California’da doğan, Georgia’da büyüyen Donald Glover; bir yazar, komedyen, aktör, müzisyen ve sanatçı. Her biri diğerinden farklı eserleri ve değişik üslubuyla gündemden düşmeyen Glover; Atlanta isimli dizisi ve Childish Gambino isimli müzik grubuyla tanınıyor.

Emmy ödüllü Redbone ve This is America şarkılarıyla popülerleşen Donald Glover, eserlerinde sıklıkla siyahi halkın sorunları ve varoluşsal endişeleri üzerine çalışıyor. This is America şarkısıyla tüm dünya gündemini sallayan Glover, ırkçılık ve siyahilere yönelik sistematik şiddeti, klibinde oldukça can alıcı bir şekilde gözler önüne sermişti. (VİDEO) Precision Lasers – Childish Gambino: This is America SNL Full Performance (Get your money, black man. –  Paranı al siyah adam.)

Donald Glover’ın yönetmenlik ve oyunculuğunu yaptığı, 2018’de yayınlanmaya başlayan Atlanta dizisinin yeni sezonu da benzer şekilde, Siyahilere yönelen ırkçılığı temel alarak başlıyor. İsmi White olan bir beyaz, Black isimli bir siyahiyle göl üzerindeki bir kayıkta balık tutuyorlar. Beyaz anlatıyor:

“Bu göl, önceden otonom bir siyahi kasabaydı. Eyalet hükümeti, buraya bir baraj kurdu ve tüm kasabayı sular altında bıraktı. Altımızda binlerce öfkeli siyahi hala yaşıyor. Neden her sene bu kadar ölüm oluyor sanıyorsun? Hükümete güvenerek beyaz olmaya çalıştılar, ancak hepsi sular altında kaldı. Biliyorsun beyazlık, gerçek bir şey değil. Bilimsel bir temeli yok; öylece beyaz oluyor insanlar. Çünkü “Yeterince kan ve parayla, herkes beyaz olabilir!” En kötüsü de ne biliyor musun? Seni körleştiriyor beyazlık. Kendini diğerlerinden ayırdığın için, esir edilmiş olduğunu bilmiyorsun.”

Siyahi oyuncumuz bu hikâyeyi, bir beyazdan öğreniyor. Yavaş yavaş kararan sahnenin sonunda gölden dirilen siyah eller, Siyahi balıkçıyı suyun altına çekiyor.

Glover, sezonun son bölümlerinde ise; ABD toplumunda Siyahi burjuvaların ticari başarısının, yine bir dolaylı sömürü biçimi olduğunu anlatmıştı. “Yeterince kan ve parayla herkes beyaz olabilir.”

Siyahi halkın güncel ve yakıcı sorunlarını dile getiren, halkın sesini ana akım medyada görünür kılan Donald Glover’ı; beyazlar dışında sevmeyen yoktur, değil mi? Maalesef öyle değil.

Donald Glover, sürreal ve etik değerleri zorlayan üslubuyla çileden çıkardıkları bir yana, siyahi halk tarafından da yoğun bir eleştiri altına alınıyor. Varlıklı orta sınıf bir ailede doğup büyüyen, sanat okuluna gitme şansı bulan Glover, bir siyahi olsa da, bazılarına oldukça beyaz görünüyor! Kendi halkın tarafından beyazlıkla suçlanmak zor olsa gerek.

 Glover bu gerçekliği bilmiyor ve saklamaya çalışıyor da değil halbuki. Birçok eserinde, bir beyaz gibi büyüyen bir siyahi olmanın, bireye nasıl etkileri bulunduğunu; yalnızca beyaz değil, siyahi mahallelerde de ayrı tutulmasını, siyahi halkla da güven bağları kuramamasını ve kendi siyahi kimliğiyle barışamamasını dürüstlükle işliyor. Siyah olmasına rağmen, bir beyaz etiğiyle büyüyor. ABD halklarının küçük burjuva suçluluğuyla kendini donatıyor, ne siyah ne beyaz!

Pekala, bu siyahiliği ve beyazlığı belirleyen şey ne? Renklerimiz mi? Kültürümüz mü? Ayrıcalıklılığımız mı? Sıradanlığımız mı? Kanunlara ve düzene duyduğumuz saygı mı? Gangster olup olmadığımız mı? Uyuşturucu kullanıp kullanmadığımız mı? Beyazları mı suçlamalıyız? Yoksa beyazlığı mı? Yoksa dayatılan renkliliği mi?

Günümüzdeki önemli kafa karışıklıklarından biri de burada yatıyor. Düşünülmüş değil tepkisel, içeren değil de dışlayıcı bir kolaycılığa kaçarak, bireysel suçlamalara gidilebiliyor. Esasında eleştirilmek istenen şey, mevcut düzen ve onun ideolojileri iken. Bu şekilde hegemonya tarafından yaratılan kimlik vurguları, sömüren-sömürülen ilişkisini dikey bölmekle kalmayıp, asıl sorunların maskelenmesine de yarıyor. Siyahi halkın öldürülmesinde, sömürülmesinde, baskılanmasındaki suçlu tek tek beyaz bireyler yerine; emperyalist Amerikan devleti ve ırkçı kurucu temelleri değil midir? Yaşadığımız toplumdaki paramparçalık ve yabancılaşma, “beyazlık” teriminden daha gerçek sosyolojik olgular.

Renk ve kimlik üzerinden dar şekilde ifade edilen bu sorun, esasında çok daha geniş bir sömüren-sömürülen ilişkisinin bir sonucu. Mesele, beyaz ve siyahi ABD’li yöneten sınıfların vahşiliği altında, Siyahi halkın var olma sorunudur. Proleter bir Siyahi’nin öfkesi, tek tek beyazlara değil, beyaz üstünlüğünü savunan ABD devleti ve yöneten sınıflarına yönelmelidir. Kültür ve renk bariyerilerini aşan bu açmazlar, esasında yabancılaşmış ve cahil bırakılmış bir halkın sınıf mücadelesidir.   

O zaman faturayı kime keseceğiz? Beyazlıkla suçlanan Glover’a mı? Yoksa sanatın çetrefilli yön ve yöntemlerini “göremeyen”lere mi? Sorunu bu denklem üzerinden görmek veya ikisinden birini seçmek zorunda olmak başlı başına yanıltıcı. Fakat şimdilik bu sorulardan, iki adet sonuç çıkarmak mümkün görünüyor: Birincisi, siyahi halk televizyonlarda, beyaz ideolojisi görmekten sıkılmış, kendi hayatlarını, kendilerinden birini görmek istiyor! İkincisi ise, beyaz hegemonyası altında, saf bir siyah kültür mümkün değil. Siyah halk henüz özgürleşebilmiş değil! Bunun için mücadeleyi, politik alana taşımak, sorunun yalnızca renkten oluşan bir olgu değil, sermaye sınıfı, düzeni ve ajanlarından ibaret olduğunu görmek gerekiyor. Yalnızca beyaz patronlara değil, siyahi patronlara da güvenmemek; bunun içinse Amerikan rüyasından kopmak gerekiyor!