IŞİD’in Suruç’a saldırısı; suçlu AKP ve derin devlet

Joseph Daher

20 Temmuz 2015 tarihinde Türkiye’nin Suruç ilçesinde aşırı gerici IŞİD örgütü (sözde İslam Devleti), çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Kobane’nin yeniden inşası için bu kente gitmeyi tasarlayan SGDF üyesi 300 gencin toplantısına ev sahipliği yapan Amara Kültür Merkezi’ni hedef aldı. Bu devrimci gençler, Haziran 2013’te İstanbul’da başlayan protesto hareketinin çocukları, yani “Gezi’nin çocukları” olarak orada olmak için bir gün önce İstanbul’dan yola çıktılar. Kampanya videosunda SGDF’li sosyalist gençlerden biri, “Kobane direnişinde şehit düşmüş herkesin isimlerini verdiğimiz 500 fidan dikeceğiz. Ayrıca Berkin Elvan için meyve ağaçları dikeceğiz. Savaş müzesi inşa edilmiş, son saldırıda yıkılmıştı; bunun yeniden inşasında bulunacağız. Kütüphane inşasında çalışacağız. Yanı sıra Kobane’nin merkezindeki enkaz çalışmalarına katılacağız.” diyordu. Gençler; kitaplar, oyuncuklar, kıyafetler ve dikmek için fidanlar getiriyorlardı.

Saldırı, 30’dan fazla kişinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına neden oldu. Bu saldırıya eşzamanlı olarak IŞİD, Kobane kentine de saldırdı. IŞİD’in bu yeni ve barbarca suçları, aşırı radikal hareketin Suriye, Irak ve aynı zamanda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da istisnasız tüm bölge halklarına saldırı anlamına gelen totaliter ve gerici projesi kapsamında işlediği sayısız suç ve katliamlardan yalnızca bir kısmını oluşturuyor. Dahası Suriye’de IŞİD, Suriyeli devrimcilere de özellikle saldırdı.

Bu saldırı, Türk ordusu güdümündeki Türk derin devletiyle işbirliği yapan AKP hükümetinin bölgedeki devrimci süreçlerin başlangıcından, yani 2010 sonu ve 2011 başından beri uyguladığı politikaların bir sonucu olarak görülmelidir. Bu iki gerici güç, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelişi sırasında önemli anlaşmazlıklar yaşamış olsalar da, son yıllarda sürekli yakınlaştılar. AKP hükümetinin son yıllarda otoriterliğini arttırtığını da hatırlatmakta fayda var : Güvenlik güçlerine ve polise daha fazla yetki veren özgürlük karşıtı yasa çıkarılması, 2013 yılında Gezi sırasında olduğu gibi halk hareketleri ile 1 Mayıs ve en son yapılan LGBTİ gösterilerinin şiddet yoluyla bastırılması, grevlerin ezilmesi, Alevilere karşı mezhepçi bir dil kullanılması, Erdoğan’ın kadın-erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğuna ilişkin açıklamasında olduğu gibi kadınlara yönelik muhafazakar ve gerici bir söylem geliştirilmesi, unutmadan yolsuzluk iddiaları, Aralık 2014’te bir yasa tasarısının kabulüyle yürütme organının yargı organı üzerindeki nüfuzunu arttırılması ve2013-2014 Kış’ında AKP rejimini sarsan yolsuzluk soruşturmalarını başlatan üst düzey 4 Türk savcının disiplin gerekçesiyle görevden alınması gibi yargıdaki diğer manipülasyonlar vb.

İlerici Türk aktivistlerin altını çizdiği gibi, Esad rejiminin bombardımanından ya da IŞİD’in saldırılarından kaçan ve yasadışı olarak Türkiye’ye geçmeye çalışan Suriyeli sivilleri engellemekte bu kadar etkili olan Türk ordusunun – henüz birkaç gün önce yaklaşık 500 Suriyeli sivil Türk güvenlik güçleri tarafından yakalandı – 300 gencin bir kültür merkezinde yaptığı toplantının güvenliğini sağlayamaması da oldukça ilginç… Öte yandan sosyalist gençlerin otobüsleri, İstanbul’dan beri sivil polis tarafından takip ediliyordu. Üstelik Haziran’da Urfa valisi, kentte IŞİD üyelerinin varlığına ilişkin sorular soran gazetecilerin göz altına alınmasını emretmişti.

İstanbul’da aynı gece Suruç’ta hayatını kaybedenler için yapılan gösteriler de Türk polisi tarafından bastırıldı.

Aslında AKP hükümeti Suriye’de, İslamcı ve cihatçı grupları, devrimin Suriyeli ve Kürt demokratik güçlerine karşı destekledi. İslam ordusunun önderi Zahran Alloush’un, birçok sivil Suriyelinin sınırdan çevrilmesine rağmen, Damas kırsalından İstanbul’a ulemalar konferansına katılabilmek için sorunsuzca gelmesi bunun en açık göstergesiydi. Türk hükümeti Türkiye’den Suriye’ye geçen cihatçılara da göz yumdu ve bölgeyi bütün dünyadan gelen cihatçılar için transit geçit bölgesi haline getirdi. TSK’nin bazı İslamcı ve cihatçı gruplarla olan işbirlikleri de açığa çıktı. Mayıs 2015’te eski Adana başsavcısı Süleyman Bağrıyanık ve yardımcıları Ozan Şişman, Aziz Takçı ve Ahmet Karaca Türk yetkililerce gözaltına alındılar ve Adana mahkemesine çıkarıldılar. Eski Albay Ozan Çokay da bölgesindeki en yetkili kişi olduğu için gözaltına alındı. Bu 4 savcı Hatay ve Adana’daki Suriye’ye silah cephane taşıdığından şüphelenilen kamyonların ve otobüslerin araştırılması emrini verdikten sonra ilk önce başka yerlere atandılar daha sonra ise açığa alındılar. Bu olaydan sonra ele geçirilen kamyonların MİT’e ait olduğunu ve Esad rejimine karşı savaşan bir grup İslamcı ve cihatçıya silah taşımakta olduklarını belirten bir takım belgeler internette dolaşmaya başladı.

2014 sonbaharında, IŞİD Kobane kentini kuşatma altına almış ve 200 000 kadar insanı göç etmeye zorlamış bulunduğu sıralarda, AKP hükümeti Kürtlere yardım etmeyi veya PKK militanlarının cihatçılarla savaşmak için sınırı geçmesini reddetti. Bu sırada, mültecilerin konakladığı çadırlar harap edildi ve barış için insan zinciri aktivistleri Kobane sınırında göz yaşartıcı bomba ile saldırıya uğradı. Tam bu sırada Türk cumhurbaşkanı Erdoğan PKK’nin IŞİD’den daha kötü bir terör örgütü olduğunu ilan etti. Aynı zamanda Türk yetkililer 1992’den beri ilk defa, Kürtlerin çoğunlukta olduğu 6 ilde, Kürt halkının, AKP’nin Kobane’ye yardım etmeme ve Kürt savaşçıların sınırdan geçmesini engelleme politikasına karşı yaptığı önemli gösterilerden sonra, sokağa çıkma yasağı ilan ettiler.

AKP hükümetinin bugüne kadarki başlıca amacı Suriye’deki benzer ideolojilere sahip, İstanbul’daki merkezi güç ile ilişkileri bulunan ve her türlü Kürt özerkliğine düşman olan köktenci akımları destekleyerek Kürt halkının Suriye’deki herhangi bir çeşit özerkliğini engellemekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu şovenist politikası ve söylevleri PKK ile 2013 yılında başlayan barış sürecinin devam etmesini zorlaştırdı ve bugün tamamen durdurdu.

Son seçim kampanyasında yüzde 13,1’lik tarihi bir başarı elde eden ve 80 milletvekili çıkartan HDP de AKP’nin ve özellikle cumhurbaşkanı Erdoğan’ın saldırgan tehditlerinin öznesiydi, aşırı sağcı Türk milliyetçilerinin fiziksel saldırılarından ve HDP mitinginde patlayan bombadan söz etmiyoruz bile. Bu, çoğunluğu Kürtlerden oluşan parti, seçilmiş milletvekillerinden yüzde 40’ından fazlası kadın olarak, Ermeni katliamını tanıyan, LGBTQİ bireylerin haklarını savunan (eşcinsel olduğunu açıklayan ilk milletvekili ile) dinî ve etnik azınlıkların haklarını savunan demokratik ve ilerici bir program ile seçimlerde Kürt halkının(Türkiye’nin yüzde 20’si) dışında da oy aldı.

AKP’nin bu saldırgan politikalarının tarihsel bir temeli var; Türk devleti tarih boyunca Kürt halkına karşı ayrımcı ve baskıcı politikalar izlemiştir. Bütün ilerlemelere rağmen kimlik sorununda da kültürel, sosyo-ekonomik ve politik ayrımcılıklar sürmektedir. Bu tarihsel çerçevede PKK ve üyeleri kriminalize edilmişlerdir. Türkiye’de 8000’den fazla Kürt siyasi tutuklu vardır. Bu çerçevede PKK’yi eleştirsek de, AB gibi birlikler için onu terör örgütü listesinden çıkartmak zorunludur.

Kemalizmin mirasını taşıyan AKP hükümeti ve askeriye tarafından yönetilen Türk derin devleti IŞİD’in yaptığı bu barbar katliamdan sorumludurlar. Bu yüzden bu iki tarafa da karşı tutum almalıyız: Kökten bir değişim, daha çok demokrasi,  sosyal eşitlik ve sosyal adalet, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı (Suriye, Irak ve İran’da da) ve Ermeni katliamının ve diğer toplumsal davaların tanınması için…

CEVAP VER