Lev Troçki’nin katledilmesinin bu seneki yıldönümü, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla ulusal sol basında ilginç teorik “mise en scene”lere sebebiyet verdi.

Hiçbir ama hiçbir (!) teorik-politik derinliğe veya tarihsel doğruluğa yaslanmayan klişeleşmiş ve mekanikleşmiş skolastik anti-Troçkist argümanların, yenik düşmüş kibirli bir ruh halinin eşliğinde karşıdevrimci bir kinle yeniden ve yeniden ısıtılıp sürekli olarak okurların karşısına sürülüyor oluşu, Marx’ın meşhur “ilki trajediydi, ikincisi komedi” deyişini akıllara getiriyor. Alay, küfür, kibir, kin ve hırs haricinde herhangi bir içeriğe ve anlatıya sahip olmayan bu ham ve yüzeysel saldırıların ispatlamakta oldukları biricik gerçek, bütün bir yüzyılı “emperyalizmle barış içerisinde bir arada yaşamaya” ve Lenin’in Sovyetlerini yıkmaya adayarak geçirmiş bir akımın yaşaya geldiği kuramsal ve metodolojik açmazın kendisidir.

Anlaşılması gereken nokta, tartışılanın Troçkizm adı altında Marksizm olduğudur. Global kapitalizmin yeryüzü ile onun üzerinde yaşayanları geri dönüşü olmayan bir yok oluşa ve yıkıma sürüklediği her saniye, devrimci Marksizm’in ciğerlerini oksijenle doldurmaktadır. Evet, sayısız liberal ve muhafazakar yayının ve kurumun, yüzyıllardır kanıtlamaya çalıştığının aksine, biz haklıyız.

Ancak sol içi önerilerin çeşidi çok. Sadece bugün itibariyle karşı karşıya olduğumuz birkaç tanesini kısaca sıralayalım.

Yunanistan’da, Troika’nın liberal yaptırımları altında can çekişen işçileri, cellatları olan IMF ile barıştırmak isteyen bir Syriza var. Birleşik Devletler’de kentleri ateşe veren siyahi proleterlerle, grevini Beyaz Saray’a yönlendiren işçiyi, bankerlerin partisi olan Demokrat Parti’ye oy atmaya ikna etmeye çalışan bir Bernie Sanders var. Fransa’da Melenchon, göçmen halklara De Gaulle’cü orduyla çelişkiye düşmemeleri gerektikleri vaazını veriyor. İngiltere’de Corbyn, bir zamanlar kralın kafasını kesmiş olan adalı yoksullara, kafaların vücuttan ayrılmaması gerektiğinin yüksek ahlaki gerekçelerini sol bir jargonla anlatıyor. Bunlar haricinde neo-Stalinist sol, Putin’in kapitalist dünya pazarında yaşanan rekabetlerde elini güçlendirme çabalarını en süslü teorik şablonlarıyla övüyor. Filipinli cani Duterte, Washington’a küfrederse, aynı sol tarafından antiemperyalist kampanyanın önderliğine atanıyor. Neo-muhafazakar bir Yunan sağ partisi olan Yeni Demokrasi’den zamanından burjuva bakanlığı yapmış bir müzisyen Stalin’i övünce, diğer bütün veriler ve yabancı sınıf unsurları unutularak, politik propaganda bu övgü üzerine bina ediliyor. Türkiye’ye gelindiğinde ise o eski tekerleme, başına farklı sıfatlar eklenerek tekrarlanıyor: Demokratik cumhuriyet, laik cumhuriyet, sosyal cumhuriyet ve benzerleri. Türkiye’nin rejim karşıtı kitleleri, rejimi yaratan toplumsal ilişkilerin muhafaza edilmesine ve yeniden üretilmesine davet ediliyor, bu kısırlığa hapsediliyor.

Kapitalist Türk devletinin bugünkü “reisinin” komünistleri vatansever olmamakla suçlamasının ardından ulusal sol yelpazenin çeşitli neo-Stalinist bölüklerinin yurtsever olduklarını ispat edebilmek uğruna sıraya girmiş olmaları şunu bir kere daha göstermiş oldu: Türkiye’de, yeni rejimin deyişiyle “yerli ve milli” olmadan ve olmak zorunda kalmadan varlığını sürdürebilmeyi başarmış olan biricik siyasal program Troçkizm olmuştur. Bu, onun enternasyonalist doğasının en açık sonucudur ve gurur vericidir. Troçkizmin, Türkiye özelinde sahip olduğu rejimden kopuşu örgütleme ve iktidarın proletarya tarafından fethi misyonu, onun uluslararası görevlerinin yalnızca, ama yalnızca bir parçasıdır. Bu, Türk ve Kürt işçilerin, dünya proletaryası karşısında sahip olduğu bir sorumluluktur. Mesele bu şekliyle anlaşılmadığı sürece, sonuç hüsran olmayı sürdürecektir. Zira Türkiye proletaryasının hiç de “yerli ve milli” olmayan sınıf çıkarları, ancak ve ancak “yerli ve milli” olmamayı başarabilmiş olan tek akım olarak Troçkizmin birikimiyle; yani sürekli devrim ve geçiş programı mantığıyla sosyalist ifadelerine ve eylem biçimlerine kavuşabilir.

Bugün kapitalizmin yol açtığı felaketlerin ulus ötesi bir düzlemde nihai çözümlerine ulaştırılabileceğini programatik ve örgütsel temellerde müdafaa eden tek akımın Troçkizm olması, kesinlikle tesadüf değil. Bu perspektifin ütopik olduğunu savlayanlar var. Aslında ütopik olan tam tersidir. Yani sorunların çözümünün uluslararası çapta gündeme getirilmesi gerektiği sonucunu öngörmeyen büyün felsefi ve politik öneriler, yıkmayı başaramayacakları kapitalizmle birlikte iflas edeceklerdir. Devrimci önerinin ulusal olanına dair ne varsa, işte o, ütopiktir!

Burjuvaziyle işbirliğinin zorunlu anlarda kaçınılmaz olduğunu vaaz eden, fiilen sol Kemalizmin ve Kemalizmin saflarında mücadele edilmesinin sınıflar mücadelesi düzleminde ilerici sonuçlar doğuracağını iddia eden bir anlayışın, kendi politik oportünizmiyle derinlikli bir hesaplaşmayı örgütlemek yerine, dönüp dolaşıp anti-Troçkist klişeleri büyük teorik çıkarımlarmış gibi kamuoyuna sunuyor olması, sanıyoruz ki tedavisi olanaklı olmayan bir psikolojik zavallılık durumudur. Troçkizmin varlığı bir gerçektir; ve eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, bu gerçeklik, Türk neo-Stalinizminin 2002 öncesinin yarı-cumhuriyetçi konjonktürüne dönüş anlamına gelen otantik “laik-demokratik-yeni” “cumhuriyet” önerilerinin karşısında son derede kuvvetli bir sınıfsal kutbu temsil etmektedir.

Sınıf işbirlikçiliği ve aydınlanmacı ilerlemecilik benzeri topal, kaypak ve açıkça hatalı taktiklerle kendisini var eden neo-Stalinizmin kitleler tarafından felç edilmeye mahkum programı, neoliberal yıkım ile yok oluşun acımasız sonuçlarıyla sentezlenince, Troçkist yöntem ve birikim başka türde bir devrimci Marksizm’e alan bırakmamaktadır. İşte bu sebeple Marksizm’in çağımızdaki olanaklı tek hâli Troçkizm’dir. Buna düşülen bütün şerhler gevezeliktir.

Çağımızın sözde biliminin, ilk adımda her şeyden şüphe etmemiz gerektiğini söyleyip, ikinci adımda bütün geleneksel önermeleri sorgusuzca kabul eden Descartes’ın sadık bir öğrencisi olarak hareket ediyor oluşu, tarihi ve evreni kavrayışımızın üzerine kapitalizm tarafından vurulan prangaların boyutlarını gözler önüne sermektedir. Bugün kürtajı yasaklayan Hipokrat yemini tıp bilimi tarafından hâlâ kullanılmaktadır. Antik Roma’da köle sahipleri tarafından kaleme alınmış olan özel mülkiyet hükümleri İnsan Hakları Bildirgesi’yle korunmaktadır. Troçkizm, bu sıkışmışlıktan ileriye doğru bir sosyalist devrim aracılığıyla yaşanacak olan sıçrayışın ismidir.