Geçtiğimiz günlerde, “Barış için Akademisyenler” yargılamalarında verilen cezalardan birinin ilk kez istinaf mahkemesinde onandığı haberini aldık. Bu kararla birlikte siyaset bilimi profesörü Füsun Üstel’in 1 yıl 3 aylık cezası kesinleşmiş oldu. Füsun Üstel gibi hocalarımızın gösterdiği duruşu anlamak için öncelikle ceza yargısından kısaca birkaç bilgiyi hatırlatmak gerekir. Ceza yargısında, üst sınır olan cezalara ulaşılmadığı sürece alacağınız hapis cezasını yatmamanız için iki yol vardır. İlki henüz davanın başındaki savunmanızda hükmün açıklamasının geri bırakılmasını istemektir. Bir başka deyişle, hakime, “Bana ceza verecekseniz bunu kabul ediyorum ve daha sonra bir suç işlemeyeceğim için bu cezayı çekmek istemiyorum” dersiniz. Füsun Üstel gibi hocalarımız ise, herhangi bir suç işlemediklerinin bilincinde olarak, eylemlerinin arkasında durmuştu ve hükmün açıklamasının geri bırakılmasını istememişti.

İkinci olarak, ceza verildikten sonra ceza ertelemesi gündeme gelir. Bu noktada ise hâkimin takdir yetkisi devreye girer. Barış için Akademisyenler yargılamalarındaki pek çok davada ise hâkim, akademisyenlerin “pişmanlık” göstermedikleri gerekçesiyle cezalarının infaz edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Buradan tek dönüş olan istinaf mahkemesinin de bu hukuk garabetine katıldığını Füsun Hoca hakkında verdikleri kararla gördük.

Diğer yandan, barış imzacısı akademisyenlerden olan Şebnem Korur Fincancı için ceza ertelemesine de imkân kalmaması için 2 yılın üstünde bir hapis cezası verildi. Çoğunlukla bu yargılamalarda 1 yıl 3 aylık hapis cezası verilirken Şebnem Hoca’ya 2 yıl 6 aylık ceza verildi. Bunun nedenini sorgulayınca, kendisinin 2016 yılında Cizre’de yaşananları ortaya çıkarmak için büyük çaba gösteren adli tıpçılardan biri olduğunu hatırlıyor ve durumu anlayabiliyoruz. Üstelik bu cezanın kesinleşmesi, kamu görevinden çıkarılmayı gerektiriyor. Bir başka deyişle, KHK ile ihraç edilememiş olan Şebnem Hoca, böyle bir tehditle yüz yüze geldiği için emekli olmak durumunda kaldı ve bizler de üniversiteden uzaklaştırılmanın ihraç dışındaki bir yöntemini daha görmüş olduk. Üniversite kadroları, üniversiteye bile uğramayan, sadece unvan için zorla tez yazan “akademisyenler”le doldurulmuşken, ezilen kesimlerin yanında duran ve toplumun yararı için çalışan akademisyenler üniversitelerden cezaevlerine gönderiliyor. Bunca yandaş “akademisyen”in bulunduğu bir ortamda duruşlarından asla ödün vermeyen ve haksız yere ceza almış olan hocalarımızın yanındayız.

Önceki İçerik8 Mart’ta sesimizi duyurmak için alanlara!
Sonraki İçerikTürkiye ekonomisinin gidişatı üzerine bir deneme