Nilay Güven
Birçok kişi 1979dan beri süre gelen Milli Güvenlik dersi işkencesinden kurtuluyoruz diye okullardaki militarist dayatmaların sonra erdiğini düşünüyor ve seviniyor. Evet, bu güzel bir durum fakat bunun arka planı da mevcut.
Maalesef ki okullarımızda militarist dayatmalar sadece üniformalı askerlerin bize Türklük, yurt sevgisi, ordunun işleyişi vb. konulardan bahsetmesinden, bize bunları empoze etmesinden ibaret değil. En basiti, sınıflarımızda ki “Atatürk resmi + Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi + bayrak + İstiklal Marşı” dörtlüsü bize her an süren bir dayatmanın kanıtı. Sınıftaki herkesin Türk, “Hakkı’na tapan”, Atatürk’ün yolundan gitmesi gerektiğini bilincimize kazıyan bu dörtlü ne yazık ki hâlâ sınıflarımızın başköşesinde duruyor. Tanrılaştırdığımız Atatürk’ün fotoğrafıyla bize her an onun gibi düşünme zorunluluğu verilerek, Atatürkçü ideoloji dayatılıyor. İlkokuldan beri üzerimizdeki bu baskı artık meşrulaşmış durumda. Kim ki Atatürk’ü reddeder, Türk olmadığını –Kürt, Ermeni, Çerkez, Rum olduğunu – söylerse “vatan haini”, “bölücü” ya da korku salan anlamına gelen “terörist” ilan ediliyor. Bize okulda siyasetten konuşmanın yasak olduğunu söyleyenlere bunların hesabı sorulunca da Atatürk dev bir tabu olarak önümüze dikiliyor. “O, Atatürk. Tabi ki de onu kabul edeceksin!”. Bunlar ve daha birçok bayraklı, “Ulu Önder”li yazılmış, çizilmiş ve kitaplarımızda duranlarda cabası. MEB kitaplarının ilk sayfalarında neler karşılıyor bizi? Bu dörtlünün aynısıyla, eksiksiz olarak ta 7 yaşından beri karşılaşıyor olmamız başka neyin kanıtı olabilir?
Bunlar yetmiyormuş gibi oturuşumuz, kalkışımız, giydiğimiz üniformanın kusursuzluğu hatta konuşma şeklimizin bile “bir öğrenciye yakışır şekilde” olması gerekiyor. Bir insana değil de bir öğrenciye yakışır şekilde… Bir öğrenci şunu yapmalı, bunu yapmalı, şöyle oturmalı, böyle kalkmalı gibi baskılarla tam anlamıyla tektipleştiriliyoruz. Giydiğimiz üniformayla okulumuzu temsil ediyoruz, kendimizi değil. İstiklal Marşı’nı ne kadar düzgün okumamızla okulumuzun ne kadar “vatanına bağlı” olduğunu kanıtlıyoruz. 19 Mayıs’lardaki zoraki yaptığımız gösterilerimizle “Ata’ya bağlılığımızı” sergiliyoruz… Büyük parçasını oluşturduğumuz kapitalist sistemin ve beraberinde gelen militarist dayatmanın mükemmel ürünleri oluyoruz böylelikle. İki öğrencinin okulda öpüşmesi “Burası okul!” gerekçesiyle, insan hakları ihlaline girmesine rağmen yasaklanıyor. Okul dışında yasak olmadığı halde 18 yaş veya üstü olan birinin okulda sigara içmesi, en basiti öğrencilerin cep telefonu kullanması ve bunun gibi daha birçok hakkımız yine aynı gerekçeyle elimizden alınıyor.
“Burası Türkiye, burada Türkçe konuşun!” ya da “Burada öpüşemeziniz, burası seks otobüsü değil!” gerekçeleriyle bu kadar örtüşen bu gerekçe, yıllardır süre gelen bu militarist/kapitalist sistemin “ürün yetiştirme”de ki mükemmelliğinin kanıtı. Ama kendilerine sorarsak bunların hepsi “vatana, millete hayırlı evlat” yetiştirmek için. Kendi sınıfımızdaki bazılarını, belki de kendi ailemizi, kendi öğretmenlerimizi hatta belki de eski düşüncelerimizi hatırlayalım, ne kusursuz bir eğitim sistemi ama değil mi?