Ortaokuldan liseye geçiş sistemi, kasım ayında açıklanan değişiklikle son 15 yılda tam altıncı kez değişmiş oldu. Adı “Veli Tercihine Bağlı Serbest Kayıt Sistemi” olan bu yeni sistemin, ortaokul öğrencileri açısından neler getirdiğini, değişikliğinin nedenlerini ve sonuçlarını eğitimcilere sorduk ve yanıtlarını okurlarımız için sekiz soruda derledik.

1. Bu sistem ne getiriyor?

Bir kere TEOG sınavı kaldırılıyor. Onun yerine adrese dayalı yerleştirme ve merkezî sınav olmak üzere ikili bir sistem getiriliyor. Bu sisteme göre öğrenciler, kural olarak, yapacakları beş tercih doğrultusunda, ikamet ettikleri yere en yakın liselerden birine yerleştirilecekler.  İsteyen öğrenciler ise MEB tarafından belirlenecek olan “nitelikli liselere” girebilmek için merkezî sınava girecekler.

2. OKS, LGS, TEOG derken bu, 15 yılda liseye geçiş sisteminde yapılan 6. değişiklik. Neden bir türlü istikrar sağlanamıyor? Neden böyle bir değişiklik yapıldı?

Açıkçası bilmiyoruz. Yaşananlardan çıkarım yapabiliriz. Kasım ayının başında, önce TEOG sınavında açık uçlu soruların olacağı açıklandı. Bir hafta sonra Cumhurbaşkanı medyaya verdiği demeçte, sınav sistemini eleştirdi. Daha sonra MEB’in yeni bir sistem üzerinde çalıştığı duyuruldu. Hiçbir planlama olmadığı anlaşılıyor. Eğitim, sonuçlarını uzun vadede alabileceğiniz planlama ve sabır isteyen bir alandır. Günlük hesaplarla, alınan karardan bir hafta sonra kararı değiştirip yepyeni bir sistem getirirseniz, istikrar ve planlamadan bahsedemezsiniz. Üstelik sisteme dair o kadar belirsizlik var ki… Sınavla girilebilecek “nitelikli liseler”in hangileri olacağı bile belli değil; mayıs ayında belli olacak. Soru sayısı ilk önce 60 dendi; daha sonra 90’a çıkarıldı. Oysa aralık ayındayız, sınava ne kaldı ki? Eğitim yılı başladıktan sonra sistem belirleniyor.

3. Yeni sistemin liseye sınavsız geçişi sağladığı sıkça dile getiriliyor. Bu iddia gerçeği yansıtıyor mu?

Hayır yansıtmıyor. Sonuçta yeni sistemde de bir merkezî sınav var. Bu sınavın zorunlu olmadığı doğru; ancak yalnızca bu sınavda başarılı olan öğrenciler ülkenin kalburüstü liselerine girebilecekler. Herkes kendisi ya da çocuğu için en iyisini ister. Öğrenciler gerek velilerinin gerekse bizzat kendi istekleriyle, bu tanınan ve saygı duyulan liselere girmek için sınava gireceklerdir. Sınavın zorunlu olmamasının bir önemi yok. Dolayısıyla öğrencilerin hayatından sınav çıkmıyor.

4. Peki sınavsız bir geçiş sistemi mümkün değil mi?

Elbette mümkün. Sınavın amacı, öğrencileri birbirinden ayırmak, aralarından bazılarını seçmektir. Neden bazı öğrencileri seçiyoruz ve belirli liselere yerleştiriyoruz? Neden seçmediğimiz öğrenciler, evlerine en yakın yerdeki liselerden birine yerleştiriliyorlar? Çünkü bütün okullar öğrencilere aynı eğitim kalitesini, aynı imkânları sunmuyorlar. Nitekim düz liseler, meslek liseleri ile anadolu liseleri, fen liseleri ve yabancı kolejler denilen liselerin üniversiteye giriş sınavındaki başarılarının aynı olmadığı ortada. Üniversiteye giriş sınavının öğrencilerin becerilerini ölçmekte ne kadar yeterli olduğu tartışılır ama sonuçta nesnel bir veri.

O halde sormamız gereken soru şu: Ne yaparsak öğrencileri seçmek zorunda kalmayız? Tüm öğrencilerin yerleşmesine yetecek kadar okulun bulunması bir şey, okulda verilen eğitimin kaliteli olması başka bir şey. Son yirmi yılda 30-40 kişilik sınıfları bir nebze olsun azaltabildik. Ama esas olan, tüm okulların aşağı yukarı aynı eğitim kalitesine sahip olması ve öğrencilere aynı düzeyde eğitim sağlamasıdır. Aksi takdirde her yıl ortaokulu bitiren yaklaşık bir milyon yüz bin öğrenciden, yalnızca yüz bini bu nitelikli olduğu söylenen liselere yerleşirler.

5. Yeni sistemle eğitimin kalitesini artacağı iddia ediliyor. Eğitimde kalite nasıl sağlanabilir?

Eğitimde kalite, sınav getirerek ya da kaldırarak sağlanamaz. Eğitimde kaliteyi belirleyen birçok etken var. Bunlardan iki tanesi çok önemli: Müfredat ve öğretmen kadrosu. Müfredatın ne hale getirildiği ortada. Bilim dışı, belirli bir inancın ya da ideolojinin propagandasını yapan bir eğitim müfredatı var. Öğrenciye sorgulamayı öğreten felsefe gibi dersler ya hiç yok ya da yapılamıyor. Neden yapılamıyor? Bu sorunun yanıtı da bizi ikinci etkene getiriyor: öğretmen açığı. Bugün liselerimizde her branşın dersinin verebilecek sayı ve nitelikte öğretmen bulunmuyor. Türkiye, felsefe derslerine din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin girdiği tek ülke olabilir. Bunun nedeni ülkede yetişmiş yeterince öğretmenin olmaması değil. Aksine yüzbinlerce eğitim fakültesi mezunu, öğretmenlik yapmak için yıllardır kadro bekliyor. Atanamadığı için intihar eden öğretmen haberleri, maalesef artık sıradanlaştı. Öğrencilerin öğretmenlere, öğretmenlerin de öğrencilerine ihtiyaçları var.

6. Öğretmen atamalarının yapılmamasına bütçe yetersizliği gerekçe gösteriliyor. Gerçekten eğitime ayrılacak para yok mu?

Olmaz olur mu? Türkiye toplumu, kendi çocuklarını iyi bir şekilde eğitebilecek kadar zenginlik üretiyor. Mesele, yaratılan değerlerin nasıl paylaşıldığı ve nerelere harcandığı meselesidir. Daha yeni kabul edilen 2018 yılı bütçesine bakın. Doğal olarak MEB, en yüksek bütçeye sahip kamu kurumlarından biri ama bu bütçenin %80’i personel giderlerine ayrılmış. Yani eğitim kalitesini arttırmak için yalnızca 18 milyar lira harcanabilecek. Geçtiğimiz yıla göre Millî Savunma Bakanlığı’nın bütçesi yaklaşık %41 ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ise %13,2 artarken, MEB’in bütçesi yalnızca %8,8 artmış. Demek ki, bugün eğitim, öncelik değil. Silahlanmaya daha fazla para harcıyoruz. Bu, politik tercih meselesidir.