Sedef Uzun

2018’in ikinci yarısında yaşadığımız beklenmeyen(!) ekonomik gelişmelerin etkilerini Ağustos ayından itibaren hissetmeye başlamıştık. “Sorun” sistemde çağrısının üzerine rejim değişikliğine giden Türkiye’de dikkatler döviz kurlarına, dış güçlere çevrilmeye çalışılsa da sorunun kaynağının ekonomi politikalarından doğduğunu düşünenlerin sayısı artmıştı. 2008 krizinin etkilerini silmek adına gelişmiş ülkelerden akan ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini ısıtan kredi bolluğunun kaynağı kurumuştu.  “Gururumuz” inşaat sektöründen gelen sinyaller de bunun en önemli göstergesi. 

Televizyon arkalarındaki tahminler bizim tahminlerimizden daha da kötü anlaşılan. Neden mi? Bir dönem söylemi haline gelen “Türkiye’nin dövize ihtiyacı var, dış yatırıma ihtiyacı var” diyerek harekete geçirilmeye çalışılan iş insanlarından “ülkeye büyük”, kendilerine küçük katkılar yaratacak “Evim Türkiye Fuarı” 8 Şubat’ta Duesseldorf’ta gerçekleşti. Yurt dışında yaşayan Türklere yönelik olarak hazırlanan fuara Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Türk gayrimenkul sektörünü canlandırma amaçlı destek olması gözlerden kaçmayan acı bir deneyimdi.  

Sanayi üretim endeksinin (2015=baz yıl) 2018 yılı içinde 2 farklı düşme trendine yakalandığını görüyoruz ve kritik noktanın Haziran seçimlerinin oluşturması 2020 yılında alacağımız verilerde 31 Mart seçimlerinin ne kadar etkili olduğunu anlamamızı sağlayacak. İlk trendi oluşturan Ocak-Haziran 2018 döneminde %15 seviyelerinden %3 seviyelerine kadar gerileyen endeksinin Temmuz ayındaki artışının başka bir düşme trendinin habercisi olduğunu ve yılın 2. yarısını kaplayan 2. düşme trendinde sanayi üretiminin küçüldüğünü görüyoruz.  

Aktüel gıda enflasyonunun %30.97’ye ulaşmasından dolayı kurulan tanzim satış noktaları, ekonominin bir oy tuzağı programı olup olmadığını anlamamızı bir kez daha sağladı. Kurumsal gelişmelere karşın ahbap çavuş ilişkisini, köklü sorunlara anlık dokunuşlarla hayatta kalmayı tercih eden Ankara’nın hedefinde elbette siyaset sahnesinin tozunu süpüren hane halkının oy tercihi bulunuyor. 4 milyona yaklaşan işsiz sayısıyla birlikte Kasım 2018 işsizlik oranının %12,3’e yükselmesi, asgari ücretteki artışın anlamsızlaşıp gölgede kalıp kalmayacağını 1 Nisan’da acısıyla tatlısıyla öğreneceğiz. Gölgeleme konusunda belki de çarliston biber ve patlıcan gibisini bir daha göremeyeceğiz. Ne de olsa kilogram fiyatındaki artışından dolayı alım gücü düşük bölgelerdeki marketlerde satışı yasaklandı. Vergi rekortmenleri kadar enflasyon şampiyonlarının da dikkatimizi çektiği bu dönemde menemenin biberinde %155’lik yıllık enflasyon olması kimseye yaramadı. 

Üstü şahane altı meşale olan ekonomimizin geleceği konusunda yapılan tahminler “darbe olmadan da Türkiye 20 yıl geriye gidebilirmiş” dedirtti. 14 Eylül 2018 tarihli para politikası kurulunun 625 baz puan arttırarak %24’e çıkarması kur odaklı enflasyon ivmesini bastırsa da, 1990’lı yılların ekonomi canavarı geri mi dönüyor sorusunu akıllara getirdi. Bir yanda enflasyon artışı diğer yanda üretimin azalması son 2-3 yılın açıklanan büyüme oranlarının ne kadar şişme olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Ekonomik tahminler konusunda yabancı yatırımcılar için her zaman uluslararası derecelendirme şirketlerinin raporları öncelik taşımaktadır. Büyük Üçlü’den Standart Poor’s 2019 yılında Türkiye için kredi notunu açıklayan ilk şirket oldu. Ağustos 2018’de aldığı kararı değiştirmeyerek yatırım yapılabilir seviyenin 4 kademe altında olan “B+” seviyesinde ve “durağan” olarak açıkladı. S&P’ye nazaran Fitch ve Moody’s 2018 yılında aldıkları son kararlarında bir kademe daha yukarıda not vermiş fakat görünümü ikisi de negatif olarak vermiştir. Hiçbir zaman A seviyesinde not alamamış olan Türkiye için işler hep kötü müydü yoksa kötünün kötüsünü mü yaşayacağız merak etmekteyim. 

Uluslararası kurumların Türkiye’nin büyüme tahminlerindeki değişikliğine, ticaret savaşlarına, ABD’nin dolar üzerindeki korumacılık eğilimine, Suriye operasyonlarına, konkordato ilan edenlere, özel sektörün döviz borcuna, küresel büyümenin yavaşlamasına, Merkez Bankası’na müdahale edilmesine ve bunun gibi politik ekonomi ahlakından ve gerçeklikten uzak hükümet adımlarına Türkiye ekonomisinin dayanamadığını görmekteyiz.  

Örnek teşkil edecek olan Fitch, 2018 tahmin oranlarında, 2018 ve 2019 yılı için ilk açıkladığı oranlarda, kendi tahminini, sırasıyla Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı olan %5 tahmininin biraz altında tutarak %4,1 ve %3 dedi. Fakat bu oranlar hızlı bir şekilde %3,6 ve %1,9 olarak değiştirildi. Ek olarak Ocak ayında Dünya Bankası’nın açıkladığı raporda Türkiye’nin 2019 yılı için tahmin ettiği büyüme oranı %1,6 belirtilerek, son 10 yılın en düşük büyüme beklenti oranı açıklanmış oldu. 

Gerçeği yalın bir şekilde anlamamıza araç olan sayılar sayesinde Türkiye ekonomisinin dünden bugüne zorluklara karşı geçirdiği dönüşüm hepimiz için karamsar bir hava yaratsa da zorlukları görmezlikten gelmenin rasyonel insan davranışı methodu dahilinde olmadığını, çözüm için uzun yıllar harcamaktansa bilimsel yollarla daha kısa sürede amacımıza ulaşabilceğimiz kanaatindeyim.