Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve hocaları Saray’ın “kayyum rektör” atamasına karşı direnmeye devam ediyorlar. Kampüste “kayyuma” karşı eylemler her gün devam ederken, üniversite hocaları “kayyumun” Senatosu ve yönetim kurulunda yer almayarak protestolarını sürdürüyorlar. 2 Ocak günü Saray beş üniversiteye rektör ataması gerçekleştirmiş, Boğaziçi Üniversitesi’ne de, üniversitede çalışmayan, AKP militanı ve şaibeli akademik geçmişi olan Melih Bulu atanmıştı.

Melih Bulu ataması üniversitelerin işleyiş biçimini de yeniden tartışmaya açtı. 2016’da OHAL döneminde çıkarılan KHK ile rektör atamaları doğrudan cumhurbaşkanının yetkisine alınmıştı. Gerekçe, seçimlerin “gruplaşmaları, hizipleşmeleri, kırgınlıkları” artırmasıydı. Bu değişiklikle Saray’ın hedefi, tamamen denetimi altında olmayan üniversiteleri de tümüyle ele geçirmekti. Melih Bulu bu sürecin son halkası oldu.

Peki, 2016’dan önceki yöntem çok mu demokratikti? Evet, üniversitede öğretim üyelerinin oy kullanabildiği bir seçim yapılıyordu fakat son sözü yine Cumhurbaşkanı söylüyordu. Cumhurbaşkanının en çok oyu alan kişiyi atamama yetkisi bulunuyordu. Dahası, üniversite bileşenlerinin yalnızca bir kesimi oy kullanabiliyordu. Belki de en önemlisi, rektörün seçilme biçiminin ötesinde, rektöre verilen olağanüstü yetkiler üzerinden temellenen YÖK sistemiydi.

Boğaziçi’ne yapılan atama ve ardından yaşanan eylemler bütün bu başlıkları yeniden gündeme getirdi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, yaptıkları forumlarda nasıl bir üniversite istediklerini ve üniversitede demokratik bir işleyişin nasıl olabileceğini tartışmaya başladılar. Taşeron işçisinden akademisyenine, öğrencisinden idare personeline tüm üniversite bileşenlerinin söz, yetki ve karar hakkının olduğu bir üniversitenin gerekliliğini vurguladılar ve bu doğrultuda tüm bileşenlerin yer aldığı bir “üniversite meclisi” oluşturmayı hedefliyorlar.

Boğaziçi’nde başlayan eylemlerin bir diğer önemli yönü, diğer üniversitelerde de dayanışma eylemlerinin gerçekleşmesi ve birçok üniversitede “dayanışma” adı altında öğrencilerin yerel örgütlenmeler oluşturmaya başlamasıydı. Rejimin yoğun baskıları karşısında bir süredir geri çekilme halinde olan öğrenci hareketi, Boğaziçi eylemleri sayesinde yeniden canlandı. Bu süreçte, bazı üniversiteler kendi yerel gündemleriyle ilgili harekete geçmeye başladı. Örneğin, Türk-Alman Üniversitesi öğrencileri, Beykoz ormanlarının yağmalanması girişimine karşı bir kampanya başlattılar.

Boğaziçi eylemleri, Saray rejimine karşı biriken öfkenin bir yansıması olarak okunmalı. İktidarın derinleşen baskı, sefalet ve yağma politikalarına karşı işçi direnişleri, çevre eylemleri yayılıyor, kadın hareketi talepleri doğrultusunda güçlü bir biçimde seferber olmaya devam ediyor. Buna şimdi öğrenci hareketinin de dahil olması gündemde. Boğaziçi’nde başlayan eylemlerin sönümlenmemesi için, en acil taleplerimiz etrafında üniversitelerde oluşan dayanışma örgütlenmelerini güçlendirmeli ve bu dayanışmaların birleşik mücadelesini sağlamak yönünde harekete geçmeliyiz.

Önceki İçerikTürk-Alman Üniversitesi’nde mağduriyet var!
Sonraki İçerikGSÜ akademisyenleri Boğaziçi Demokrasi Mücadelesi’nin yanında!