altılı masa

Türkiye seçim atmosferine girerken Altılı Masa’nın açıklaması beklenen Ortak Politikalar Mutabakat Metni bugün itibariyle kamuoyuyla paylaşıldı. İstanbul Sözleşmesinin uygulanacağının kesin bir dille ifade edilmemesi ve AKP-MHP iktidarının seçim politikasının etkisiyle LGBTİ+’lara yönelik sistematik saldırılarını daha da arttırmasına karşılık mutabakat metninde LGBTİ+’ların isminin dahi anılmaması tepki çeken başlıkların başında geliyor. Kürt halkının demokratik haklarına ve işçi sınıfının çalışma koşullarına dairse ya çok fazla eksiklik var ya da hiç değinilmeden geçilmiş. Mutabakat metninde ifadesini bulan siyasi hattın ilk işaretlerini gördüğümüz Altılı Masa anayasa taslağını daha önce Zırhlı Tren sayfasında üniversiteler açısından incelemiştik. “Altılı Masa nasıl bir üniversite öngörüyor?” başlıklı yazımızda ifade ettiğimiz gibi anayasa taslağında önerilen özerk- demokratik üniversite modelinin “üniversitelerin kamudan özerkleştirilmesi ve mütevelli heyetleri yoluyla sermayenin müdahalesine açılması, demokratik olarak sunulan ise yalnızca akademisyenlerin söz hakkının olduğu bir demokrasi” anlamına geldiğini söylemiştik. Bugün açıklanan Ortak Mutabakat Metni’nin, Yüksek Öğretim kısmı bu anlamda yeni bir şey söylemese de Altılı Masa’nın önerisini somutlaması açısından dikkatlice okunması gereken bir metin. Çünkü olası bir Altılı Masa iktidarında kampüslerde öğrencilerin, emekçilerin ve akademisyenlerin yani bütün üniversite bileşenlerinin ihtiyaçları ve talepleri bu taslağın sınırları içerisinde değerlendirilecek. Elbette şu kaydı düşmek gerekir, öğrencilerin ve üniversite emekçilerinin bu sınırları aşındırma ve hatta ortadan kaldırma gücü olduğunu Boğaziçi Direnişi başta olmak üzere birçok kez şahit olduk. Dolayısıyla Altılı Masa’nın önerilerinin uygulamaya girmesi ve/veya uygulamada kalması da bizatihi üniversite bileşenlerinin mücadeleleri ekseninde belirlenecektir.

Mutabakat metninin bütününe baktığımızda üniversitelere dair geliştirilen politik önermenin temelde özerklik ilkesi olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Daha önce Altılı Masa anayasa taslağını incelediğimiz yazımızda da bahsettiğimiz gibi üniversitelerin mali, idari ve bilimsel özerkliğinin sermayenin üniversitelere müdahale kabiliyetini arttıran bir olgu olduğunu söylemeliyiz. Özerk-demokratik üniversite modelinin sermayenin üniversitelere müdahalesini nasıl arttıracağını anlaşılmayabiliyor. Bu ihtimali Mutabakat metni açık bir dille ortadan kaldırmış ve AKP-MHP iktidarında olduğu gibi üniversitelerin patronlarla kol kola yürümesi gerektiğini ilan etmişler. Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) yerine kurulması önerilen Yükseköğretim Üst Kurulu’nun (YÜK) üyeleri arasında iş dünyasının yer alacağı ifade edilen metin Altılı Masa’nın eğitim politikaları anlamında üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin çıkarlarını değil kar odaklı bir politikayı takip edeceğini gösteriyor. YÜK üyeleri arasında “akademisyenler, öğrenciler, meslek örgütleri ve halktan temsilciler” olacağının ifade edilmesiyse bir göz boyamadan öteye gitmiyor. Çünkü bu temsilcilerin yalnızca akademisyenler tarafından seçileceğini görüyoruz. Yani üniversite bütçesini yönetecek ve kampüslerin bütün işleyişini (yemekhane zamlarından, yurt yönetmeliklerine ve emekçilerin çalışma hayatına kadar oldukça geniş bir alan) kontrol edecek olanlar sadece akademisyenler olacak.  Açıklanan metne göre üniversitede çalışan işçiler, memurlar ya da öğrenciler senato kurullarında yer alamayacak. Mutabakat metninde yine vurgulanan katılımcılık ve çoğulculuğun sıra öğrenciler ve üniversite emekçilerine gelirken buharlaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Senatoda görev yapan akademisyenlerin onayladığı birkaç öğrenci YÜK üyesi olabilecekken neden kampüsleri dolduran binlerce öğrenci kendi temsilcilerini seçerek üniversitelerinin yönetiminde söz hakkına sahip olamaz? İşte bu soru cevaplandığında aslında öğrencilerin YÜK üyesi olabilmesinin de bir göz boyama politikası olduğu ortaya çıkıyor. Altılı Masa’nın yapmak istediği tek adam rejimine karşı Boğaziçi direnişi gibi birçok önemli mevzide mücadele etmiş ve haklı taleplerini ülke siyasetinin gündemine sokmuş üniversitelilerin sadece gözünü boyamaktır, köklü sorunlarını çözmek değil.

Eğitimin ücretsiz, kamusal ve başta emekçi ailelerin çocukları olmak üzere bütün nüfusun erişebileceği bir hizmet olması anlayışının yerine “bilgiyi ticarileştirme” ve “vizyon geliştirme” gibi hedefler dikkat çekiyor. Bu ifadeler bizlere tekrar bilimin metalaştırıldığı kapitalist üretimi hatırlatmakta. Bilimsel üretim ama hangi sınıf için sorusu güncelliğini yitirmediğini gösteriyor. Mutabakat metninde üniversitelerdeki demokratik hakların garanti altına alınması ve ilerletilmesi de oldukça sınırlı tutulmaya gayret edilmiş ve muğlak ifadelerle geçiştirilmiş. Örneğin son yıllarda öğrencilerin en büyük sorunlarından biri olan KYK kredi borçlarının silinmesi talebi yokmuş gibi davranılmış ve ödemelerin kolaylaştırılmasıyla yetinilmiş. Yahut KYK kredilerinin hepsinin bursa dönüştürülmesi gibi başlıklar da yine kar merkezli anlayışa kurban edilmiş. Kredi ve burslarınsa ne kadar arttırılacağına ilişkin herhangi bir bilgi veya kriter belirlenmeden sadece arttırılacağı ifade edilmiş. Altılı Masa’nın göz ardı ettikleri yalnızca ekonomik taleplerle sınırlı değil. Anadilde eğitim hakkı yalnızca üniversitelerde değil eğitim herhangi bir kademesinde yine kendine yer bulmamış. Başta Kürt halkı olmak üzere kendi anadilinde müfredatlarını düzenleme hakkına ilişkin bir madde metinde yer almazken yalnızca kültürel ve sanatsal faaliyetlerde anadilin kullanımı önündeki engellerin kaldırılacağı ifade edilmiş. Üniversitelerin uluslararası sermayeyle bağının güçlenmesi için denklik ve akreditasyon hususuna dair detaylı birkaç madde varken kampüslerdeki cinsel tacizleri engellemek adına öğrencilerin kurulması için mücadele ettiği talep ettiği cinsel tacizi önleyecek birimlerin (örneğin Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektör tarafından işlevsizleştirilen CİTÖK ve ODTÜ’deki CİTÖB) bütün okullarda kurulmasına dair bir madde göremiyoruz.

Bütün bunları değerlendirdiğimizde Altılı Masa’nın ortaklaştığını açıkladığı üniversite ve gençlik politikalarının ne kadar sınırlı bir kesimin çıkarlarına olduğu, çoğulculuk ve katılımcılıktan da oldukça uzak oldukları söylenebilir. Bu durumun arkasında öğrencilerin ve üniversite emekçilerinin taleplerini ve ihtiyaçlarını değil sermayenin ihtiyaçlarını baz alınması yatıyor. Örneğin bilimsel üretimin geliştirilmesi ile varılmak istenen üretilen bilginin ticarileştirilmesi değil toplumun çok büyük kısmını oluşturan emekçilerin hizmetine sunulması olmalıdır. Üniversitelerde akademisyenlerin ifade özgürlüğü kısılmaktadır da öğrenci ve emekçiler aynı sorundan mustarip değil midir ki yalnızca akademisyenlerin ifade hürriyeti önündeki engelleri kaldıracağız denilmektedir. Hülasa Altılı Masa’nın sınırlı demokrasi anlayışı ve idari-mali özerklik ve akreditasyonlar yoluyla uluslararası ve ulusal sermayeyle üniversite arasındaki bağları güçlendirme hamlesi üniversite bileşenlerinin ezici bir kısmını yok saymaktadır. Bunun yerine bilimsel üretimin emekçi sınıfların yararına gerçekleşeceği, öğrencilerin ve emekçilerin haklarını koruyabileceği bir üniversite mümkün. Özgür Emekçiler Üniversitesi ile okullardaki bilimsel üretimin kar eksenli bir şekilde değil bütün toplumun ve insanlığın yararına olacak şekilde düzenlenmesi mümkündür. Bu sayede kafa ve kol emeği arasındaki ayrımı ortadan kalktığı, bilimin ve eğitimin özgürleştiği bir üniversiteyi hayal edebiliriz. Üniversite gençliğinin ve emekçilerinin yıllardır süren mücadelesi nasıl sermaye partilerinin bir kısmını YÖK’ü kapatacağız demek zorunda bıraktıysa son sözü de yine mücadelemizin söyleyeceğinin farkında olmalıyız.

 

Önceki İçerikApolitik ya da ideolojik (!)
Sonraki İçerikDepremin faturası öğrencilere ödetilemez: Okullar açılsın!