Cumhurbaşkanı biat eden gençler ile buluştu

Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 Mart Pazar günü bir grup genç ile Yıldız Sarayı’nın silahhane binasında bir araya geldi. Buluşma ve Erdoğan’ın gençlerin ‘sorularını’ yanıtladığı konuşması TRT ekranlarından tüm ülkeye yayınlandı. Adeta kötü hazırlanmış bir kurguya benzeyen bu toplantıda toplantı yeri, soru soracak gençler ve gençlerin sorularının Erdoğan’ın veya danışmanlarının kararları çerçevesinde seçildiği apaçık belliydi.

Erdoğan söze 2009 yılında kendi başbakanlığı sırasında restore ettirdiği  ve Yıldız Üniversitesi, Mimar ve Mühendisler Odası, Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT) gibi çeşitli kurumların kullanımına başta açık olan daha sonra ise tamamen Cumhurbaşkanı’na tesis edilen Yldız Sarayı’ndan bahsederek başladı (Erdoğan’nın ağzından aktaracak olursak:  “Biz bununla ilgili bir karar aldık. Dedik ki buradan bütün bu kurumları çıkartalım burası tamamı ile kendisine yakışanı olsun, Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul’daki adeta külliyesi olsun.”) Erdoğan’ın Yıldız Sarayı ile ilgili anlattığı en çarpıcı şey ise sarayda Abdülhamit’in hal fetvasının (ya da Erdoğan’ın deyişiyle fermanının) burada imzalanmış olması. Abdülhamit’i tahttan indiren hal fetvasını Erdoğan’ın ağızından dinlemek kendi başına gelebileceklerden ne kadar korktuğunu anlamamızı sağlıyor. Erdoğan 33 yıl boyunca iktidarda kalan Abdülhamit’in Osmanlı’nın en zayıf döneminde hiçbir toprak kaybetmemesine karşılık neden tahttan indirildiğini anlamadığını söylüyor ve tahttan indirilmesini kınadığını belirtiyor. Kıdem tazminatının işçilerin elinden alınmasını, taşeronlaşmayı, hukuksuz işten atmaları, sendikalaşma hakkının yok edilmesini ve işçi sınıfına karşı yapılan bütün hukuksuz ve haksız uygulamaları geçin Erdoğan hem ulusal (Boydak, Aydındoğan, vs.) hem de uluslararası (cemaat, ABD’nin Suriye politikaları vs) topluluklardan bir bölümünü şahsi olarak karşısına almış olan bir Cumhurbaşkanı olarak kendine tarihten dayanaklar arıyor. Fakat örneğini verdiği Abdülhamit’in sonunun pek de iyi olmadığını kendi de biliyor.

Buluşmanın geri kalanı çeşitli üniversitelerden gelen gençlerin sorularıyla ve Erdoğan’ın cevapları ile devam ediyor. İlk soru Üsküdar Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisinden geliyor. Soru net “Neden ülkemizin huzur ve istikrarını terör ile bozuyorlar, neden bizi sindirmek istiyorlar?”

Erdoğan bu soruya karşılık ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını söylüyor. İlk önce demokratik açılım sürecinden bahseden Erdoğan daha sonra akil insanlar sürecini anlatıyor. Fakat “arzu edilenin olmaması” üzerine bir çözüm süreci başlattıklarından bahsediyor. Daha sonra ise lafı hemen asıl konusu olan 7 Haziran seçimlerine getiriyor. HDP için açıkça “bölücü terör örgütünün desteklemiş olduğu siyasi parti” tabirini kullanan Erdoğan, HDP’nin 80 milletvekilini almasından ne kadar rahatsız olduğunu anlatıyor. Tabi ki HDP’nin baş destekçisi “terör örgütünden” bahsedip, ikinci destekçisi “bazı yazar çizerlerden” bahsetmemek olmaz. Erdoğan bunların işbirliği ile HDP’nin 80 milletvekilini aldığını söylüyor. Ardından ise hükümetin kurulamaması nedeniyle 1 Kasım seçimlerine ülkeyi kendi elleriyle götürdüğünü açıklıyor. Bugüne kadar sürekli olarak milli iradeden dem vuran bir siyasetçinin sandıktan çıkandan memnun olmayınca yaptıklarını meşru göstermesinin tabi ki bir anlaşılabilir bir tarafı yoktur. Erdoğan da bunun bilincinde olarak uyguladığı anti demokratik politikayı açıkça anlatıyor.

Daha sonra ise “Mardinli bir Kürt genç” Twitter üzerinden PKK tarafından yakılan evlerine ne zaman dönebileceklerini, devletin maddi yardımda bulunup bulunmayacağını soruyor. Erdoğan TSK’nın tanklarla yıktığı mahallelere nasıl bir kentsel dönüşüm uygulanacağını anlatıyor. Bunu anlatırken bir yandan HDP’li belediyelerin alt yapıları inşa edemediğinden yakınıyor. Ayrıca Sur için başbakanlığı zamanında bir imar planı yaptığını ve TOKİ’nin en kısa zamanda inşa çalışmalarına başlayacağını söylüyor. Fakat süre giden savaş nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insanların geri dönüp dönemeyeceklerini, maddi yardım alıp alamayacaklarını ve hatta evlerinin yerine yapılacak TOKİ evlerinden daire sahibi olup olamayacaklarını söylemiyor. Zaten hali hazırda bütün devlet bürokrasisinin buralardaki imar planlarından kamusallaştırma olarak bahsetmesi evsiz kalanların evlerine ve arazilerine devletin el koyacağını ve çeşitli şirketlere pazarlayacağını anlamamız için yeterli. Erdoğan daha sonra Van depreminde yıkılan mahalleleri ne kadar güzel inşa ettiklerini ağzı sulanarak anlatıyor. Tabi ki yıllarca yardım konteynerlerinde kalan mahalle sakinlerinden bahsetmiyor, konteyner kent diye bir kavramın Türkiye’de sıkça kullanılmaya başladığından bahsetmiyor.

Daha sonra ise sıra Suriye politikasını anlatmaya geliyor. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden bir Suriyeli öğrenci soruyu soruyor: “Suriyeli mültecilere ne olacak?” Erdoğan ilk olarak mültecilere ne kadar güzel imkanlar sağladıklarından bahsediyor ve durumlarının daha da iyileştirileceğini söylüyor. Daha sonra tabi ki de Avrupa devletlerinin mülteciler konusu ile ilgili ne kadar samimiyetsiz olduklarından yakınıyor. Sanki mültecilerin seyahat ve yaşama hakkını engellemek için Avrupalı devletler ile pazarlık masasına oturan kendisi değilmiş gibi.

“Karşınızda yıkılmadan durmak zor” diyerek sözlerine başlayan bir genç anti demokratik uygulamalara karşı siz ve milletimiz sürekli hedef oluyor diyor ve neden bu anti demokratik uygulamaların milletimizi hedef aldığını soruyor.

Erdoğan ise bunun Türkiye’nin kaderi olduğunu söylüyor. Kendi iktidarlarından önce ülkenin borç batağında olduğunu ve kendilerinin ülkeyi tırmanışa geçirdiklerini söylüyor. Dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içine Türkiye’yi soktuklarından bahsediyor. Peki ne pahasına? İşçi sınıfının muazzam sömürüsünün bu gelirin en büyük kaynağı olduğundan bahsetmek Erdoğan’ın aklına gelmiyor. OECD ülkeleri arasında çalışma istatistikleri bakımından en kötü birinci ya da ikinci ülke olmamızdan hiç bahsedilmiyor. Emlak yatırımı uğruna hangi doğal güzelliklerin tahrip edildiğinden, barajlar için hangi tarihi eserlerin sular altında kaldığından, madenler için kaç ormanının yakıldığından bahsedilmiyor. Bunlar zaten Türkiye’yi ilk 20 ülke arasına sokabilmek için yapılması zorunlu olanlar.

Aslında Erdoğan bir bakımdan doğruyu söylüyor. Kapitalizm şartlarında Türkiye’nin kaderi bu. Yakın tarihi boyunca sermaye birikimi hep sorunlu olmuş bu ülkede kapitalizm şartları altında demokrasi adına kalkınma dediğiniz anda ekonomi çöküyor ve yoksullaşma artıyor. Ekonomiyi canlandırmak için başta işçi sınıfı olmak üzere halkın çeşitli kesimlerine yapılan baskılar ise grevlere, direnişlere, isyanlara, ayaklanmalara neden oluyor ve hükümetleri deviriyor.

Evet Türkiye’nin kaderi bu. Ya kapitalizm içinde sürekli olarak barbarlığa sürükleneceğiz, ya da başka bir dünyayı inşa etmeye bu ülkeden başlayacağız.

CEVAP VER