Geçtiğimiz günlerde AK Parti genel başkanı, partisinin Samsun il örgütünün Altıncı İl Kongresi’nde gerçekleştirdiği konuşmada Boğaziçi Üniversitesi’nde “Afrin lokumu” dağıtanlara tepki gösteren öğrenciler için “O komünist, o vatan haini terörist gençler onların masalarını dağıtıyor. O terörist gençlerle ilgili her türlü çalışmayı yapıyoruz. Bu gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz.” dedi. Bu açıklamanın ardından Boğaziçi Üniversiteli mücadeleci öğrenciler, kaldıkları okul yurtlarına yapılan bir polis baskınıyla gözaltına alındı.
Herhangi bir mazeretle üniversite yurdunun polis tarafından basılması, Boğaziçi tarihinde ilk defa yaşanıyor. İDP Gençliği olarak öncelikle gözaltına alınan arkadaşlarımızla olan dayanışmamızı ilan ediyoruz. Haksız yere yapılan gözaltıların derhal durdurulmasını, alınanların serbest bırakılmasını, polislerin üniversite kampüslerine girişlerinin de yasaklanmasını buradan bir kere daha talep ediyoruz.
Hiçbir şüphe yok ki Saray’ın gündeminde, Başkanlık rejimini üniversiteler içerisinde de inşa etmek var. Çünkü 16 Nisan referandumunda mühürsüz kalmış diktatörlük girişimine mühür yetiştirmeye çalışan YSK’nin hilesi dahi, yeni baskıcı ve zorba rejimin sağlama alınmasını sağlayabilmiş değil. Saray’ın bu gündemi, özgürlük ve eşitlik taraftarı siyasetlerin, üniversitelerdeki “yerli ve milli” ajanlarca provokasyona ve kışkırtılmaya davet edilmesiyle kol kola gidiyor.
Bu bağlamda iktidar açısından, kendisinin kirli çıkarlarına ikna edilememiş veya tarafsız kalamamış olan herkes “terörist”. Saray’ın bu “çamur at, izi kalsın” şeklindeki saldırgan ve kışkırtıcı girişimi, kendi zorba rejiminin çıkarları gereğinde ülkeyi bir “halklar hapishanesine” çevirmekte hiçbir çekincesinin olmayacağını gösteriyor. Aslında bu, başarılmadı değil. Adalet Bakanlığı’nın 2017 verilerine göre bugün Türkiye’de 69 bin 301 öğrenci tutuklu durumda. 2008 senesinin verilerine baktığımızda ise, Türkiye’de 1778’i tutuklu olmak üzere 2824 öğrencinin cezaevinde olduğunu görüyoruz. 2008 senesinde bütün bir dünya üzerinde “terörist” olma suçlamasıyla cezaevlerinde olan insan sayısı 35.117 idi. Yani 2008’de, dünya nüfusunun %1,1’ini temsil eden Türkiye, dünya üzerindeki “teröristlerin” %37’sine tek başına sahipti! Bugün ise 70.000 tutuklu öğrenciden bahsediyoruz.
Bu verilerin yanına KHK ile ihraç edilen akademisyenleri, görevden alınan ve atanan rektörleri ve benzerlerini de koyduğumuzda, Saray’ın diktatoryal girişimlerini akademide güçlendirmeye ne denli hevesli olduğu anlaşılır. İktidarın üniversiteleri fethetmeye dönük başlattığı saldırgan politikaların karşısında, öğrencilerin ve işçilerin hala kalelerine teslim bayrağını çekmemiş ve çekmiyor oluşu, Başkanlık girişiminin zayıflığını ve temelsizliğini bütün yönleriyle teşhir ediyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde dağıtılan “Afrin lokumu”, “ifade özgürlüğü” kapsamında ele alınmak istendi. Böylece çiğ ve yüzeysel bir demokratiklik maskesi altında, son derece gerici bir hattın kendisini ifade etme hakkının meşruluğu savunuldu. İDP Gençliği, ifade ve fikir özgürlüğünün yok edilmesini öngören ifadelerin ve fikirlerin özgürlüğünü savunmuyor. İDP Gençliği işçilerin, öğrencilerin, kadınların demokratik ve sosyal haklarının sınırlanmasının propagandasını yapan, toplumsal eşitsizliğin ve baskının derinleştirilmesini savunan ifadelerin ve fikirlerin özgürlüğüne karşı. Bunun karşısında biz, demokratik hakların genişletilmesi gerektiğini, işçilerin ve öğrencilerin hayatları üzerinde denetim ve kontrol sahibi olması gerektiğini ileri süren bütün fikirlerin tam özgürlüğünden yanayız.
İfade ve fikir özgürlüğünden söz edenlerin, rekor bir oyla Boğaziçi’nin rektörü seçilmiş olan Barbarosoğlu’nu hak ettiği makama getirmemeleri; aksine kayyum atarmış gibi seçimleri yok sayıp, iktidara yakın birisini rektör olarak gökyüzünden indirmeleri, komik değil mi? Eğer üniversitelerde, kendi anti-demokratik kampanyalarınızı maskelemek uğruna ifade ve düşünce özgürlüğünden bahsedecekseniz, önce rektörlerin seçimle değil, atanmayla işbaşı yapmalarını öngören hukuksuzluğunuz karşısında hesaplaşacaksınız.
“Afrin lokumunun” dağıtılmasının bir ikiyüzlülük taşıdığı aşikar. Neden mi? Çünkü, Soma’da soykırıma uğratılan bir işçi sınıfının ardından sola “ölüler üzerinden siyaset yapmayın” biçiminde arsız nasihatler veren odakların, çıkarlarına olunca şehitleri nasıl kendi siyasi propaganda malzemeleri yaptıklarını gördük. Ancak ikiyüzlülük bununla da sınırlı değildir. Adına lokum dağıtılan şehitlerin cenazeleri neden sansürlenmiştir? Cenazelerin başında ağlayan acılı anneler ile babalar, neden ağladıkları veya isyan ettikleri için “terörist” ilan edilmişlerdir? Lokum dağıtanlar, bu soruların cevaplarını verebilecekler mi?
AK Parti genel başkanının “komünist gençlerin” eğitim haklarının ellerinden alınacağını söylemesi, bu yönde bir politika geliştirilebileceğinin ipuçlarını veriyor olması, yine üniversitelerde Başkanlık rejiminin inşa edilmesiyle ve yeni rejimin toplum nezdinde karşılacağı haklı itirazların sindirilmek istenmesiyle ilgili. Elbette eğitim benzeri bir demokratik hakkın, iktidarın meşruiyetini zora sokacak ideolojik aidiyetlerle ilişkili olarak ele alınacağının sinyallerinin veriliyor olması, hem Saray’ın anti-demokratik ve özgürlük düşmanı doğasını, hem de temellerinin zayıflığını gösteriyor.
İnsanlığın kültürel ve bilimsel birikimine Türkiye’den sağlanan katkıların “komünizmden” arındırılması; “komünizmin” Türkiye’nin düşünsel birikimini asıl zenginleştiren gerçeklik oluşunun önüne geçilmesi mümkün mü? Buyrun, hodri meydan! Türkiye’de arkeoloji Halet Çambel olmadan, öykücülük Orhan Kemal olmadan, mizah Aziz Nesin olmadan, sosyoloji Behice Boran olmadan, şiir Nazım Hikmet olmadan, masal anlatımı Vartan İhmalyan olmadan, resim Abidin Dino olmadan anlatılabilir mi? Hayır, “komünist gençler” Türkiye’nin düşünsel ve siyasal atmosferinden atılamazlar; bu atmosferin şekillendirilmesindeki rollerinden dışlanamazlar. Zira insanlığın potansiyellerine dair ne varsa; o, bizim programımızda temsil edilmektedir.
Dün ideolojik nedenlerle başını örtenlerin eğitimini savunan rejim, bugün büyük bir ikiyüzlülükle başı ve zihni açık ilericileri eğitimden mahrum etmek arzusunda. Eğer saray rejimi önümüzdeki süreçte, üniversitelerdeki “komünistlerin” (yani başkanlık rejimine muhalif olan herkesin) eğitim hakkını gasp etmeye dönük bir ajanda oluşturursa, bu gaspa geçit vermemek uğruna acil bir eylem birliğinin oluşturulması şart olacak. Çünkü birimizin eğitim hakkının gasp edilmesi, hepimizin eğitim hakkının gasp edilmesidir.
İDP Gençliği, siyasal özgürlüklerin tanınması, eğitim hakkının korunması ve eğitimin bilimsel, parasız, laik ve anadilde olması talepleri arasında suni ayrımlar olduğu görüşünde değil. Bu isteklerimizin tamamı, birbirlerini şart koşuyor. Bu sebeple geleceğimizi ve kaderimizi kendimizin tayin edeceği kapsamlı bir eylem programının ancak birleşik bir zemin üzerinde hazırlanabileceğini söylüyoruz. Bu sebeple eğitim hakkının gaspına geçit yok derken; bu çağrımızın koşulu olan bilimsel, parasız, laik ve anadilde eğitimi de bir talep olarak öne sürmeye devam ediyoruz.