Röportaj: Hepimiz özgür olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz

Aşağıdaki metin http://www.leftvoice.org/No-One-Is-Free-Until-We-re-All-Free adresinden, Emek Özgür tarafından çevrilmiştir.

The Downtown Boys’un Full Communism’i, 2015’in en çok konuşulan punk albümlerinden biri oldu. NME bu albümü, yılın en iyi çıkış yapan albümü olarak seçti. Aynı zamanda bu albüm, son yılların herhangi bir müzik tarzında çıkmış olan albümlerden en sarsıcı olanıydı. “%100 Miras Vergisi” gibi şarkılarıyla grup, radikal politikaları gündeme getirme konusunda çekingen davranmıyor. Grubun üyelerinden Victoria Ruiz ve Joey DeFrancesco ile otel işçilerini örgütlemek, dosya paylaşımı ve kapitalist düzeni yıkmak hakkında bir sohbet gerçekleştirdik. 

Grubu nasıl kurdunuz ve müziğiniz nasıl oluştu?

Victoria Ruiz: Grubu, Joey, Providence’ta bir müzik grubu olan What Cheer? Brigadeüyeleriyle birlikte kurdu. Sonra Renaissance Providence otelinde Joey ile beraber çalıştık. Orada ikimiz de bir kampanyanın örgütlenmesinde görev almıştık ve bu deneyim sayesinde birbirimizi yakından tanıyorduk. Şarkılar her zaman kişisel, politik deneyimlerden ve çevremizde olup biten şeylerden yola çıkılarak, bir şey söylemek ve bir şeyler yapmanın zorunlu olduğu duygusuyla yazılır.

Bize Renaissance Providence otelindeki kampanyadan bahsedebilir misiniz? Kimleri örgütlüyordunuz ve bunun sonucu ne oldu?

Joey DeFrancesco: Çalışmaya ilk kez 7 yıl önce başladım. Victoria yaklaşık bir yıldır ordaydı. Başta okul giderlerini karşılayabilmek için başladım; daha sonra daha iyi yaşam koşulları elde etmek için çalışmaya devam ettim. Hizmet sektöründeki diğer işler gibi iğrenç bir işti bu. Oda servisinde, saatte 5,5 dolara çalışıyordum. Geri kalan masraflarımı ise bahşişlerle karşılamam gerekiyordu. Ama müdürler ve üst düzey şirket yöneticileri bahşişlerimizi çalıyorlardı.

Joey DeFrancesco: İnanılmaz saatlerde, mesela sabah saat 5’e kadar çalışıyorduk; gece vardiyası mı yoksa cehennem mi ona siz karar verin.  Oteldeki diğer departmanlarda ise durum çok daha kötüydü; örneğin temizlik işçileri günde 16 ay da 17 oda temizliyorlardı. Daha önce bunu yapmadıysanız ya da birilerini yaparken görmediyseniz, bunun ne kadar zor bir iş olduğunu anlamanız çok güç. Çünkü ağır  ve kalın nevresimlerin bulunduğu kocaman süslü otel odaları bunlar. İnsanlar ellerinin ve dizlerinin üzerinde, pis kimyasallar kullanarak çalışmak zorundaydılar. Her yerlerinde kimyasal yanıklar vardı ve odayı sigara dumanından arındırmak için kullanılan makineler yüzünden akciğer hastalıklarına yakalnıyorlardı. Başımıza her türlü pis şey geliyordu. Bu nedenle otel müdürlerine ve onların çıkardığı çeşitli engellere karşı koyarak kendi içimizde örgütlendik.

Geçenlerde temizlik işçileri departmanı bir seçim kazandı, ama mücadelenin sona erdiği anlamına hiçbir şekilde gelmiyor bu. Hala bir sözleşme elde edemediler ve otel yönetimi, mücadelemizin yoğunluğuna bağlı olarak muhtemelen daha yıllarca bu haklarını gasp edecek. Bu nedenle işçilerin çağrısı üzerine otel şu anda boykot ediliyor.

Neden albümünüzün adı “Full Communism”?

VR: Özgürlüğümüzü kazanabileceğimiz ve adaleti sağlayabileceğimiz düşüncesine; herkes özgür olmadan hiçbirimizin özgür olamayacağı düşüncesine gerçekten inanıyoruz. Biz bir cennet için savaşmıyoruz. Otel işçilerinin 28 yaşına geldiklerinde kronik ağrılara maruz kalması gibi şeylerin asıl nedenlerini, insanları öldüren ve buna rağmen hiçbir şekilde cezalandırılmayan polisleri yaratan düzeni ortadan kaldırmak istiyoruz.

Politik bir grup olduğunuzu söylemekten çekinmiyorsunuz ve son yıllarda politik rock ve hip hop yeniden canlanmış gibi görünüyor. Siz de, internet ortamında politikaya ve müziğe ilişkin bir dergi yayınlamaya başladınız. Politik müziğin yükselişi ne anlama geliyor?

JD: Bu konu hakkında çok kafa yoruyorum. Bir yeniden canlanma olduğu konusunda çok eminim değilim. Sanki her zaman böyleymiş gibi geliyor bana, aslında insanların dikkatlerini çekip çekememekle ilgili bir şey bu. Şu anda oldukça politikleşmiş bir müzik var ve insanlar bunu depolitize etmeye çalışıyorlar.

Şu anda müzik üreten ve tüketen kuşak, “Y Kuşağı” olarak adlandırılıyor. Gerçekten kötü bir durum bu. Şu an ekonomi çok kötü gidiyor. Irkçılığın aşırı ve sert tezahürleriyle; çok eskilere dayanan beyaz insanın egemenliği çok iğrenç bir hal almış durumda. Bu yüzden bütün dünyada insanların çok fazla öfke ve hayal kırıklığı duyduklarını düşünüyorum. Tabi bu duygular müzik aracılığıyla ifade ediliyor.

Siyah Hayatlar Önemlidir Hareketi (Black Lives Matter) sayesinde, geçmiş birkaç yılda polis tarafından öldürülen düzinelerce siyah insanın ve beyaz olmayan insanın adlarını öğrendik. Göçmen Hakları Hareketi sayesinde, Obama yönetiminde göçmenlerin kitlesel olarak sınır dışı edildiklerini ve bunun giderek arttığını öğreniyoruz. Bu hareketler, birer aktivist ve müzisyen olarak sizi etkiledi mi?

JD: Şarkılarımızın birçoğu, bu hareketlerin çıkış noktası olan sorunlarla bağlantılı. Sözlerin satır aralarına bakarsanız, aslında Ferguson olayından bahsettiğimizi görürsünüz. İşte tüm bu sözler bu etkileşimin bir sonucu.

Birer müzisyen ve aktivist olarak, müzik piyasasındaki korsan ve bunun sanatçılar üzerindeki etkilerine ilişkin tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela korsan, derdinizin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlıyor, ama bir taraftan da geçinmek için albüm satmak zorundasınız.

JD: Güzel bir soru. Bu benim çok mücadele ettiğim bir şey. Daha gençken, dosya paylaşımını tamamen destekliyordum ve hala da sık sık bunu yapıyorum. Dolayısıyla bunu yapanlardan nefret etmiyorum. Ama bunu kendimiz için daha sürdürebilir bir hale getirmeye çalışmak lazım. Şöyle ki, eğer insanlar ürettiğimiz şeyler için bize ödeme yaparlarsa gerçekten hoş olur. Ben dosya paylaşımının bir işlevi olduğunu düşünüyorum; büyük müzik şirketlerini alaşağı etmek bakımından hoş bir şey olur. Ama müzik yaparak para kazanmayan insanların şarkılarını çalmanın ne anlama geldiği konusunda kafam karışık. İnsanlardan, eğer bizim ya da başka sanatçıların müzik yapmaya devam etmemizi istiyorlarsa, müziğimizi satın almalarını isterim.

VR: Tamamen katılıyorum. Gerçek su ki, korsana karşı çare, yasadışılık değildir. Bizim dergimiz Spark, Joey ve tam da korsanla mücadele eden bir örgüt olan Demand Progress tarafından kuruldu. İnternet ortamında işlenen suç ve suçlularla mücadele ediyorlar. Aslında bu mücadeleyi Aaron Swartz başlattı. Swartz, sınıfsal tahakküme dair online belgeleri ücretsiz olarak kamuya açmaya çalıştığı için onlarca yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Şu an bir aktivist olarak, bu belgelerin ücretsiz olarak yayınlanmış olmasını dilerdim. Polisin acımasızlığına ilişkin dava dosyalarını ve basın bültenlerini okumayı çok isterdim. O da bunu yapmaya, yani academia’daki insanların bu dosyalara ücretsiz olarak erişmelerini sağlamaya çalışıyordu ve bu yüzden kriminalize edildi. Ve tabi,  ceza  ve infaz sisteminin kesişimselliğine[1] karşı mücadele eden; bunun polis devleti ile birlikte aynı bütünün parçaları olduğunu savunan bir örgüte üye olduğu için polis tarafından kriminalize edildi. Bu şekilde onu kriminalize edip görünüşe göre intihara sürüklediler – intihar etti de. Tüm bu baskılara karşı kişilerin bulduğu çözümler o kadar korkunç oluyor ki, bu olayda olduğu üzere Swartz gibi insanlara yardım edilemiyor, elden bir şey gelmiyor.

Benzer bir şekilde, müzikte telif hakları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bazı sanatçılar, bu şirketlere  ve telif hakkı için müziklerini reklamlara vermeye karşı oldukları halde, para kazanmalarının tek yolunun bu olduğunu düşünüyorlar. Reklamı hiç düşünür müsünüz?

JD: Zor bir konu. İdeal dünyada hayır, müziğinizi reklamlara vermek zorunda değilsinizdir. Ama maalesef, sanatçılara destek verilmediği bir ülkede yaşıyoruz. Sanatçılara maddi yardım yok. Sağlık hizmetlerinden yararlanmak zor. Kültürel etkinliklerin bir değeri yok. “Hayır, biz bunu yapmayacağız” demek safça olur.

Herhangi bir şey için müziğimizi kullanmak isteyecek bir şirket hayal edemiyorum ve daha önce de bunu isteyen bir şirket çıkmadı, ama böyle bir karar veren bir sanatçıyı kategorik olarak mahkûm edecek değilim. Müzisyenleri, düzen içinde var olmaya çalışmak zorunda olan birer işçi olarak düşünmek gerekir.

VR: Daha çok bir meslek olarak tanınmış olup bir müzisyen sendikası kurmuş ve çok daha fazla kazanıyor olsaydık, bir araya gelebilir ve bir talepte bulunabilirdik. Şöyle diyebilirdik: “Arkadaşlar, ürettiklerimizin telif haklarını şeytani şirketlere vermeyelim.” Buna birçok kişinin imza atacağına eminim. Ama tabi bunu yaparken,  kendi durumumuzu ve bir parçası olduğumuz piyasanın durumunu göz önünde bulundurmalıyız.

Bir aktivist ve müzisyen olarak 2016 yılı için planlarınız neler?

JD: Mayıs ayında ses kaydını çıkarıyoruz. Şimdi daha fazla şarkı yazmaya başladık. Devam eden birçok çalışmamız var. Turnelere çıkacağız. South by Southwest gibi birçok şirket organizasyonu karşısında yenilgiye uğrayacağız (gülüyorlar) ve daha sonra Mayıs ve Haziran’da Avrupa turnesine çıkacağız. Bu oldukça heyecan verici. Daha önce Avrupa’ya hiç turneye çıkmadık.

VR: Umarım bundan sonra da sizin gibi insanlarla konuşma şansım olur. Başka insanların alanlarına giren ve aynı zamanda insanların gelebileceği alanlar yaratan bir müzik grubuyuz. Müzik sitelerinin ya da sadece müzik hakkında yazan insanların dışında da bir platforma sahip olduğumuzu görmeye başladık. Ve anladık ki, müzikte yaşanan şeylerin benzerleri, müziğin dışında her alanda yaşanıyor ve evrensel bir nitelik taşıyor.

 

Dipnotlar:

[1] Sosyolojide bu kavram, birçok ayrımcılık ve tahakküm biçiminin aynı anda yaşanmasını ifade eder. Örneğin, siyahi bir kadın, hem siyah olduğu için ırkçılığa, hem de kadın olduğu için ataerkil düzenin sonuçlarına maruz kalır. Bu bakımdan ayrımcılık ve tahakküm biçimlerinin kesişimselliğinden söz edilir.

CEVAP VER