Merhaba Burak. Öncelikle geçmiş olsun. Seni tanımayan okuyucularımız için öncelikle kendini tanıtabilir misin? Boğaziçi Üniversitesi’yle ilişkin nedir tam olarak?

Ben Burak Çetiner. İstanbul Teknik Üniversitesi endüstri mühendisliği mezunuyum. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde yine endüstri mühendisliği alanında yüksek lisans yapıyorum. Okuldaki ikinci senem.

Beştepe’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne AKP’li Melih Bulu’yu kayyum olarak atamasının ertesinde büyük bir seferberlik yaşandı. Sen bu mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsun? Başka üniversitelerdeki öğrenci arkadaşlarımız Boğaziçi deneyiminden neler öğrenebilirler?

Şunu söylemek lazım: Özellikle OHAL’den, 2016-2017 döneminden beri üniversiteler üzerindeki baskılar iyice artmış durumda. Bütün üniversitelerde demokratik haklar kısıtlanmış vaziyette. Hatta sosyal haklar ve kulüplerin faaliyetleri bile oldukça kısıtlanmış durumda. Hiçbir siyasal özgürlük yok. Ve bu ekonomik krizin derinleşmesiyle beraber, öğrencilerin geleceksizleşmesinin derinleşmesiyle beraber müthiş bir öfke biriktiriyor.

Dolayısıyla bu, benim açımdan sürpriz bir patlama değil. Öğrencilerin birikmiş öfkesi, son olarak bu kayyum rektör atamasıyla iyice zirve yaptı. Bu Türkiye’deki ilk kayyum rektör değil, Boğaziçi’nin başına getirilen ilk kayyum rektör de değil. Ama dönemin getirdiği koşullar gereği öğrencilerde müthiş bir patlama yarattı. Pazartesi günü biz orada, farklı üniversitelerden gelen 2000 (iki bin) kişiydik – sanırım polis raporlarında böyle geçiyor kaç kişi olduğumuz. Biz de en az 1000’den fazla üniversite öğrencisi gördüğümüzü düşünüyoruz o gün alanda. Pandemi döneminde, okulların kapalı olduğu ve çevrimiçi eğitimin olduğu bir dönemde bir araya gelen bu insanlar muazzam bir derlenmeyi gösteriyor. Güney Kampüs önünden Kuzey Kampüs önüne kadar öğrencilerle doluydu sokak. Bu eylemlilik, bir öfke patlamasının sonucunda gerçekleşti.

Boğaziçi deneyimine geldiğimizde şunu söylemeliyiz: Bu deneyim, diğer okullardaki deneyimle birlikte değerlendirilmeli. Belirli bir süredir demokratik eylemler gerçekleştiriliyordu. İlk olarak Ocak ayında yemekhane zammına karşı İstanbul Üniversitesi’nde eylemler gerçekleştirildi. Bunun hemen öncesinde İTÜ’de özel işletme boykotu başlamıştı. Şubat ayının sonunca yine Boğaziçi’nde bir yemekhane boykotu ve yemekhane zammını protesto eylemleri olmuştu. Bunlar bir birikimi gösteriyor. Uzun zamandır eylem olmayan üniversitelerde bir hareketlenme vardı. Pandemiyle birlikte bu elbette yavaşladı ama bu son rektör atamasıyla beraber öğrencilerin tepkisi tekrar doruğa çıktı.

Boğaziçi deneyiminden de, önceki eylemliliklerden de şunun dersini çıkartmak lazım: Üniversite öğrencileri, gençlik artık bir değişim istiyor. Ve bunu hem üniversitelerde, hem de ülkede istiyor. Bu öfke yolunu arıyor. Kapsayıcı, öğrencileri harekete geçirici, bu değişimin öznesi olacak bir hat yaratmak gerekiyor. Boğaziçi deneyiminde yaşadığımız da budur. Çarşamba günkü eylemlilik de bunu gösterdi. Biz kapsayıcı bir kurucu irade ortaya koyabildiğimiz ölçüde önemli değişimleri ve hatta iktidarın geriletilmesini sağlayacak bir yol açıyor bu hat. Medyada İkinci Gezi lafları çok dönüyor, bu boş bir benzetme değil. Gerçekten Türkiye’yi saran polis şiddetine karşı  bir tepkisellik var. Bunu iyi değerlendirmek lazım. Önümüzdeki günlerde Boğaziçi’ndeki hareketlilikten daha fazlasını da göreceğiz diye düşünüyorum.   

Gözaltında çıplak arama ve benzeri yollarla işkence yapıldığını biliyoruz. Öğrencileri gözaltına almaya gelen de Özel Harekat’tı. Öğrenciler ile birlikte yaşadıkları ailelerini, yakınlarını darp ettiler ve evlere zarar verdiler. Sence böylesine şiddetli bir cevabın nedeni neydi? Polis şiddetine karşı ve gözaltında yaşanan tacizlere karşı öğrenci dayanışmasının izlemesi gereken yol ne olmalı?

Bahsettiğin şiddet ortamı ve (orantısız güç demek biraz hafif olacak artık) devletin terörize etme taktiği kendi içinde mantıksız değil. Bu durum politikanın ürünü. AKP hükümeti bu üniversite dinamiğiyle mücadele edemeyeceğini gördü. Onlar, Türkiye sosyalist solunun göremediği şekilde, bu alanda zorlanacaklarını gördüler. Evet, burada bir özeleştiri yapmak gerekiyor. Ocak’tan beri üniversitelerde biriken bir potansiyel var ve Türkiye sosyalist solu buna gereken önemi vermedi. Ama öte yandan devlet ile hükümet bunun farkında.

Boğaziçi direnişi bunun kırılamayacağı bir noktadan başladı. Çok kitlesel, çok iç içe, farklı üniversitelerden öğrencilerin dayanışma mesajlarını iletip orada olduğu bir noktadan başladı Boğaziçi. Öğrencilerin önemli çoğunluğu örgütsüzdü. İTÜ, Marmara, Galatasaray, herkes geldi. Buradaki bu dinamiği kırmanın tek bir yolu vardı hükümet açısından: Kitleyi ikiye bölmek ve bir tarafı kriminalize etmek. Buna zorundaydı ve bu kriminalize etme işlemini de ancak Özel Harekat ile görüntüler vererek, içeride baskı kurarak yapabilirdi. Ben bunun çok bilinçli bir politika olduğunu düşünüyorum. Ve buna aynı oranda cevap verilmeli, yani kitleyi mümkün olduğu kadar ortak talepler etrafında birleştiren ve mobilize eden bir siyaset yapılması lazım bu noktada.

Bize içeride yaşatılan şiddet oldukça bilinçliydi. Bu şiddet, Çarşamba ve Cuma günü yapılan eylemler ile boşa düşürüldü. İlk hamleleri başarısız oldu yani. Ama dozu artırarak devam edecekler. Burada yapılması gereken şudur: Öğrencilerin, başta Boğaziçi olmak üzere diğer okullardaki öğrencilerin de bu iradeye sahip çıkması gerekir. Hiçbir ötekileştirmeyi, hiçbir dışlamayı kabul etmememiz gerekir: İşten bunlar marjinal grup, şunlar da öğrenci; bunlar provokatör, şuradakiler eğitimci gibi tuzaklara düşmeden beraberce hareket edilmesi gerekiyor. Burada da bütün üniversite bileşenlerine, kulüplerine, diğer üniversitelerdeki dayanışma ağlarına büyük bir görev düşüyor: Bu sesi örgütleme görevi.

Boğaziçi’nde mücadele bundan sonra nasıl sürdürülecek? Bileşenlerin ajandasından neler var?

Açık konuşmak gerekirse tartışmalar çok çeşitli yürüyor, çok başlı bir şekilde yürüyor. Bu hem iyi, hem de kötü bir durum. Organizasyon konusunda eksikliğimiz var. Boğaziçi Dayanışması olarak buraya müdahale etmeye, toparlayıcı bir rol üstlenmeye çalışıyoruz.

Ama talebimiz çok net ve bütün üniversitelerde bu talebimizin yükseltilmesini istiyoruz: Okullardaki, üniversitelerdeki demokratik olmayan, atama yoluyla gelen kayyum rektörlerin istifalarını ve demokratik seçimlerin yapılmasını istiyoruz. Ve bu demokratik seçimlere biz öncülük etmeliyiz.

Geçtiğimiz Cuma arkadaşlarımız böyle bir şey yaptılar. Bir sandık kurdular ve orada 1000 kişi, temsili olarak oy kullandı. Soru seçim istiyor musunuz, istemiyor musunuz idi. Bu çok güzel ve sembolik bir hareketti. Bunun siyasi iradeye, bir yönetim kademesine yansıması için gereken her şey yapılmalı: Çadır eylemiyse çadır eylemi, basın toplantısıysa basın toplantısı, yürüyüş ise yürüyüş. Bunların düşünülmesi lazım.

Burak çok teşekkür ederiz bizimle konuştuğun için. Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Deminki soruyla bağlantılı olarak şunu ekleyebilirim: Bu mücadelenin Boğaziçi Üniversitesi’ne sıkışmaması önemli. Bu mücadele bütün üniversitelerde sahiplenilmeli.

Talep meselesini de yeniden vurgulamak istiyorum. Demokratik bir seçim ama on sene önceki, sadece akademisyenlerin seçtikleri sistemden de ayrı, ondan da öte bir demokratik taleple çıkmalıyız üniversitelere bence bugün. Öğrencilerin ve üniversitenin bütün bileşenlerinin, bir formül bulunarak rektörlük seçimlerine, senato seçimlerine, bütün yönetim kademelerinin seçimlerine dair söz sahibi olabildiği, oy kullanabildiği, özne olabildiği bir yöntem önermeliyiz. Talebimiz bu yönde şu an. Tek bir talep var: Üniversitelerde bütün bileşenlerin katıldığı demokratik seçimlerin yapılması.

Bu çağrıyı Boğaziçi Üniversitesi’nden başlatıyoruz ama İstanbul Üniversitesi’nden, ODTÜ’den, İTÜ’den, diğer üniversitelerden de bu çağrı yükseliyor. Bu hatta uygun olarak her üniversitede direnişe devam edilmeli.

Aynı zamanda sivil toplum örgütlerine ve demokratik kuruluşlara polis şiddetinin de gündemleştirilmesi gerekiyor. Polis şiddetine karşı, sadece okullarda değil okul dışında da bir kampanya yürütülmeli. Mücadele hattı bu iki temel talep üzerinden (polis şiddetine, tacizine karşı bir kampanya ve okullarda demokratik seçimlerin programlanması) kurulmalı.