4+4+4 kademeli eğitim sisteminin toplumsal etkileri üzerine

Bildiğiniz üzere; 8 yıllık kesintisiz eğitimin yerini alacak olan 4 + 4 + 4 kademeli eğitim sistemi, hâlâ popüler bir tartışma alanı olarak varlığını koruyor.

Sosyal hakların paramparça edilişi, bir bütün olarak 1980’lerde küresel çapta pratiğe geçirilmeye başlanan ve finans kapitalizmin 2008 ekonomik krizi ile şiddetlenen neo-liberal ekonomi politikalarının birer sonucudur. Bu bağlamda 4×3’ü Türkiye özelinde hayata geçirilen bir politika olarak görmek, değişen sosyo-ekonomik dinamikleri anlayamamaktır. ABD’de ve birçok başka ülkede eğitim reformu tartışmalarının başlamış olması, Fransa’da gelecek seçimlerden hemen bir sonraki işin 2013 yılında gerçekleştirilmesi planlanan bir eğitim reformu girişimi olması, bu girişimin gerçekleşmesi için alınan kararın da 2006 yılında gerçekleştirilmesi eğitim kurumlarının neo-liberal dönüşümüne ışık tutar nitelikte. İspanya’da eğitim bütçesinden 10 milyar Euro’luk bir kesinti yapılması, Kanada’da harç zamlarının yüzde 75 oranında artması, Bologna süreci ile başlayan üniversitelerin ticari niteliğinin öne çıkmasıyla eğitim kurumlarının sermayeye kapılarını ardına kadar açması da cabası. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in de dediği gibi 4×3 “dünyadaki eğilimlerle çok paralel.”

Yeni kademeli sisteme karşı geniş bir kesim, itirazlarını dini referansları göstererek, eleştirerek ve onları kullanarak inşa etti. Karşı-söylemler çoğunlukla “laiklik” üzerinden kurularak İmam Hatip Liselerine ve seçmeli Kur’an derslerine yöneltildi. Halbuki, dini referansların da bir önem arz ettiği doğru olsa da, ekonomik temellerin varlığının daha öncelikli olduğu aşikar. 4×3, sistemden bağımsız olarak ele alınması imkânsız bir sorundur. O, intikam hırsından doğan bir komplodan çok, yaratacağı toplumsal etkiler ile kaynamış bir neo-liberal ekonomi politikasıdır.

Yeni kademeli sisteme gelen itirazların birçoğu ERG, yani “Eğitim Reformu Girişi” kaynaklı. Bu itirazlar kısaca şu şekilde özetlenebilir :

1.) Öğrenci, meslek tercihini 4. sınıfta yani 9 yaşında yapmak durumunda kalacak ve böylece hayatı boyuna yaptığı bu seçimden pişmanlık duyma ihtimali bulunabilecek.

2.) Gelen itirazların yoğunluğu üzerine iktidar bu noktada taviz vermiş olsa da kadın öğrencilerin 4 senelik eğitimin ardından okuldan alınabilmesinin olanakları çoğalacak.

3.) Çıraklığa başlama yaşı, Uluslararası İnsan Hakları sözleşmesine aykırı olarak ortalama 11 yaşına inecek; yani çocuk işçiliği bir hayli artacak.

4.) İlk 4 senenin sonundaki sınavlar sebebiyle çocuklar 10 yaşından dershaneye yazılarak dayanılmaz rekabet koşullarında yarışmak durumunda kalacaklar.

Getirilen bu eleştirilerin yakaladıkları noktalar her ne kadar doğru ve gerçek olsa dahi, olayın toplumsal ve ekonomik boyutlarını ıskaladıkları da bir gerçektir. Şöyle ki; 4×3’ü bölgesel asgari ücret uygulamasından ve kıdem tazminatına el konulmasından, vb. sosyal saldırılardan bağımsız olarak ele almak, kapitalizmin neo-liberal evresinin Türkiye nezdinde tezahür eden politikalarını tutarlı bir biçimde kavramamıza engel olur.    4×3 eğitim modelinin, bu 4 maddede özetlenenlerden çok daha yoğun etkileri vardır ve olacaktır da. Arka planda yatan politik ve ekonomik etkenleri görememek, 4×3’ün götürdüklerini yüzeysel bir biçimde analiz etmeye eş değerdir.

Yeni kademeli sistemin daha derin bir tahlilini yaptığımızda, onun etki edeceği üç büyük alan ile karşılaşırız:

i.) Sınıfsal etkileri

ii.) Kürt sorununa ve hareketine etkileri

iii.) Kadının toplumsal rolüne etkileri

Kuşkusuz, birinci madde diğer iki maddeyi de kapsar; ancak ikinciyi ve üçüncüye ayrı başlıklar altında incelemekte de yarar vardır.

İlk olarak sınıfsal etkileri ile başlayalım:

Emekçi kesimlerin aldığı asgari ücretler, bu kesimlerin  yaşamaları,yani   bir bakıma hayatta kalabilmeleri için duydukları ihtiyaçların maliyetine eş değerdir. Bir başka deyişle, emekçinin hayatta kalması onun iş-gücünün hayatta kalması demektir. Böylece ücretler, emek-gücünün değerinin bir biçimidir.

İktidara geldiğinden beri AK Parti hükümeti tam da bu sorun ile karşılaşıyordu. Şöyle ki: Sanayi ve hizmet sektörü nitelikli iş-gücüne ihtiyaç duyar. Bu iş-gücünün nitelikli yönü için eğitim süresi uzuyordu ve böylece çocuğun maliyeti artıyordu. Sonuçta, çocuğunun artan eğitim maliyetleri altında ezilen ailenin hayatta kalma maliyetleri de (yani asgari ücret de) artmak durumunda kalıyordu. (Elbette, enflasyonla ve tüketim mallarına yapılan zamlarla, asgari ücretteki bu artış kat ve kat geri alınıyordu ama şimdilik konuya sadık kalalım.)

İktidar, kendi çıkarları doğrultusunda bu soruna sermaye yanlısı bir “çözüm” geliştirdi. 4×3 ile beraber artık ilk 4 seneden sonra çocukların önemli bir kısmı meslek okullarına gidecek. Eğer meslek okulları programları değişmez ise çocuk 2 gün okulda, 3 gün sanayide çalışacak. Böylece çıraklığın önü açılacak ve bu yolla beraber çocuğun maliyeti başkasına, hatta belki çocuğun kendisine yıkılacak. Bunun adı çocuk işçiliğinden başka bir şey değildir.

Bazılarınız itiraz edebilir, “Pekiyi ama uluslararası sözleşmelerde çocuk işçiliği yaşı sınırı 16 yaş değil mi?” Evet, ama çocukişçiliği sınırı 16 yaştır. AKP, çocuğun 3 gün sanayide çalışmasına resmi evraklar üzerinde “işçilik” demiyor, “eğitim” diyor ve bu yolla birlikte ücretsiz emek-gücünü bu mazeret kılıfına sokarak çocuk işçiliği aslında 11 yaşa indiriliyor.

Bütün bu sınıfsal etkiler, kadın politikaları ile doğrudan bağlantılı. Sanayide kullanılması planlanan ücretsiz ve “görünmez” emek-gücü de 3 yerine 5 çocuk istemek de kadının annelik rolünün artmasına yönelik bir politikalar ağının varlığını gösteriyor. Kadının annelik rolünün artması neye tekabül ediyor? Bariz bir biçimde kadının eve kapanacağı anlamına geliyor. Kadının eve kapanması ise yukarıda değindiğimiz noktaya; yani ailenin geçim maliyetlerinin azalması üzerine kuruludur çünkü bu yolla kadının ücretsiz yaptığı iş artmakla kalmaz, aynı zamanda ücretsiz emek-gücü ev içinde bir konfor illüzyonu yaratır. Kadın, eve giren yarı-mamul malları emek-gücüyle mamul mallara çevirmekle kalmaz, aileyi doyurup her gün tüm aile bireylerinin çamaşırını, bulaşığını da yıkayarak çalışan kimsenin yaşamının devamı için duyduğu ihtiyaçların birçoğunu egemen sınıflar için herhangi bir maliyet yaratmadan ve hiçbir pay almadan karşılar. Yani 4 + 4 + 4 ile beraber kadın-erkek arasındaki kölelik ilişkisi pekişecek ve üretim ilişkilerinin ev içinde taşıdığı kapitalizm öncesi nitelik korunacak.

4×3’ün sınıfsal etkilerinin bir boyutu da Kürt hareketine yansımalarıdır:

Az önce açıkladığımız üzere, sanayide çocuk işçiliğinin muazzam derecelere vararak yoğunlaşması, beraberinde ucuz emek gücünü de dolaysız yoldan getirecektir. Bu durumda bir yetişkin işçinin 700 liraya yapacağı işi, bir çocuk işçi 400 liraya yapabilecektir. Böylece, yetişkin işçi çalıştıran patronlar daha fazla kârlılık getiren bu eğilime yöneleceklerdir. Sonuçta genel olarak ücretlerde düşüşün önünün açılması doğrultusunda bir basınç oluşacaktır.

Buna benzer bir biçimde ücretlerin düşmesini sağlayacak bir diğer politika ise bölgesel asgari ücret uygulamasıdır. Bu uygulamaya göre, Türkiye bölgelere bölünecek ve asgari ücretin kendisi de bölgesel farklılıklar gösterecektir. İstanbul’da 800 lira olan asgari ücret, Diyarbakır’da 500 lira olabilecektir. Bu durumda bir kapitalist İstanbul’da fabrika açmak yerine Diyarbakır’da fabrika açacaktır. Sanayi altyapısı asgari ücretin daha ucuz olduğu yerlere kayacak, böylece dolaylı olarak İstanbul’daki asgari ücret de düşecektir.

Bu iki tasarının da getirilerinin Kürt hareketine etkileri açık: Doğu’da emek gücünü ucuza satmaya dünden razı geniş kitleleri T.C. ekonomisine katmayı amaçlayarak Kürt hareketinin tabanını kaydırmak, böylelikle örgütlülüğün önüne geçmeye çalışmak.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 4×3 sistemi hakkında yaptığı bir röportajda şöyle bir söylemde bulundu:

“Türkiye genelinde ortaöğretim çağındaki nüfusun %70’e yakını okullaşırken bölgeler arasında da ciddi farklılıklar maalesef varlığını koruyor. Örneğin, Şırnak’ta bu oran %30’ların altında. İşte bu nedenle 4 + 4 + 4 sistemi ile toplam nüfusun ortalama eğitim yılı artırılacak ve bu anlamda okullaşma oranındaki bölgesel farklılıklar da azaltılacak.”

Ömer Dinçer, bölgeler arasındaki okullaşma farklılığının nedeni olarak 8 yıllık kesintisiz eğitimi göstermektedir. Böylece Kürt Sorunu gibi toplumsal bir olgunun üstüne örtmeye çabalamaktadır. Dahası, 4×3’ün “bölgesel farklılıklara” yani parantez içinde Kürt Sorunu’na çözüm olacağını iddia ediyor. Bu, bir saptırmadan başka bir şey değildir.

4 + 4 + 4, aynı zamanda Kürt hareketiyle birlikte emek hareketini de bölmeyi amaçlıyor. Biliyoruz ki, yeni kademeleri sistem sanayide çocuk işçiliğini meşru kılarak çocuk iş-gücünün sömürüsünü bir hayli yoğunlaştırıyor. Hatırlarsınız, son seçimlerde Blok ve onun adayları ile beraber Kürt hareketi ile emek hareketi görece bir birlik kurmuştu. AK Parti hükümetinin söylemlerine göre, 4×3 ile Kürtçe seçmeli ders olacaktır. Bu söylemle, Kürt ulusal hareketini yanına çekmeyi hedefleyen iktidar, Kürtlerin verdiği mücadele ile sosyalistlerin verdiği mücadeleyi bölmeyi hedefliyor. Halbuki, iktidarın söylemi anadilinde eğitim hakkını kapsamıyor, sadece anadilini öğrenme hakkını (sözde) içine alıyor.

Kademeli sistemi meşru kılmak için iktidarın kullandığı bir diğer güncek söylem ise 4×3 düzeninin bir benzerinin Alman eğitim sisteminde mevut olduğu söylemidir. Bu da bir yalandır. Alman eğitim sisteminde Gymnasium, Realschule ve Hauptschule adında 3 değişik okul türü vardır. Gymnasium, üst sınıfların çocuklarının üniversiteye hazırlık okuludur. Bu okul, aristokratlaşma eğilimi taşır. Realschule’yi bitiren orta sınıf mensubu bireyler, üniversite hakları olmalarına rağmen 3 yıllık meslek eğitimini tercih ederek meslek yapmaya yönelirler. Hauptschule ise işçi çocukları içindir. Teoride üniversite hakları olmasına rağmen pratikte bu oran sıfıra yakındır. Resmi ansiklopedik tanımın da dediği gibi, öğrencileri “pratik iş yaşamına” hazırlar. Bütün bunlar bir kenara, Alman emperyalizminin sermaye ihracı sayesinde elde ettiği aşırı kâr fazlalıkları, onun bir teknisyen ile mühendis maaşlarının arasındaki farkı yaklaşık 400 Euro civarında tutabilmesini sağlamaktadır. (Bu durum kapitalizmin eşitlikçi bir yönünün olduğunu göstermez, aksine eşitsizlikler ile beslendiğinin bir göstergesidir.) Türkiye ise alt emperyal bir ekonomiye sahip olduğundan dolayı 4×3 gelir dağılımındaki uçurumu daha da genişletecektir.

Bitirmeden önce, ERG’nin üstünde özenle durduğu bir başka sorunsalı daha aktarmak istiyorum. Kesintisiz eğitim modelinde, 72 ayını doldurmuş olan çocuklar ilköğretime başlıyorlardı. Yeni düzenleme bunu 60 ile 72 ay aralığında doğmuş çocuklara çekiyor. Misal, 2006 yılında doğmuş birisi 2012-2013 öğretim yılında ilköğretime başlardı eskiden. Şimdi ise, buna ek olarak 2007 yılında Eylül’e kadar doğmuş çocuklar da ilköğretime başlayacak. Bu durumda (yani okula başlama yaşı 5’e çekilince) ERG’nin hesaplarına göre, Eylül 2012’de okula başlayan çocuk sayısı, 1.2 milyon yerine 2 milyona çıkacak. Lâkin, eğitim kurumlarımız ne böyle bir altyapıya, ne de böyle bir donanıma sahip bulunmaktadır.

Son olarak, Ömer Dinçer’in bir başka söyleminin gerçeklikte neye tekabül ettiğine bir bakalım:

Öğrenciler sporda, sanatta veya başka bir alanda yetenek sahibi ise veya bu alanların birinde kendini geliştirmek istiyorsa 5. sınıftan itibaren kendisine bu imkânı da tanımış olacak.”

Bu, yaratılan içi boş kurgulardan en büyüğüdür. Ömer Dinçer, 5. sınıfta yani ikinci kademede öğrencilerin farklı programlara yönlendirileceğini söylüyor; ancak programların ve program seçeneklerinin, kendisinin başında bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın takdirinde olduğunu söylemeyi unutuyor.  Müfredatı belirleyen Talim Terbiye Kurulu içerisindeki kadrolaşmayı ise dillendirmiyor.

Biz öğrencilerin ortaya koyması gereken alternatif program ise, eğitimin niceliği ile değil, niteliği ile ilgili olmalıdır. Önemli olan, 8 yıl art arda, 4 + 4 + 4 biçiminde veya 3/2 x 7 biçiminde olup olmayışı değildir. Önemli olan, müfredatın kim tarafından neye göre belirlendiğidir, geleceğimizin sahibi olup olmadığımızdır, eğitimin içsel karakteristikleridir, taşıdığı nitelikler ve neye göre belirlendiğidir. İşte bütün bunları tartışarak çözüme vardırmalı ve kendi geleceğimizi kendimiz tayin etmeliyiz. Bariz bir biçimde, 4×3, parası olan öğrencilerin meslek okullarına devam etmemesi ve parası olmayanların meslek okullarına devam etmesini sağlayarak zaten öğrenciler arasında var olan sınıfsal eşitsizliği ve ekonomik uçurumu daha da keskinleştiriyor. Türkiye’de bölgesel asgari ücret uygulaması veya özel istihdam büroları gibi art arda gelen saldırı politikaları, örgütsüz bir toplum yaratma hedefini önüne koymaktadır. İşte 4×3 de, bunun eğitim alanında hayat bulan ayağıdır.

 

Önceki İçerikHer köşesi buram buram militarizm kokan “İkinci Evimiz”
Sonraki İçerikİDP Gençliği: Yeni eğitim döneminde demokratik mevzileri korumak için taleplerimizi yükseltelim!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz