Burjuvazinin programı: Reformun revizyonu!
Eğitim sistemini piyasanın ve dolayısıyla özel sermayenin çıkarlarına terk eden hükümet, kaçınılmaz olarak onun anarşik yapısından nasibini alıyor. Reformlarda revizyonlar, revizyonlarda düzenlemeler! Özetle, eskisinin kötü bir kopyası! Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hâlihazırda bir okula devam etmekte olan hemen herkes eğitim, öğretim hayatı boyunca en az bir reform ya da benzerine denk geldi. Bu önerme üzerinden iki ana eksen belirleyebiliriz: Birincisi, burjuvazinin sürekli değişen ihtiyaçlarına göre şekil alan bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Ve ikincisi bu ihtiyaçlara paralel olarak, istisnasız hepimiz, sürekli değişen parametrelere göre ölçülüyoruz ya da değerlendirmeye tabi tutuluyoruz. Basitleştirerek söyleyecek olursak, hepimiz bir sınava hazırlanıyoruz. Tüm hayatımız test kitaplarına, sınavlara ve optik okuyuculara hapsedilmiş durumda! Pekiyi sonucunda ne elde ediyoruz? Lisans, yüksek lisans, sertifika programları, yetkinlik belgeleri… Ya sonra? Diplomalı işsizlik!
Son yıllarda hayata geçirilen 4+4+4 eğitim sistemi ve T.C. Devleti’nin de imzacısı olduğu Bologna Anlaşması dâhilinde birkaç temel kavram hayatlarımızı belirlemeye başladı: “Yaşam boyu öğrenme”, “Kalite Standardı”, “Girişimci Üniversite-Girişimci Öğrenci”. Okullarımızdaki salonlar kiralanıyor, hâlihazırda birçoğu beton yığını olan ve hiçbir sosyal aktivite için elverişli olmayan bahçelerimiz otopark olarak kullanılıyor, katkı payı ya da bağış adı altında hepimizden paralar toplanıyor ancak kimi zaman sınıflarda tebeşir bulmak dahi mümkün olmuyor. Üniversite yurtları kapatılıyor yerine TEKNOPARK’lar açılıyor. Üniversite içinde öğrencilere ait olan alanlar organizasyon şirketlerine peşkeş çekiliyor, konser alanı olarak kullanılıyor. Kimi üniversite, salonlarını TV kanallarına stüdyo niyetine kiralıyor. “Kariyer Günleri” adı altında şirketler ucuz iş gücü avına çıkıyor. Yemekhanelerde taşeron şirketlere kalitesiz yemekler fahiş fiyatlardan servis ettiriliyor. Bu arada taşeron işçiler herhangi bir güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırılıyor, işten atılıyor. Kantin zamları, kimlik kontrolleri, kameralar, özel güvenlik birimleri, soruşturmalar, tutuklamalar, vs. İlk anda aklımıza gelen bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Pekiyi ama hepimizin gündelik hayatında yaşadığı kimi zaman öfkelendiği, kimi zaman bıkıp umursamadığı ama istisnasız hepimizin hayatına dokunan bu örnekler ne anlama geliyor?
Neoliberal dönüşümün anlamı: Geleceksizlik
Türk burjuvazisi dünyadaki gelişmelere paralel olarak Özal hükümetlerinden beri bir neoliberal dönüşüm programı uyguluyor. Neoliberalizm kabaca, “devletin küçülmesi” safsatası altında başta eğitim ve sağlık olmak üzere, kamunun sosyal harcamalardan tamamen çekilmesi ve bunun yerine kamu kaynaklarının özel sermayeye krediler, teşvikler, vs. aracılığıyla peşkeş çekilmesi anlamına gelir. Başbakan her seçim döneminde eğitim ve sağlığa bütçeden ayrılan payın AKP hükümetleri döneminde düzenli olarak arttırıldığını söylüyor. Doğrudur, bütçeler artıyor! Ancak okullardaki işçi ve öğrenciler yararına değil! Eğitim-öğretimi bir yatırım alanı, hayatlarımızı kâr güdülerinin basit birer fonksiyonu haline getiren patronlar yararına! Krediler ve teşvikler hayatlarımıza butik üniversiteler, kapatılan devlet yurtları, birer ucuz iş gücü kaynağı haline getirilen meslek liseleri, yemekhane ve ulaşım zamları, kesilen burslar, fahiş fiyatlarla ve sağlıksız koşullarda barınma, bütün bunların sonunda ise alabildiğine genişleyen bir gelecek kaygısı olarak dönüş yapıyor. Eskiden öğrenciliğin örtülü işsizlik olduğunu söylemekle yetinirdik. Şimdi bu tespite bir ek yapmanın vakti geldi.
Gitgide daha çok sayıdaki öğrenci okurken hayatta kalabilmek için yarı zamanlı ya da geçici işlerde, bir tür özel istihdam bürosu işlevi gören taşeron ajanslar bünyesinde ve tamamen güvencesiz bir biçimde çalışmak zorunda kalıyor. Yani, her geçen gün öğrencilikle işçilik iç içe geçiyor fakat birçoğumuz buna rağmen açlık sınırının altında yaşam sürmek zorunda kalıyoruz. Cumhurbaşkanı ise, okulu uzatan öğrencilerin üniversitelerde karışıklık çıkardığına dair demeçler vermekten geri durmuyor. AKP hükümetleri döneminde lise ve üniversitelerde polis ve ÖGB şiddetine maruz kalan, hakkında soruşturma açılan, okuldan uzaklaştırılarak eğitim hakkı gasp edilen, tutuklanan öğrencilerin haddi hesabı yok.
Birçoğumuz işsiz kalma korkusuyla lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans, doktora, vs. programlarına devam ediyoruz. Ama o yolun sonu da 4-C ve 50-D yasalarına çıkıyor. Yani kadrosuz, sendikasız başka bir deyişle güvencesiz ve esnek koşullarda çalışmaya. Özetle, günümüzde öğrencilik en iyi ihtimalle yoksulluğun ve yoksunluğun örtülmüş halidir. Tünelin ucunda ise apaçık bir şekilde işsizlik ve yoksulluk vardır!
Özerk Demokratik Üniversite değil Özgür Emekçiler Üniversitesi
Türkiye solunun yaklaşık yarım asırdır öğrenci gençliğe sunduğu perspektif “Özerk- Demokratik Üniversite” olageldi. Bu süre zarfında burjuvazinin ihtiyaçları ve eğitim anlayışı birçok kez değişiklik gösterdi. 24 Ocak 1980 kararlarıyla neoliberal özelleştirme politikaları ilan edildi. 2 kez askeri muhtıra verildi, bir askeri cunta gerçekleşti, Yüksek Öğretim Kurumu kuruldu.
Tek başına özerklik kavramı dahi bir yerlerden sistemle bağ kurmakta olduğunu itiraf ediyor. Bugün gelinen noktada ise üniversiteler Yeni YÖK Taslağı kanalıyla bizzat burjuvazi tarafından özerkleştiriliyor. Hemen belirtelim üniversiteyi mali olarak özerkleştirme anlamına gelen bu girişim yukarıda bahsettiğimiz gibi esas olarak devletin kamusal eğitime ayırdığı kaynakları özel sermayeye teşvik ve kredi olarak aktarması anlamına geliyor. Aynı taslakta YÖK’ün akıbeti belirsizliğini korusa da üniversitenin idari olarak devletten özerkleşmesi, ancak yine idari olarak “mütevelli heyeti” benzeri oluşumlarla sınai ve mali sermayeye göbekten bağlanması gündeme alınıyor. Bu şartlar altında akademik özerkliğin mümkün olup olmadığını tartışmaya bile gerek yok! Ancak bu noktada “akademik özerklik” ile “bilimsel özgürlüğün” aynı anlamda kullanılmadığının da altını çizmekte fayda var.
Öğrenim hayatımız boyunca mutlaka, “Bu öğrendiğim hayatta ne işe yarayacak?” sorusunu sormuşuzdur. Birçoğumuzun bu soruya tatmin edici bir yanıt alamadığını söylemek de yanlış olmaz. Kabaca cevap vermek gerekirse, bu durum eğitimin üretimden ve dolayısıyla yaşamdan tümüyle kopuk bir tarzda organize edilmesinden ileri gelmektedir. Özgür Emekçiler Üniversitesi bir bütün olarak toplumun yeniden düzenlenmesi, eğitim ile üretimin, okul ile fabrikaların, işçi ile öğrencinin, kent ile kırın iç içe geçmesi, birbirine dönüşmesi, birbirini beslemesi yolunda bir araçtır. Bu anlamıyla durağan ve kapalı bir yapı olmayacaktır. Toplumun tüm ezilen kesimlerine açık ve onların ihtiyaçlarına dönük bir kurum olacaktır. Bununla beraber, altında gelişeceği işçi demokrasisinin ihtiyaçları değiştikçe kaçınılmaz olarak biçim değiştirecektir. Ancak bu, yine işçi ve öğrencilerin kontrolünde mümkün olacaktır. Bilimin, eğitimin ve eğitim kurumlarının özgürleşmesi bu koşula bağlıdır. Üretici güçler (insan, doğa ve teknik) burjuvazinin boyunduruğundan kurtarılmadan bilimin, eğitimin ve üniversitenin özgürleşmesi mümkün değildir!