Malumumuz Türk eğitim sistemi pek çok açıdan şaibeli. İlkokuldan üniversiteye kadar hiçbir öğrencinin dilinden düşmeyen tek cümle “Bu öğrendiklerimiz neye yarayacak ki?”. Milli Eğitim Bakanlığı’nın buna düzgün bir yanıt verdiğine şahit olmak epey zor. Zira eğitim açısından pek de mantıklı bir açıklaması yok. Sınavlardan sonra hemen unutulan ‘İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’ndan tutun nereden çıktığını, neye yaradığını bilmediğimiz –büyük ihtimalle Türkiye’deki birçok öğretmenin de bilmediği- matematik formüllerine kadar bir takım kaynağı ve mantığı verilmeyen bilginin ezberletilmesinin öğrencilere kattığı pek bir şey olmadığı okuma, anlama, matematik ve fen bilimleri alanlarında yapılmış uluslararası testlerle belgelenmiş durumda. (Son OECD {Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgüt} raporuna göre Türkiye 76 ülke arasında 41. sırada, bir sene önce açıklanan WEF {Dünya Ekonomik Forumu} raporuna göre ise Türkiye bütün dünyada okur-yazarlık bakımından 67. ve eğitim sisteminin genel kalitesi bakımından ise 91. sırada.)

Bütün bunlar akla Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve genel olarak devletin eğitim sisteminden ne beklediği veya vatandaşlarına ne sunmaya çalıştığı sorularını akla getiriyor. Devletin eğitim sisteminde eğitimle ilgili olan en önemli beklentisinin Türkçe konuşan, ‘Türk’çe düşünen, millî tarihi (zararlı cemiyetler, yararlı cemiyetler, Orta Asya’dan göçen Türkler, Türkleri sırtından bıçaklayan Araplar vs.) özümsemiş, hükümeti eleştirse de devlete sonuna kadar bağlı (tercihen hükümeti de eleştirmeyen) insanlar yetiştirmek olduğunu düşünmek için pek çok sebebimiz var. Tabi devletin eğitim sisteminden eğitim ile ilgili olmayan beklentilerinin daha çok olduğunu söylemek pek âlâ mümkün. Bunun en açık örneği devlet okulları için harcanan (harcanmayan desek daha doğru olur) sermaye miktarı. (Yine OECD araştırmasına göre 2014’te Türkiye ulusal gelirin %4 civarında bir kısmını eğitime harcarken, OECD’ye üye ülkeler ortalaması %6 civarında seyrediyor.) Tahmin etmişsinizdir devletin eğitim sisteminden en önemli beklentisini iktisadî kaygılar oluşturuyor. İşsizliğin tavan yaptığı genç işsizliğin ise daha da beter durumda olduğu (TUİK 2013 verilerine göre genç işsizlik %17,1) Türkiye’de özellikle orta ve orta üst gelir grubuna giren insanların toplu halde işsizler ordusuna katılmaması için devletin en çok başvurduğu kurum eğitim. Liselerin 4 seneye uzatılması, üniversite sonrası yüksek lisansın teşvik edilmesi bunun bariz örnekleri. Tabi eğitimin bir başka işlevi de patronlara para kapısı olmak; artık adlarına alıştığımız üniversitelerden Koç, Sabancı, Özyeğin gibilerinin isimlerinin Türkiye burjuvazisinin soyadları olduğu garibimize gitmiyor bile. Tamamen kâr odaklı hale gelen eğitim kurumlarında eğitim dışında her şeyi bulmak mümkün; işçi, öğrenci, öğretim üyesinin emek sömürüsü, mobbing, sendikalaşanların atılması vb. karşımıza sık çıkan örnekler.

Hâl böyle olunca Turizm Bakanlığı da turizmde %15’lere varan düşüşü durdurmak için okulların bayramdan sonra açılmasını, böylelikle ailelerin tatil mekânlarına akmasının teşvik edilmesini açık sözlülükle önermekten çekinmiyor. Milli Eğitim Bakanı da mevzu bahis burjuvazinin kâr oranları olunca meseleyi daha fazla uzatmadan Başbakan ile bir görüşme ayarlıyor. Yapılan üçlü toplantıda tabi ki burjuvazinin isteği uygulanıyor.Türkiye’de eğitim zaten burjuvazinin ve devlet bürokrasisinin bastonu niteliğinde; ne zaman parasal veya politik bir sıkıntı yaşansa eğitime müdahale oluyor. Eğitime müdahale tabi ki lazım ama politik nedenlerle dershanelerin kapatılmasının duyurulması, patronların zenginleşebilmesi için yeni yönetmeliklerin çıkarılması veya turizm canlansın diye okulların geç başlatılması şeklinde değil. Onca yıl iktisadî büyümenin propagandasını yapan hükümet tarafından eğitime dair bir yatırım göremedik tersine devlet gittikçe bu alanlardan elini çekerek eğitim işçilerini ve öğrencileri tek amaçları kâr etmek olan kurumların insafına bıraktı. Şimdi propagandası yapılacak bir iktisadî büyüme kalmadı, görece nitelikli eğitim hâlâ patronların elinde, devlet okullarıysa en kötü zamanlarını yaşıyor. Tabi Türkiye için gittikçe derinleşen ekonomik krizin eğitim patronlarını batırmaya başlaması da önümüzdeki ihtimallerden biri olarak duruyor. Böyle bir ihtimalin gerçek olması durumunda meslek liselilerin stajlarında çok daha fazla sömürülmesi, özel sektördeki öğretmenlerin bir kısmının işsiz kalması bir kısmının ise daha düşük ücretlere çalışması, üniversite öğrencilerinin zorunlu staj adı altında sömürüsünün yoğunlaşması ve özel eğitimin dahi niteliğinin belirgin bir biçimde düşmesi söz konusu olacak.

CEVAP VER