Suruç Katliamı’nın anlattıkları

Cumhurbaşkanı’nın özgül rolü

Suruç’ta yaşanan katliamdan öncelikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sorumludur. Kürt halkının tartışma konusu bile olmaması gereken demokratik haklarının birer pazarlık malzemesi haline getirildiği “çözüm süreci” boyunca ve son genel seçimler süresince Erdoğan, Kürt hareketini tüm sosyalist bileşenleri ile birlikte toplum nezdinde düşmanlaştırmaya çalıştı. Bunu sadece milliyetçi oylar için de yapmadı! Bunu, Türkiye rejiminin baskıcı karakteri Kürt kimliğine duyulan nefretle belirlendiği için yaptı. Erdoğan, PKK ile IŞİD’i bir tutarak ve güney sınırında bir Kürt devletine izin vermeyeceğini deklare ederek bu katliamın yolunu hazırladı, bu katliamı gerçekleştirme arzusunda olan karşı-devrimci çetelere devlet güvencesi verdi. İktidar koltuğunu seçim sandığından çıkan sonuçlar aracılığıyla güvence altına almaya çalışan Erdoğan, son seçimlerde bu kozu da kaybederek yıprandı. Bu politik yıpranışın onarılabilmesi için ise provokasyonları ve katliamları gündeme getirmek zorunda hissetti kendisini.

 

Prestij kaybına karşılık kaos planları

Doğrudan ilgisi olsun veya olmasın, seçimlerde kaybettiği prestijini ülke içinde terör estirerek yeniden inşa etmeye çalıştığı bilinen hükümetin eli Suruç’ta kana bulanmıştır ve bu ilk değildir. AKP eliyle giderek otoriterleştirilen Türkiye rejimi, yaşamakta olduğu politik krizi ve yaklaşan ekonomik krizi kaos üreterek aşmaya çabalamaktadır. Bu bağlamda hükümetin farklı temsilcileri Suriye ile girilebilecek bir savaşı dâhi gündeme getirmişlerdir.

Suruç Katliamı aynı zamanda AKP’nin erken seçimi dayatma yönünde başvurduğu manevraları da güçlendiriyor. AKP, mecliste yeterli sandalyeye sahip olmadığı takdirde ülke içinde “terörün” ve “kaosun” hâkim olacağı kara propagandasını yapıyor. Ancak bu “kaos” bizzat AKP hükümetinin politikalarından doğuyor. AKP böylece kendi sonunu ertelemeye çalışsa da kadrolar ve kitleler bazından kay kaybetmeyi sürdürüyor.

Onlarca sosyalist gencin öldürülmesi, aynı zamanda AKP’nin iflas eden dış politikasının da bir ürünü. AKP’nin dış politikası, bölgedeki sınıfsal ayrımları perdelemek için mezhepsel ayrımları görünür kılmak ve hatta mezhepçi çatışmaları kışkırtmak için doğrudan lojistik ve silah yardımında bulunmak oldu. Ne var ki hükümet açısından Gezi direnişi, Kobane serhildanı ve patlak veren grevlerin işaret ettiği gerçeklik ile yayılmacı hayallerin arasındaki açı giderek açıldı. Katliamın hükümet açısından bir diğer önemi de burada, bu açının kapanmasına yardım etmesi arzusunda yatıyor. Hükümet  bu saldırının Türkiye’ye dönük bir içeriğe sahip olduğunu iddia ederek bölgeye dönük yayılmacı planlarını meşrulaştırmaya ve Kürt hareketinin edindiği statünün geçersiz olduğuna ikna etmeye çalışacak. Erdoğan ve Davutoğlu’nun katliamın ertesinde gerçekleştirdikleri açıklamalar, tam da bu saldırının Türkiye’ye dönük bir komplo olduğunun inandırılması üzerine kuruluydu.

AKP, Suriye’ye karşı başlatmayı arzuladığı savaşta talep ettiği tampon bölgeyi yaratamadı. Denebilir ki AKP, Türkiye’nin her yerinde olmakla birlikte özellikle de güney sınırında ve son seçimlerin gösterdiği sonuçlar itibariyle de Kürt illerinde derin bir yönetememe krizi ile karşı karşıya. AKP, tam da Reyhanlı ve Suruç gibi katliamları birer mazeret zemini olarak kullanarak kendi “tampon bölge” politikasına kredi bulmak ve böylece bölgedeki egemenliğini yeniden tesis etmek istiyor.

Hükümetin değişik noktalardan birbirini kesen bütün politik hedefleri ve arzuları aslında tek bir amaca hizmet ediyor, o da Türkiye’nin bir iç savaşa veya bir iç savaş öncesi duruma doğru sürüklenmesi. Batan bir gemi olarak AKP kendisiyle birlikte ülkeyi de kendi sonuna götürmeye ve böylece kendisinin tek çözüm olduğuna ikna etmeye uğraşıyor. Yenilen bir işgal ordusunun geri çekilirken toprakları ateşe verip şehirleri yerle bir etmesi gibi, AKP kendisinden sonraki döneme bir enkaz bırakma refleksi ile hareket ediyor. Zira ancak bu enkazın içerisinden yeniden eski ihtişamı ve prestijiyle çıkabileceğini biliyor. Ama yükselen sınıf mücadelesinin göstergeleri ve provokasyonlara dönük olarak gerçekleşen kitlesel seferberlikler bu enkazın altında kalacak olan ilk aktörün AKP olacağına işaret etmekte.

 

Sosyalistler Kürt halkıyla buluşursa…

Katliamın gösterdiklerinden birisi de, rejimin sosyalistler ile Kürt halkının buluşmasından duyduğu korkudur. Nasıl ki IŞİD, Suriye’de despotik Baas monarşisine karşı ayaklanmış olan işçi ve emekçilerin devrimini diktatör Esad’ın istekleri doğrultusunda mezhepçi çatışmalara ve gerici bir iç savaşa çevirdiyse, şimdi de Türkiye rejiminin güney komşusu PYD’den duyduğu hoşnutsuzluğu kullanarak  Kürt halkıyla buluşmaya giden sosyalistlere saldırdı. Türkiye rejimi, Suriye Devrimi’nin patlak vermesiyle Suriye’nin kuzeyinde kurulan özerk Kürt yönetimlerinin neo-liberal politikalara ve kurumlara karşı (eksik de olsa) oluşturduğu alternatiflerin, Türkiye’nin Kürt illerinde sistem dışı sorgulamalara yol açmaması için katliamlara ve provokasyonlara başvuruyor. Böylelikle rejim, Kürt sorununun devrimci çözümünden duyduğu korkuyu ifşa ediyor.

 

İlan edilmemiş karşı-devrimci bir ittifak

Suruç katliamının da bir kere daha gösterdiği üzere, Arap devrimlerinin de etkisiyle Ortadoğu’da önlenemez bir yükselişe geçmiş olan sınıf mücadelesini sindirmek için görünmez ve kamuoyu önünde ilan edilmemiş olan bir karşı-devrimci ittifak kuruluyor. Bu ittifakın bileşenlerini IŞİD, Türkiye hükümeti, diktatör Esad, darbeci Sisi, İran’ın molla rejimi ve Suudi Arabistan gibi, çıkarları birbirleriyle yer yer çatışıyor gibi gözükse de aslında devrimci kabarışı önlemek noktasında politikaları ortaklaşan odaklar ve benzerleri oluşturuyor. Yemen’e müdahale noktasında ve bölgedeki devrimci yükselişleri durdurmak adına birleşik bir Arap ordusu kurulması konusunda  anlaşan Arap rejimleri, bu anlaşmaların bir diğer fiili ortağının da Türkiye hükümetinin olduğunun farkında. Bu bağlamda bu karşı-devrimci cephe Suriye devrimine, Kürt halkının mücadelesine, Filistin intifadalarına ve bölgenin geri kalan devrimci dinamiklerine ortak müdahaleler geliştirme yönünde bir irade ortaya koyuyor.  Suruç’ta sosyalistlerin katledilmesi, çıkarları yer yer farklılaşsa da devrimci dalga karşısında ortak tutum alan bu odakların ortaya koydukları karşı-devrimci iradenin de bir sonucudur.

 

Hükümetin cevaplaması gereken sorular

Sosyalist gençlere dönük gerçekleştirilen saldırının asıl sorumlusu IŞİD olmakla birlikte, aynı zamanda hükümettir de. IŞİD, kendisine lojistik ve silah yardımında bulunan iktidar partisinin gösterdiği işbirliği aracılığıyla bu katliamı gerçekleştirebilmiştir. “Nasıl olsa IŞİD’dir” denilerek hükümetin cevap vermek zorunda olduğu sorular boş verilmektedir.

Hükümet öncelikle saldırganların sınırı nasıl geçtiğini açıklamalıdır. Ondan sonra saldırganların patlayıcıları nasıl edindiği ve Suruç’taki yerleşim bölgelerine nasıl sızdığı üzerine bir soruşturma başlatılmalıdır. Bu soruşturma sırasında sorumlu bulunan devlet görevlilerin yargılanmalarının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Bölgede IŞİD’in varlığı üzerine soru soran gazetecilerin kovulmasını talep eden Urfa valisi başta olmak üzere sorumlu devlet görevlileri ve bürokratları istifa etmeli ve ardından yargılanmalıdır. Türkiye, güney komşusu olarak PYD’yi tanımalıdır ve ayrıştırıcı, mezhepçi, düşmanlaştırıcı söylemler ile politikalar terk edilmelidir. Reyhanlı’yı, Uludere’yi, Amed’i ve daha birçok katliamı engelleyememiş olan ve bu katliamların faillerinin yakalamak konusunda en ufak bir adım atmamış olan bu hükümet istifa etmelidir. Türkiye hükümetinin kurduğu diplomatik ilişkiler kapalı kapılar ardında kalmamalıdır, şeffaf olmalıdır.

CEVAP VER