“Bu şehir arkandan gelecektir”*

Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi ‘Batı’ denilen o ‘hazır özgürlükler cennetinde’ kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim. Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.  – Hrant Dink

Almanya, neo-Nazilerin seçim zaferini tartışıyor. İşviçre’de göçmen karşıtı ve silahlı bir aşırı sağ odak, gençlik ekiplerinin yaz kampında Filistinlileri fiziksel olarak yok etmenin askeri eğitimini veriyor. Fransa’da yerel seçimlerden baskın çıkan Le Pen, “Fransız işleri Fransızlara” sloganıyla yurt dışından gelen öğrenciler ile işçilerin işsiz kalmalarını ve bunun yanı sıra krizin sorumlusu konumuna düşürülerek saldırılara açık hale gelmelerini sağlamaya çalışıyor. Yunanistan’da faşist Altın Şafak’ın intikam listesi göçmenlerle, öğrencilerle, işçilerle ve sendikacılarla dolup taşıyor. 

Bunları neden söyleme ihtiyacı hissediyoruz? Çünkü Batıya kaçma şansı olmayan Türk ve Kürt gençleri saray iktidarının zorba yönetimine terk etmeyi kendi kurtuluşlarının nihai yolu olarak kabul eden geniş bir kesim, terk ettikleri şehirlerin kendilerini arkalarından takip edeceklerinin bilincinde değil. Eğer bugün Türkiye’de bir karabasanın tam ortasında isek unutmamak gerekir ki bu karabasan, uluslararası mali sistemin yaşadığı derin buhranın Türkiye’ye tezahür etme biçimidir! Maruz kaldığımız barbarlık, küresel bir neoliberal saldırganlık programının Türkiye’ye özgü yaşadığı kırılmaların sonuçlarıdır. Evet, “anlatılan bizim hikayemizdir.” Ancak bizim derken, Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan ABD’ye bütün bir işçi-emekçi gençliği, bir yandan okurken bir yandan da iş piyasasının en acımasız şartlarına mahkum edilmiş bütün öğrencileri kastediyoruz.

15 Temmuz gecesi başımızın üzerinden F-16’lar geçti. Ankara’da, Suruç’ta bombalar içimizde, İstiklal Caddesi’nde, Sultanahmet’te ise evlerimizin önünde patladı. Kimseye yalan borcumuz olmadığı için açık açık söylüyoruz: Aynı bombalar Fransa’nın finans merkezi Paris’te de patladı ve ne yazık ki patlamaya (hem de şiddetlenerek) devam edecek. Altın Şafak’ın para-militer çeteleri Atina’da kaldığınız öğrenci yurdundan burnunuzu çıkarmanız için sokakta devriye gezecek, sizi bekleyecek. Neo-Naziler ellerinde sopalarla üniversitelerin kapısında bekleyecek; sizi içeri sokmamak için! Le Pen’in Ulusal Cephesi, kendilerinin sözde “demokrasilerinden” ve “refah düzeyinden” yararlanmamanız için elinden geleni ardına koymayacak. Gerekirse politik ilişkilerini kullanarak, gerekirse askeri gücünü kullanarak… Avrupa Birliği Parlamentosu ve onun bilumum İnsan Hakları Mahkemesi bir eliyle korunma taleplerinizin altına “reddedildi” kaşesini basarken, diğer eliyle göçmenlerin ülkeye gelişini durdurmak için sınırlarına duvar örmek isteyen ülkelerin finansal yardım taleplerinin altına imzasını atacak.  

Avrupa’ya “kaçışın” günü kurtarmaya dönük umutsuz bir çaba oluşu, sadece oradaki proto-faşist grupların bir hayli güç kazanmasıyla da ilgili değil. Bahsi geçen bu gruplar, “olağan” etki sınırlarını aşmamış bir durumda olsalar dahi Avrupa “demokrasilerinin” vaatleri, saray iktidarının bizlere burada sunduğu seçeneklerin makyajlanmış hali olacaktı, daha fazlası değil. Ancak bu noktada, daha önemli bir ilişkiyi anlayış düzeyinde dahi olsa kavrayabilmemiz ağırlık kazanıyor. O da ait olduğumuz sınıfın, ülkeler üstü bir karaktere sahip oluşudur. Evet, İpsala’nın gümrüğünden dışarıya adım atınca bizi güvenceli işler, ücretsiz barınma ve ulaşım hakkı, nitelikli sağlık reformları veya erken emeklilik beklemiyor. Zira yerli veya yabancı olsun, egemen blokların bizlere çizdikleri gelecek tablosu karşısında saklambaç oynamaya çalışmak ancak zaman kazanmak olacaktır.

Bugün, bize üniversitelerde “klişe”, “tarihin kalıntıları altında kalmış”, “ütopik” diyerek öğrettikleri her şeyi gerçekleştirme zamanıdır. Bugün politika tartışma ve sendikalara üye olma zamanıdır. Kurtuluşumuz konsoloslukların uzun ve aşağılayıcı vize kuyruklarında değil, elektriğin kesik olduğu, suyun pis aktığı, çayın sapsarı içildiği semtlerde. Unutmayalım: “Muasır medeniyetler seviyesine” ulaşmış ülkelerin “göçmen” politikaları bizim için değil, zamanı geldiğinde kaçacak delik arayacak olan saray erbabını barındırıp saklamak, onları öfkeli bir intikam dalgasından korumak için oluşturuldu. Gelin bütçemizi aşan taşınma planlarını, kaş çizerken göz çıkartan anlık soluk alma uğraşlarımızı terk edelim, asıl onları kaçmaya zorlayalım.   

* Konstantinos Kavafis’in “Şehir” başlıklı şiirinden.

CEVAP VER