Korkuya teslim olmuyoruz: 1 Mayıs’ta mücadele etmek için sebebimiz çok!

Art arda patlayan bombalar hepimizin üzerine karanlık bir kabus gibi çöküyor. Sokaklara hakim olan ruh hali korkunun ta kendisi. Bunun yanı sıra Doğu illerinde sürdürülen kirli savaş ve üniversitelere dönük uygulanan baskıcı tedbirler hız kesmeden devam ediyor. Demokratik haklarda olağanüstü bir geri çekiliş anlamına gelen başkanlık rejiminin hayat bulabilmesi için hükümet, başvurulmadık barbarlık, denenmedik hile bırakmıyor.

1 Mayıs işte tam bu atmosferin altında yaklaşıyor. Hemen hepimiz ailelerimizden veya çevremizden “Sen işçi misin? 1 Mayıs’ta ne işin var ?” gibi sorular duymaya başladık bile. Bu sorunun temelinde yatan önyargı, öğrenciliğin hala bir sınıf atlama aracı olarak algılanmasıyla ortaya çıkıyor. Halbuki bu çağın gençliği, hiçbir kuşağın olmadığı kadar işçi!

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) ve Eurostat verilerine gore Türkiye’de 20-24 yaş aralığında yaklaşık 6 milyon insan bulunuyor. Bunların %44’ü ne bir işte çalışıyor ne de bir okula devam ediyor. Aynı dönemde Türkiye nüfusu için ortanca yaşın 28 olduğunu da belirtelim. Yani, ortalama yaşam beklentisi göz önüne alındığında, orta yaşlarına merdiven dayamış 20-24 yaş aralığındaki gençlerin neredeyse yarısı işsiz ve eğitimden yoksun durumda. Yüksek öğretim görmüş her 3 gençten biri işsiz. Bununla beraber, gençler kitap okuma, müzik dinleme, sinemaya gitme gibi aktivitelere ayda sadece ortalama 10 saat ayırabiliyor. Ancak 1 Mayıs’ta ve ertesinde mücadele etmek için var olan sebeplerimiz bunlarla sınırlı değil. Evet, sorunlarımız çok ve bunlar için söyleyecek sözümüz de çok…

Gençliği 1 Mayıs’a çağıran 12 sebep

1.) Siyasi nedenlerden ötürü hapishanelerde tutsak olan binlerce öğrenci var. Bu öğrenciler etnik kökenlerinden, siyasi görüşlerinden, vb. nedenlerden ötürü zindanlarda hayatlarını tüketmeye terk ediliyorlar.

2.) Harç tutarının kredi başına düşen kısmı üzerinden yüzde 50, yüzde 100, yüzde 150 ilâ yüzde 300 gibi bir artışın varlığı söz konusu. Hükümet eğitim-öğretim masraflarını katlayarak yoksul öğrencilerin eğitim hakkının gasp edilmesini öngörüyor.

3.) Türkiye eğitim sisteminin Bologna sürecine entegre olması için işveren kurumları ile hükümet art arda programlar yayınlıyorlar. Bologna süreci ile beraber eğitim kurumları ticarethanelere dönüşecek ve üniversite-sanayi işbirliği sömürü temelinde derinleşecek. Sermayenin amansız saldırılarının dur durak bilmeyecek.

4.) 4+4+4 kademeli eğitim modeli ile birlikte, ikinci kademeye geçen çocukların meslek okullarına yönlendirilmesinin bir sonucu olarak öğrencilerin 2 gün okulda, 3 gün sanayide çalıştırılması yasallaştı. Böylece çocuk işçiliği Uluslararası İnsan Hakları sözleşmesine aykırı bir şekilde 11 yaşa indi. Bunun yanı sıra, ilköğretime başlama yaşının 5’e indirilerek kadınların 4 senelik eğitimin ardından okuldan alınabilmesinin olanaklarının arttırıldı.

5.) Gençlik arasında var olan işsizlik oranının yüzde 25’lere dayandı (neredeyse her 4 gençten biri işsiz ). “Diplomalı işsizlik” denen sosyal olgu elle tutulur vaziyette! Neoliberal saldırı politikalarıyla beraber eğitim kurumları geleceğin işçilerini ve/veya işsizlerini yetiştirme görevine soyundu.

6.) ODTÜ, İÜ ve daha birçok üniversitede gerçekleşen acımasız polis saldırıları kitlesel bir öğrenci hareketinin önüne geçebilmek adına daha da şiddetlenerek devam ediyor.

7.) Eğitim ve öğretim modellerinde, sınav sisteminde, notlama yöntemlerinde; yani öğrencilere dair olan bütün eğitim politikalarında öğrencilerin söz hakkı yok.  Hiçbir biçimde öğrenci denetiminin yok ve tam da bu sebeple geleceksizleştirmeye maruz kalıyoruz ve geleceğimiz sermayenin ihtiyaçlarına göre şekilleniyor. Kendi kaderimizi tayin hakkımızın baskı, zor ve yasalar aracılığıyla elimizden alınmasına ve sürekli bir gelecek kaygısı içinde eriyor olmamıza dur deme zamanı.

8.) Öğrencilerin örgütlenmelerinin önüne geçebilmek ve genç kitlelerin politize olmalarını engellemek için çeşitli yaptırımlar uygulanıyor, kurumlarda soruşturmalar açılıyor, okullardan uzaklaştırmalar veriliyor ve disiplin cezaları kullanılıyor. Öğrenciler kendi hayatları için verdikleri mücadelenin içinde aktif olarak yer almasın, bundan soğusun diye muazzam boyutlara varan yeni baskıcı önermeler hayata geçiriliyor. Sonuç olarak daha iyi bir yaşam için verilen mücadelenin önüne hükümet tarafından bir korku duvarı örülüyor.

9.) Eğitim kurumlarında toplumsal ihtiyaçlara ve sorunlara dair olmayan, kârlılığa hizmet eden modeller uygulanıyor. Bilginin sadece meta odaklı üretiliyor ve en nihayetinde insanlara değil kârlılığa hizmet eden eğitim yapılanmaları bütün bir bilgi tekelini elinde bulunduruyor. Böylelikle içerisinde yaşadığımız kapitalist barbarlık ve onun sosyo-ekonomik normları sabit, mutlak, sonsuz ve değişmez olgularmış gibi gösteriliyor.

10.) Başkanlık rejiminin inşası adına hükümet,  Kürt halkı olmak üzere iktidarın çıkarlarıyla uyum içerisinde olmayan bütün kesimler (işçi, kadın, gençlik) üzerinde yoğun ve şiddetli bir baskı ve imha politikası sürdürüyor. Kürt ve azınlık öğrencilere anadillerinde eğitim hakkı hâla tanınmıyor.

11.) Kürt illerinde süren kirli savaşın silahları üniversitelerimizde TeknoPark’larda üretiliyor. Dahası bu savaşın maliyeti de vergilerimiz aracılığıyla karşılanıyor. Pekiyi bu kirli savaşta kim savaşıyor? Üstüne asker üniforması giydirilmiş işçi ve köylü gençlerden, üniversitede eğitimine devam edememiş olan öğrencilerden başkası değil! Saray rejimi bir iç savaş anlamına gelen başkanlığın tesisi adına Kürt ve Türk gençliğini ölüme gönderiyor.

12.) İnsan psikolojisinin dayanma kapasitelerini aşan ve öğrencilerin sosyal hayatından geriye pek de bir şey bırakmayan sınavlar ile bu sınavların yarattığı stres cabası. Bu sınavların yoksul öğrenciler için “iyi” bir geleceğe açılan kapının tek anahtarı olduğu söyleniyor ancak bu bir yalan! Bu sınavlarda başarılı olmak için girilen anormal rekabetin insan sağlığına zarar verici niteliği ortada. Şirketlerin tanımını belirlediği “başarı” adına daha kaç öğrenci intihar etmeli?

CEVAP VER