ortaya bir Türkiye tablosu çıktı. İşçi, işsiz, öğrenci ve kadın gençler geleneksel askeri aygıtlar ile yeni saray rejiminin ganimet savaşları arasında, cami ile kışla arasında sıkışmış bir vaziyette, nefes dahi alamadan bekliyor. Geleceğimizin üzerinde bir giyotin sallanıyor. Ne yapacağız? Cellatlardan cellat mı beğeniceğiz? Hayır, bizim bir önerimiz var ve Türkiye gençliğine bunu hep birlikte hayata geçirmeyi öneriyoruz.

Biz bir kurucu meclis öneriyoruz. Kurucu meclis derken neyi kastediyoruz peki? Demokratik seçimlerle oluşturulmuş, seçilen temsilcileri her an geri çağırma yetkisi olan, darbelerin başlıca mimarı NATO başta olmak üzere emperyalizmden kopuşu ve en temel demokratik haklar ile özgürlükleri sağlama almayı görevi edinmiş bir meclisten söz ediyoruz. Bu meclis NATO’dan çıkılması ve İncirlik üssünün kapatılması gibi atılması gerekli olan adımlara yetki tanıyacak olan, işçilerden ve gençlerden yana yeni bir anayasanın oluşturulmasını hedef olarak karşısına koymalı, kitlelerin isteklerinin örgütlenmiş birer ifadesi olarak hareket etmelidir. 

OHAL rejimi hayatlarımızın, haklarımızın ve özgürlüklerimizin güvencesi değildir ve olamaz da. Aksine bu rejim biçimi yeni darbe girişimi olasılıklarına kapı aralamakta, bu girişimleri engelleyebilecek yegane etken olan kitle seferberliklerinin önüne set çekmekte ve mevcut hak ve özgürlüklerin birçoğunu askıya almaktadır. Bugün içerisinde yaşamakta olduğumuz durumdan çıkışın reçetesi OHAL rejimi değil, kurucu bir meclisin oluşturulması ve bunun için seferberliğe geçilmesidir. 

Onların demokrasisi sınıfta kaldı: İşçi demokrasisi, şimdi!

Evet, kurucu meclis için çağrı yapıyoruz. Ancak çağrımız bununla sınırlı değil. Kurucu meclisi, kendisi eski bürokrasiyi, rejimin geleneksel aygıtlarını yeniden ve yeniden üretsin diye önermiyoruz. Bir yüzyıla yakın süredir Türkiye’ye önerdikleri ve hayata geçirdikleri ‘demokrasi’ modelinin bilançosunu çıkaralım: Sayısız darbe, kitlesel baskı araçlarının inşası, tehditler, şantajlar, yalanlar, ekonomik sefalet, politik ikiyüzlülük, yolsuzluk, hırsızlık, katillerin korunması, hak ve özgürlüklere dönük kitlesek kıyımlar ve dahası! Ne kışla ne de saray, yaşam şartlarımızı iyileştirecek bir yönetim biçimini bize öneremez çünkü bu noktaya gelmemizin başlıca sorumluları onlar. 

Bir düşünelim: Onların yargı mekanizmaları, mahkemeleri işçi-emekçi kitlelere parlamento kadar bile yakın olmadı. Türkiye’de siyaset üzerinde belirleyici bir rolü olan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve diğer mahkemelerin başkanları ve heyetleri asla kitlelerin seçimleriyle işbaşına gelmedi, daima kirli bir çıkarlar ağının doğrultusunda bürokratik bir şekilde atandılar. Aynı şey diğer devlet kurumları için de geçerli oldu. Tüm bu kurumlarda yöneticiler halkın oyuyla değil, tepeden, bürokratik atama yoluyla göreve geldiler. Bunun anlamı nedir? Hayatlarımızı koruması ve iyileştirmesi için ‘güvendiğimiz’ bütün bir devlet örgütlenmesi kendi kollarımızın denetiminden uzaktır! Tam da bu ilişkiden güç alarak daima, gelişen her türlü demokratik kitle hareketini boğdular.  

Buna son verecek ve yığınların her düzeyde yönetime katılmasının, gerçek ve doğrudan demokrasiye ulaşmasının yolunu açacak yegane öneri, işçi demokrasisidir. Kitlelerin her düzeyde siyasal yaşama katılması, belirleyici olması ve ayrıcalıkların ortadan kaldırılması, siyasetin profesyonel siyasetçilerin işi-mesleği olmaktan çıkartılması bizim önerdiğimiz işçi demokrasisinin en temel ilkelerindendir.

CEVAP VER