altili_masa_üniversite

Altılı Masa geçtiğimiz günlerde uzun süredir beklenen anayasa taslağı metnini yayınladı.[1] Seçim barajından, temel hak ve özgürlüklere dair birçok temel meseleye dair anayasa değişikliği önerilerini ortaya koyan altı parti, temel olarak “Başkanlık Sistemi’nden” “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e” geçişi hedefleyen bir taslak oluşturdu. Taslak genel olarak incelenmeye değer olsa da bu yazıda üniversiteler bağlamında önerilen değişikleri inceleyerek Altılı Masa’nın nasıl bir üniversite yapısı öngördüğünü ve bu taslağı hazırlarken neyi merkezine alırken neyi dışarda bıraktığını anlatmaya çalışacağım.

Altılı Masa’nın hazırladığı anayasa taslağında üniversite yapısı ve yönetimine ilişki iki madde var. Yürürlükteki 130 ve 131 numaralı yasaların değişikliği üzerinden yaklaşımlarını ortaya koyan Millet İttifakı, üniversitelerde on yıllar boyunca devam eden sorunlara kendi çözümlerini geliştirmiş. Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) kaldırılması, OHAL KHK’larının iptaliyle Barış Akademisyenlerinin okullarına geri dönmesi ve Rektörlerin Cumhurbaşkanı dekanlarınsa YÖK tarafından atanması usulüne son verilmesi gibi çok temel değişiklikler taslakta kendine yer bulmuş gözüküyor. Öncelikle şunu söylemek gerekli YÖK kurulduğundan itibaren öğrenci hareketinin karşısında durması ve mücadele etmesi, Barış Akademisyenlerinin ısrarı ve özellikle son yıllarda yaşadığımız Boğaziçi seferberliğinin yarattığı baskı olmasaydı muhtemelen bu temel sorunlar Altılı Masa’nın gündemine giremeyecekti. Nasıl ele alındıklarından bağımsız olarak bu taslakta üniversitelerin ve öğrenci hareketinin bazı temel taleplerine yanıt üretilme çabasının oluşması bu mücadeleler sayesinde gerçekleşmiştir. Taslağın bu gündemleri nasıl ele aldığına baktığımızdaysa mücadele edenlerin taleplerinin ne kadar dikkate alındığı konusu oldukça tartışmalı.

3 Aralık’ta gerçekleşen “İkinci Yüzyıla Geçiş” toplantısında da Selin Sayek Böke’nin vurguladığı ve toplantıda en çok alkış alan konuşma sekanslarından biri olan sözlerini aktarmanın önemli olduğunu düşünüyorum: “YÖK’ü kaldıracağız ve Boğaziçi Üniversitesi’ni özgürleştireceğiz! Barış imzacısı akademisyenleri yeniden öğrencileriyle buluşturacağız!”. CHP Genel Sekreteri’nin vurguladığı bu üç başlık Altılı Masa anayasa taslağının üniversite kısmının özü olarak görülebilir. Peki bu taslak üniversitelerde nasıl bir yönetim ön görüyor? Taslakta detayları verilmese de Rektörler ve Dekanların artık Cumhurbaşkanı ve YÖK tarafından atanmayacağı ve bunun yerine üniversitelerin kendi organlarınca yönetilebileceği özerklik vurgusuyla ifade edilmiş. Üniversitelere artık kayyum atanmayacak olması elbette bir gelişme olsa da bu taslakta ne öğrencilerden ne de emekçilerden söz ediliyor. Oysa biz biliyoruz ki Boğaziçi seferberliği boyunca öğrenciler ve emekçiler de en az akademisyenler kadar -belki de daha fazla- kayyum karşıtı mücadelenin parçasıydılar. Ayrıca üniversitelerin bir yaşam alanı ve üretim alanı olarak parçası ve en önemli üç sac ayağından ikisi olan öğrencilerin ve emekçilerin üniversite yönetiminde yer almaması kabul edilebilir değil. Keza Boğaziçi seferberliği boyunca da üniversite yönetiminde bütün bileşenlerin söz hakkının olması örneğin emekçilerin ve öğrencilerin de akademisyenler gibi rektörlük seçiminde oy hakkı olması talebi seferberliğin oldukça önemli taleplerinden birisiydi. Fakat taslakta özerk üniversite vurgusu sıkça yapılsa da emekçilerin ve öğrencilerin durumuna dair herhangi bir madde yer almıyor. Anladığımız kadarıyla Millet İttifakı’na göre emekçileri ve öğrencilerin payına üniversitelerde gerçekleşecek ‘özgürlük ‘ten pek bir şey düşmüyor.

Yine taslakta öne çıkan maddelerden birisi de YÖK’ün kaldırılacak olması. Yıllar boyu süren mücadeleler sayesinde Kayyum atamalarına kadar üniversitelerdeki anti- demokratik uygulamaların sembolü olan YÖK’ün kaldırılması önerisi geliştirilmek durumunda kalınmış. Fakat YÖK’ün kaldırılmasına aldanmamak lazım, taslakta da yazıldığı üzere YÖK kaldırılsa da yerine Yükseköğretim Üst Kurulu’nun inşa edileceği söylenmiş. Üniversite yönetiminde olduğu gibi YÜK ’ün de bünyesinde yalnızca akademisyenlerin yer alacağı vurgusu var. Ayrıca koordinasyon işlevi olan bir kurum olarak tarif edilmiş. YÖK’ün yerine geliştirilen YÜK de öğrencilerin ve emekçilerin sesini sözünü taşımaktan onların temsil edilmesine imkân tanımaktan uzak bir şekilde tasarlanmış. Bu sebeple YÖK’ün tasfiyesi ve yerine getirilmesi önerilen YÜK de öğrencilere ve emekçilere pek bir özgürlük vaat etmiyor. Çünkü önerilen haliyle YÜK yapısında öğrencilerin yurt, yemekhane, derslik, kulüp faaliyeti gibi birçok temel ihtiyacını savunmaları için yer almalarına fırsat verilmiyor. Yahut emekçilerin servis, yemekhane, kreş vb. haklarını korumak ve geliştirmek için bu organda yer almasından bahsedilmiyor.

Barış Akademisyenlerinin görevlerine döneceği vaadine gelirsek akademisyenlerin görevine dönmesi elbette oldukça önemli bir başlık. Ancak burada özellikle kamudaki bu ihraçlara sebep olan olağanüstü hâl tanımlaması üzerinde durmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Yeni taslakta OHAL süresinin kısaltılması gibi bazı değişiklikler olsa da en temel değişim yetkilerin Cumhurbaşkanı’ndan alınarak TBMM’ye verilmesi. Fakat temelde olağanüstülüğün muğlak tarifinin baki kaldığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Örneğin geniş bir havzaya yayılan işçi grevinin veya Boğaziçi seferberliği gibi eylem dalgalarının şiddet olayları olarak yorumlanarak 15 Temmuz sonrasında yaşadığımız ihraç dalgası gibi hükümetlerin baskı aracı olarak OHAL’i kullanmasını engelleyecek bir mekanizmadan söz edilmiyor. Aslında özü itibariyle neyin olağandışı olduğuna patronların, onların çıkarını koruyan partilerin ve yine kapitalistlerin hizmetinde olan yargının karar vereceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla KHK’larla ihraç edilen akademisyenlerin öğrencilerine kavuşacağı vaadi verilirken benzeri ihraçların yaşanmaması için kamudaki eğitim emekçilerine iş güvencesini sağlayan bir yasadan bahsedemiyoruz.

Altılı Masa’nın hazırladığı taslaktan geçen bir diğer başlık da vakıf üniversiteleri. Devletin bu üniversitelere yardım edemeyeceği taslakta yer alıyor. Bunun haricinde bir bahis göremiyoruz. Fakat özellikle son dönemlerde vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim üyelerinin düşük maaşları sebebiyle mücadelelerine şahit oluyoruz. Bu mücadelede başı çeken taleplerden birisi, mevcut yasalarda yazılı olan fakat neredeyse hiçbir vakıf üniversitesinde uygulanmayan kamu ve vakıf üniversitelerindeki maaş denkliği üzerinden şekilleniyor. Normal şartlar altında vakıf üniversitelerinde çalışan bir eğitim emekçisi kamuda çalışan bir emekçiyle aynı ücreti almalı fakat mevcut durumda 2 veya 3 katına kadar varan maaş farklarından söz edebiliyoruz. Yalnızca ücret eşitsizliği üzerinde yaşanan bu hak kaybı gibi çok fazla sorun var vakıf üniversitelerinde ve emekçilerle de sınırlı değil. Fakat Millet İttifakı anayasa taslağında bu sorunların hiçbiri kendine yer bulabilmiş değil.

Sonuç olarak, Altılı Masa’nın anayasa taslağını üniversiteler başlığı altında incelediğimizde karşımıza çıkan tablo kapitalist kar mantığıyla çelişmeyen bazı demokratik hakların iadesinden ibaret ve demokratik hakların da oldukça kısıtlı bir zümreyi kapsadığı da önemli bir detay. Taslakta özellikle ‘özerklik’ vurgusu dikkat çekiyor. Üniversitelerin mali, idari ve bilimsel özerkliğinden sıkça bahsediliyor. Peki özerklikten kastedilen nedir? Maalesef sosyalistlerin büyük kısmının da sıkça vurguladığı özerk-demokratik üniversite kısaca üniversitelerin kamudan özerkleştirilmesi ve mütevelli heyetleri yoluyla sermayenin müdahalesine açılmasıdır, demokratik olarak sunulansa yalnızca akademisyenlerin söz hakkının olduğu bir demokrasidir. Bu yüzden rahatlıkla söyleyebiliriz ki özerklik, yani sermayenin özerkliği, demokrasi yani burjuva demokrasisi işte özerk demokratik üniversite! Bu noktada Boğaziçi seferberliğinin taleplerinde de işaretlerini gördüğümüz Özgür Emekçiler Üniversitesi mücadelemizin merkezine almamız gereken doğru talep olarak karşımıza çıkıyor. Üniversiteyi ve bilimi sanki mevcut burjuva düzeninden bağımsızmış gibi ele alan ve bilimi kutsayan anlayışa karşı politeknik eğitimi ve emekçilerin- öğrencilerin denetimini savunmak oldukça önemli bir yerde duruyor. Üniversiteleri karakterize ederken işlevini herhangi bir üretim alanından yani bir fabrikadan yahut tarladan ayırmak doğru değil. Üniversiteler de bir üretim alanı olarak değerlendirilmeli ve sınıflar mücadelesine tabi olduğu hatırlanmalı. Bu nokta-i nazardan hareketle okullarımızda işçi demokrasisi talep etmeliyiz, ki üniversitelerde bu talebin adı Özgür Emekçiler Üniversitesi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü zor şartlar altında okuyan bir emekçi çocuğu da dersliklerin temiz kalmasını sağlayan bir temizlik işçisi de en az bir akademisyen kadar üniversite yönetiminde söz hakkına sahip olmalıdır. Bu talep ekseninde gelişecek birleşik mücadelemiz sayesinde ders programlarından yemekhane ve yurtlar gibi temel ihtiyaçlara ve çalışma koşullarına kadar birçok alanı yani kampüs hayatını öğrencilerin ve emekçilerin kendi ihtiyaçları üzerinden şekillendirme şansı olabilir.

Özerk değil, özgür emekçiler üniversitesi!

Okullarda atama değil, öğrenci ve işçi denetimi!

[1] https://www.evrensel.net/files/uploads/altili-masa-anayasa-teklifi.pdf

Önceki İçerikگردهمایی دانشگاهی برای ایران_ دانشگاه استانبول تکنیک
Sonraki İçeriksaf heyecanın ötesinde bir ilkin anısı: mücadelenin dönüştürücü gücü