“Bu ülkeden gitmek istiyorum, umarım bir daha dönmek zorunda kalmam.” Bu ve benzeri cümleleri çevrenizdeki genç insanlardan duymuş olmalısınız. Peki, özellikle son birkaç senede bu tarz ifadelerle karşılaşmamızın sebebi nedir?
Özellikle 7 Haziran seçimlerinin ardından ülkenin her yanında patlayan bombalar insanlarda can güvenliğinin olmadığı fikrinin yaygınlaşmasına neden oldu. 15 Temmuz’un ardından hükümetin OHAL ilan etmesi ve bunu darbecileri yargılayıp güvenli bir ortam oluşturmak yerine muhalif avına dönüştürmesi, eylemlere OHAL’den istifade edip engellemesi ve bu dönemde birçok memur ve akademisyeni KHK’ler ile işten çıkarması da özellikle genç kuşakta moral bozukluğuna sebep oldu. Ardından 16 Nisan referandumu bazı kesimlerce seçimi kaybetse de kaybetmeyen yeni rejimin tam ve mutlak zaferi olarak görüldü. Son olarak 24 Haziran seçiminde İnceyi kurtuluş umudu olarak gören ancak ‘adamın kazanmasıyla’ umutlarını kaybeden gençlerin sayısı bir hayli fazla.
Gençliğin son dönemlerde özellikle ilgilendiren meseleleleri de şu şekilde sıralamak mümkün: Eğitimin niteliksizleştirilmesi, hayat pahalılığı, üniversiteden sonra iş bulma zorluğu (bulunsa da ilk yıllarda düşük bir maaş karşılığında köle gibi çalışmayı kabul etmek), ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin artması, hükümetin baskıcı ve İslamcı politikaları sorunlarımızın sadece küçük bir kısmını oluşturuyor.
Gençliğin, özellikle eğitimli gençlerin bu sorunlar karşısında Batı’ya kaçmayı bir çözüm olarak gördüğünü biliyoruz. Zira Batı dünyası demokrasinin hiçbir engele takılmadan işlediği bir özgürlükler kıtası olarak görüldüğünden baskıcı rejimden kaçışın yolu olarak Batı’ya gitmek çözüm olarak görülüyor. Peki, Batı dünyası görece demokratik denilebilecek bir ortama nasıl sahip oldu? Birazcık tarih bilgisi olan herkes sanayi devriminin ardından Avrupa’nın devrimlerle bir kazan gibi kaynadığını, iki büyük dünya savaşına, büyük öğrenci hareketlerine ve grevlere ev sahipliği yaptığını bilir. Eğer bugün rejimin karşımıza çıkardığı bazı problemler varsa –ki var- bu problemler bizden önceki nesillerin çözmeye muvakkaf olamadıkları demokratik sorunların bugün karşımıza çıkması olduğu söylenebilir. Hrant Dink katledilmeden önce “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı son yazısında “kaynayan cehennemleri bırakıp hazır cennetlere kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. “ diye yazmıştı. Türklüğe hakaret ettiği gerekçesiyle hâkim karşısına çıkarılmış ve defalarca tehdit edilmişti. O da bu cehennemi, cennete çevirmeye talip insanlardan birisiydi.
Ülkedeki problemlerin Batı’ya kaçmakla çözülemeyeceğini, bunun en iyi ihtimalle bireysel bir çözüm olabileceğinin farkındaydı. Bireysel bir çözüm olabileceği fikri bile Avrupa’da ve Amerika’da göçmen ve yabancı karşıtı hükumetlerin başa geldiği ya da yükseldiği bir dönemde gözden geçirilmeye bir hayli açık. Avrupa’da son dönemlerde faşizmin yükselişi ve seçimlerde aldığı oy oranının artması demokrasinin kalesinin duvarlarının da çatırdadığını gösteriyor. Gitmek istenilen ülkelerde yabancıları istemeyen azımsanmayacak sayıda insanın da bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerek.
Sonuç olarak elimizde baskıcı, gerici, kadın ve emek düşmanı bir hükümet ve yabancı düşmanlığının yükseldiği bir Avrupa -Amerika var. Hayatta acı veren ne varsa onu tedavi etmek yerine ondan kaçmayı tercih etmek bir çözüm oluşturmuyor. Baskıcı bir rejim varsa çözüm olarak oradan kaçmak, yaşanan acılara sırt dönmekten başka bir şey değildir. Bana sorarsanız yapmak istedikleri şeyi çok iyi başarıyorlar. İstedikleri şey; bilinçli gençlerin ülkeyi terk etmesi ve kimsenin kendilerine karşı çıkmadığı bir ülkede istedikleri gibi at koşturmak. Onların yüzünü güldürmektense, bu cehennemi cennete çevirmek bizim elimizde, gençliğin elinde. Gelin cenneti yeryüzünde inşa edelim ama öncelikle kendi ülkemizde.