Gezi Direnişi ve gençlik

Gezi Parkı’nın fitilini ateşlediği direnişte gençliğin rolü epeyce konuşuldu. Direnişin “Z kuşağı”ndan, “apolitik gençlik”ten çıktığını iddia edenler gazetelere, dergilere ve televizyonlara doldu. Direnişi gençlik yönünden analiz eden bu sele bir gençlik yayını olarak bizim de kapılmamamız olanaksızlaştı.

Gezi direnişi sırasında gençliğin öne çıktığı gerçeğini inkar etmek olanaksız. Özellikle 18 Aralık’ta başbakanı ve onun gururla açılışını yaptığı savaş uydusunu protesto etmek isteyen öğrencilere uygulanan şiddet; Türkiye’de ODTÜ, Mimar Sinan Güzel Sanatlar, GSÜ gibi üniversitelerde özellikle de daha önce pek de eylemlere alışık olmayan bir kitlenin de katılımıyla protestolara neden olmuştu. Protestolar Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi, Hacettepe ve Ankara Üniversiteleri’nde de farklı biçimlerde görüldü. Hatta bu protestoların ardından mücadeleleri ortaklaştırmak amaçlı kimi konferans girişimleri oldu. Koç Üniversitesi’nde taşeron işçilere destek verilirken, İTÜ’de asistanların mücadelesi epey ses getirdi. Kısacası; gençliğin direnişteki önemli rolünün işaretleri çoktan verilmişti. Tabii alabilene…

Gezi direnişini ayıran, gençliğin geniş halk kesimleriyle olan birlikteliğiydi. Bu birliktelik mücadelenin seyrini belirledi. Direnişi sadece yüzeyselliklere bakarak değerlendirmek hatalı bir yaklaşımdır. Türkiye’deki gençlerin dünyadaki gençliğin durumundan bağımsız olduğunu da söyleyemeyiz. Dünyada Şili’den İspanya’ya artan gençlik seferberlikleri söz konusu. Gençler eğitimdeki ticarileşmeye, kendilerine biçilen kapitalizmin “motoru” işlevine her yerde isyan ediyor. Bunun arkaplanında yer alan faktörlerden biri dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gençler arasında artan yüksek oranlardaki işsizlik:

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) ve Eurostat verilerine gore Türkiye’de 20-24 yaş aralığında yaklaşık 6 milyon insan bulunuyor. Bunların %44’ü ne bir işte çalışıyor ne de bir okula devam ediyor. Aynı dönemde Türkiye nüfusu için ortanca yaşın 28.9 olduğunu da belirtelim. Yani, ortalama yaşam beklentisi göz önüne alındığında orta yaşlarına merdiven dayamış 20-24 yaş aralığındaki gençlerin neredeyse yarısı işsiz ve eğitimden yoksun durumda.(1)”

İşsizlikten kurtulan gençliği ise düşük maaşlı işlerde güvencesizlik bekliyor. Tüm bunlara iktidarın bizi uyutmak için dayattığı muhafazakar politikalar ve bunun da yaramadığı durumlarda başvurduğu şiddeti ekleyelim. Yeşil bir kenti bize çok gören iktidarın doğa katliamları da epey meşhur. İşte Gezi gençliğinin şifresi! Madem herkes isim koymaya bayılıyor, biz de geri kalmayalım: Geleceği çalınmış gençlik.

Geleceğimizi çalmakla yetinseler iyi; gençliğimizi çalmaktan da geri durmuyorlar.

Öğrenciyken çalışmamız kendimizi “zorlu geleceğe” hazırlamamız gerekiyor. Bir kısmımız okul sıralarını çok erken terk ederken, devam etme şansını yakalayanlar CV’lerini doldurmak için okuldayken “acımasız rekabet ortamına girişe hazırlık” olsun diye yaşıtlarını ezmeye zorlanıyor. Ulaşıma, barınmaya ve diğer en temel ihtiyaçlarına gereken harcamayı kısarken de “tasarrufu” öğreniyor. Bir de zaten doğru düzgün bir şey öğrenmenin epey zor olduğu üniversite adındaki işletmelerde sistemin yeniden üretilmesi için yalanlara katlanmamız bekleniyor. Bitti mi? Erkek egemen sistemin genç kadınlar üzerindeki baskısından, ezilen uluslara mensup olanlara yönelik ırkçılıktan ya da herhalde epeyce kolay ortaklaşabileceğimiz “aile baskısından” henüz söz etmedik… Şöyle bir baktığımızda her şey nasıl da tıkır tıkır işleyen bir çark gibi duruyor değil mi?

Gezi’de kıvılcımlaşan direniş işte bu çarka çomak sokulmasından başka bir şey değil. Gençlik artık ayakta ve iktidara isyan ediyor. Başbakanın “çok çocuk” politikasının altında ne yatıyor? Onlar için çarkın işleyişine katılacak kafa sayısından başka hiçbir değerimiz yok. Öyle sanıyoruz ki bu yalanları yenilemeleri gerekecek.

Mücadeleyi büyütmek için ipleri elimize almanın tam vakti. Gençliğin üretim ilişkilerinin sonucu sınıflardan bağımsız olmadığını unutmamak ve eğitimin ticarileşmesi ve “üniversite-sanayi işbirliği” gibi garabetlerle her geçen gün proleterleştiğini görmek gerekiyor(2). Yalıtılmışlıktan uzak durmanın yolu sınıf mücadelesinin gündemleriyle kendi gündemlerimizi ortaklaştırmaktan geçiyor. Direnişle büyüyen iradelerin sözünün olduğu ortamlarda işte bunları dile getirmemiz önemli. Okullarda ve mahallelerdeki forum tipi oluşumlarda aktif rol alarak direnişin somut taleplerle ortaklaştırılarak ilerletilmesi için elimizden geleni yapmalıyız.

 

(1) Enternasyonalist Öğrenci, “1 Mayıs’ta Alanlara”, Nisan 2013.

(2) Dicle Nadin ve Görkem Duru, “Eğitim Politikaları ve Öğrenci Hareketi Üzerine”, Mesafe, Sayı 7, Bahar 2011, ss. 79-92.

 

CEVAP VER