Bir gün daha sona ermişti… Bir an evvel, şu boyalı tulumundan kurtulup eve atmak istiyordu kendini. İskeleden aşağıya inip eşyalarının yanına gitti, üzerini değiştirdi çabucak. Elindeki poşeti sallayarak çıktı inşaattan, sokağa girdi. Önce bir silah patladı. Sonra bir ılıklık hissetti göğsünde. Yere düşerken verdi son nefesini. 14 yaşındaydı Ümit Kurt.

* * * * * * * * * * *

“Bana aaaat, buradayım !!” Yasef Mahallesi’nde kıyasıya bir futbol maçı sürüyordu çocuklar arasında. Nihat Kazanhan’daydı şimdi top, kaleye yaklaşıyordu hızla, gerindi ve… Yerdeydi. 12 yaşındaydı. Başından vurulmuştu.

* * * * * * * * * * *

27 Aralık 2014 tarihinde, Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanan Kobane seferberlikleri sırasında bizzat devlet tarafından sokağa salınan Hüda-Par güçleri Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi ( YDG-H ) ile çatıştı. O günden bugüne değin ise 4’ü çocuk olmak üzere 7 kişi hayatını kaybetti. Her ne kadar burjuva basın tarafından yaşananlar salt Hüda-Par ile YDG-H arasındaki çatışmalar olarak gösterilmeye çalışılsa da, tüm bu ölümlerin sebebi AKP hükümetinin Hizbullah’ın uzantısı Hüda-Par’ı kullanarak devlet terörünü uygulaması; halkın, özellikle de çocukların üzerine kurşun yağdırmasıdır. Torunu Nihat’ın ölümü üzerine konuşan Ali Kazanhan’ın sözleri ise yaşanan devlet terörünün bir özeti niteliğindedir; “Devlet çocuklarımızı öldürmeye doyamıyor. Üstüne üstlük yetkililer çıkıp yaptıkları katliamları inkâr ediyorlar. Yıllardır bizi öldürüyorlar, bu inkâr edilemez. Onca insanın önünde zırhlı polis aracından açılan ateş sonucu torunum vuruldu. ‘’ .

Kürt çocuklarına yönelik şiddet uygulamaları geçmişten bu yana süregelmiştir. Çocukların kendi anadillerini kullanmalarına yönelik getirilen yasaklar yıllar boyunca devam etmiş, açılan Kürtçe okullara okulun daha ilk gününde kilit vurulmuştur. Binlerce çocuk cezaevlerine kapatılmış, burada ağır şiddete maruz kalmış, devlet ise yaşananlara göz yummuştur. Pek çok çocuğun yakınları, arkadaşları okullarında, sokaklarında, evlerinde gözlerinin önünde bizzat devletin kendisi tarafından katledilmiştir. 2006 yılında eski Başbakan Erdoğan’ın “… çocuk da olsa, kadın da olsa gözlerinin yaşına bakmayacağız … ” sözleri uygulanan devlet terörünün itirafı niteliğindedir.
AKP hükümeti uyguladığı devlet terörü ile, Kürt halkının en temel hak ve özgürlük taleplerini pazarlık konusu haline getirdiği “Çözüm Süreci”nde elini güçlendirmeyi hedeflemekte, mücadeleyi kararlılıkla sürdüren Kürt halkına çocuklar üzerinden tehdit mesajları iletmek niyetindedir.

Çocuk ölümlerinin gölgesinde çözüm süreci

 

Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin geçmişten bugüne değişmeyen ilkelerinden biri “Kürt ulusal hareketi”nin sönümlendirilmesi üzerine kuruludur. Bu zihniyet, bazı dönemler Kürt varlığının inkârı, bazı dönemler de köy ve kasabaların eski isimlerinin kabulü ile sürekliliğe sahip olan bir anlayıştır. AKP hükümeti de, iktidara geldiği günden bu yana bu zihniyetin sadık bir uygulayıcısı olmuştur. 2011 yılında yaşanan ateşkes-görüşme dönemi bu durumun bir göstergesidir. Kürt halkının mücadelesinin inkârı ise, yine aynı yılın haziran ayında bizzat eski Başbakan Erdoğan tarafından seçimler öncesinde, Muş mitinginde dile getirilmiştir; “Bu ülkede artık Kürt meselesi yoktur. Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır !”. 2012 senesinde hükümet tarafından hayata geçirilen savaş ve imha politikası, son dönemde karşımıza çıkan “Çözüm Süreci”nde uygulanan “Kürt ulusal hareketi”nin sönümlendirilmesi ilkesinin zorunlu bir parçasıdır.

Kürt halkının siyasal önerliği ile AKP hükümetinin “çözüm” masasına oturmasında örgütlü bir halkın yıllardır verdiği kararlı mücadele ve devlet tarafından bir türlü Kürt halkının askeri ve politik direncinin kırılamaması büyük bir paya sahipti. Fakat sürecin başladığı günden bu yana, Kürt halkı tarafından talep edilen anadilde eğitim, barış, iş, aş, ekmek ve siyasal demokrasi gibi en temel ekonomik, toplumsal ve siyasal taleplerin hiçbirisi karşılanmadı.

Süreç, sürekli olarak baskılar, tutuklamalar ile sekteye uğradı. “Artık silahlar sussun!” denilen dönemde dahi Kürt halkına yönelik katliamlar Gever’de, Lice’de, Cizre’de olduğu gibi devam etti, kalekolların inşası son bulmadı. Bölgedeki eylemlilikler esnasında hükümet “Kamu Düzeni Paketi”ni meclise taşıdı. Asker, polis ve istihbaratçılara geniş yetkiler veren, somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklama kararının verilebilmesine zemin hazırlayan, uzun tutukluluk dönemlerinin önünü açan bu paket devlet güçlerine sınırsız bir özgürlük vaadi niteliğindeydi. Geçtiğimiz temmuz ayında ise meclise sunulan ve onaylanan “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesi” adlı yasa, çözüm sürecinin hükümet kanadından nasıl algılandığını ortaya çıkardı. Zira, isminden dahi yasanın neye hizmet ettiğini anlamak mümkündü. Yasa, barışı bir kenara bırakalım hükümetin sorunu bir güvenlik/terör meselesi olarak algıladığını gözler önüne serdi. Sunulan paketler, onaylanan yasa tasarıları hükümetin Kürt mücadelesini “kamu düzenini sağlamak” çerçevesinde ele alarak, “terörü sonlandırma” anlayışından hiç de vazgeçmek niyetinde olmadığını kanıtladı.
Öte yandan, Şırnak’ta kayıtsız ve güvencesiz koşullarda çalışan maden işçileri iş cinayetlerine kurban gitti, Kürdistan topraklarında enerji, çağrı merkezi, tarım ve tekstil gibi pek çok sektörde birçok insan ucuza ve kölece koşullarda çalışmaya devam etti. Tüm bunlar, tıpkı rant amaçlı kentsel dönüşümlerde, kadınların parça başı, esnek ve güvencesiz işlere mahkum edilmesinde, eğitimin piyasaya açılmasında, Soma’da 301 işçinin “fıtratları” gereği iş “kazası”nda hayatını kaybetmesinde olduğu gibi Kürt halkına yönelik olarak da gerçekleştirilen her türlü saldırının aslında sınıfsal bir karakter taşıdığını gözler önüne serdi.

Cizre’de ve tüm bölgede yaşanan devlet terörünün ve ölümlerin sorumlusu AKP hükümetinin bizzat kendisidir! Dolayısıyla hükümet uyguladığı devlet terörüne derhal son vermeli, tüm sorumlular yargı önüne çıkarılıp cezalandırılmalıdır. İddia edilenin aksine; içerisinde bulunduğumuzun söylendiği “Yeni Türkiye” olarak adlandırılan süreç de Kürt halkının lehine hiçbir dönüşümü barındırmayacaktır. Çünkü “Yeni Türkiye” AKP iktidarı ve patronların sermaye birikiminin yeni ihtiyaçlarına uygun olarak oluşturmak istedikleri yeni düzenin adıdır. İstikrar söylemi altında her türlü demokratik kurumu işlevsiz kılan, ekonomik büyüme adına her alanı piyasaya açan bu düzen, yeni anayasa ile taçlandırılacaktır. İşte “Çözüm Süreci” de bu amaca hizmet etmektedir. Kürt halkının ekonomik, toplumsal ve siyasal mücadelesi neo-liberal burjuva düzen sınırları içerisine hapsedilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla sorun sınıfsaldır, çözüm ise yine sınıflar mücadelesinde yatmaktadır. Nihayetinde, asıl çözüm halkların eşitliği temelinde, işçi ve emekçilerden yana bir düzenle sağlanacaktır.

CEVAP VER