Öğrenci denetimi gerek bize!

Bugün üniversitelerde, kendi yaşamımız üzerinde söz hakkımız yok. Birileri bizim adımıza kararlar alıyor ve uyguluyor. Bizlerden, harç paralarını ve çıkardıkları diğer masrafları aksatmadan ödeyen; ders dışındaki vakitlerde, mümkünse okulda bulunmayan; iyisi mi, okuldaki, ülkedeki, dünyadaki meseleleri sorgulamayan kişiler olmamız talep ediliyor.

Ve görünen o ki, bu taleplerinde de epey ısrarcılar. Çünkü aksi yönde davranırsak, soruşturmalar vasıtasıyla görüş alış-verişi yapmaya çalışabilir ya da, özel güvenlik, sivil polis veya faşistler aracılığıyla, bizleri ikna etmeye çalışabilirler.

Bazen ufak bir ayrıntı, büyük resmi daha iyi görmeyi sağlayabiliyor. Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) uzun süredir, ziyaretçi girişine kapatılmış durumda. Rektörlük, bu kararı (buyruk mu demeli?) alırken, yasağın sebebini açıklama lüzumu görmüyor ve yasağa “geçici” derken, ne zaman “geçeceğine” dair bir süre de koymuyor. Ve sonuç: Okul dışından bir arkadaşınızla, üniversitenin kantininde çay içmek yasaktır. Üniversite kütüphanesinin, üniversite sakinleri haricindekilerce kullanılması sakıncalıdır…

Evet, bu GSÜ’ye has bir uygulama da değil. Başka pek çok üniversitede, çok daha katı bir giriş-çıkış denetimi var. Ancak bu uygulama ve onun hayata geçiriliş biçimi, bize üniversitelerdeki duruma dair, çok şey anlatıyor. Ve soruyoruz: Neden rektörün kararları, ferman niteliği taşıyor? Sahi, rektörleri, dekanları, bölüm başkanlarını kim, nasıl ve hangi kritere göre seçiyor? Bizler, üniversitelerin, orada yaşayanların, yani öğrenim görenlerin ve çalışanların olduğunda ısrar ediyoruz ve bizleri ilgilendiren her konuda, kararı kendimiz almak istiyoruz!

Söz hakkının olmadığı bir yerde, örgütlenme özgürlüğünden bahsetmekse, kuşkusuz, abes kalıyor. Örgütlü olmadığımızdaysa, haklarımıza sahip çıkmamız mümkün olmuyor. İşte okullarda, son yıllarda yaşananlar, bu kısır döngüye hapsolmuş durumda. En basit bir kulüp faaliyeti için bile, bürokrasiyle ölümüne bir mücadele yürütmek zorunda kalıyoruz. Bu mahkûmiyetten kurtulmak içinse, adım atmak zorundayız. Tek gerçek gücümüzün örgütlülük olduğu bilinciyle, örgütlenme özgürlüğünü kazanabilmek için örgütlenmeliyiz!

Öte yandan, bir de bugün üniversitelerde, adeta bizlerle alay etmek için kurulmuş bir yapı var: Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK). Ne zaman Rektörlük’ten bağımsız, gücünü öğrencilerin birliğinden alan bir örgütlülüğe girişsek, şu cevabı işitiyoruz: “Konsey’de istediğinizi yapabilirsiniz, ama bu şekilde devam ederseniz, olacaklara katlanırsınız”. Hiçbir yetkisi olmayan, YÖK’ün ve Rektörlüğün mutlak denetimindeki “Konsey”le, öğrencilere giydirilmeye çalışılan, bir deli gömleğidir! Varlığı, tamamen göz boyama, öğrencileri denetim altında tutmaya dayalı bu kurumu, yaptığımız çalışmalarda teşhir etmeliyiz.

Oysa, bizler tarihimizden, başka türlü bir ÖTK’nın da var olabileceğini biliyoruz. YÖK’ün ÖTK’larına da isim babalığı yapan bu yapı, ‘80 öncesinin ODTÜ-ÖTK’sıdır. ODTÜ’lü öğrenciler, ÖTK’larını kurarak, üniversitenin mali ve idari yapısı üzerinde denetim kuruyor, ders müfredatlarını kendileri belirliyor, kısacası, kendi kaderlerini kendi ellerine alıyorlardı. Bu deneyim bize, bugün sorunlarımızı nasıl çözebileceğimize dair de bir fikir veriyor. Devlet denetiminden bağımsız, kendi kaderimizi belirleyebilmemizin araçları olacak örgütlenmeleri yaratmak için!

CEVAP VER