Recep Tayyip Erdoğan, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Yekta Saraç'ı kabul ederken.

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), 12 Eylül darbesinin ardından 1982 anayasası ile kuruldu. Kurulmasının en önemli amaçlarından birisi darbe rejiminin üniversiteleri denetim altına alma çabası idi. Zira 1960’lardan itibaren Türkiye’de siyasete damga vuran işçi hareketinin öğrenci hareketi ile kol kola büyümesi rejim açısından önemli bir tehdit unsuruydu. Kitlesel boykot ve grevlerin, öğrenci seferberliklerinin damga vurduğu bir dönemde; sınıf hareketi ile buluşan üniversitelerin yeniden yapılandırılmasının önemli uğraklarından birisiydi YÖK’ün kurulması.

YÖK sadece üniversitelerdeki öğrenci seferberliklerini ya da akademisyenleri denetlemekle/baskı altına almakla kalmadı, aynı zamanda neoliberal dönemde üniversitelerin dönüşümü için de önemli bir işlev gördü. Piyasa kurallarının toplumun tümüne nüfuz ettiği bu dönemde üniversiteler hem birer ticarethaneye dönüştü hem de bütün toplumsal ilişkilerin piyasaya tabi olması için kendine biçilen role göre şekillendi. Özel üniversitelerin de açılması eğitimde zaten var olan eşitsizliği daha da derinleştirdi. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda üniversitelerde yeni bölümler açıldı, kapatıldı. Bunlar, emekçilerin lehine gelişmeler olmadı.

Bugüne geldiğimizde, son anayasa değişikliği ile YÖK, birçok rejim kurumu gibi işlevsizleşti, Beştepe’ye bağlandı. İşlevsizleşmiş olmasından, onun yerine daha demokratik bir düzenleme yapıldığı anlaşılmasın; aksine üniversiteleri, öğrencileri ve akademiyi kapsayan daha da antidemokratik bir dönüşüm yaşandı. KHK’ler ile işine son verilen akademisyenler, protesto gösterilerine katıldıkları için tutuklanan, okullardan/yurtlardan atılan, bursu kesilen öğrenciler… Bütün bunlar son yıllara damga vuran üniversite gündemlerini teşkil etti.

Yaşanan değişiklik rejimin yaşadığı dönüşümü faş etmesi açısından önemli. Bütün demokratik sorunların çözümünün rejimin odağındaki Beştepe’de düğümlendiği politik bir atmosferde YÖK’e karşı mücadele de doğrudan saraya karşı mücadeleden ayrı düşünülemeyecek bir hale geldi. Bugün rejim odağını merkeze doğru kaydırdıkça sorunların çıkış noktası ve çözümü de berraklaşıyor. Öğrencilerin güncel olarak yaşadığı barınma, beslenme ve ulaşım gibi bir dizi yaşamsal sorunun kaynağı işçi sınıfının içinden geçtiği yoksullaşma süreci ile paraleldir.

Üniversitelerde ifade ve örgütlenme özgürlüğünün engellenmesi işçi ve emekçilerin eylem ve örgütlenme hakkının kısıtlanması ile benzerdir. Üniversitelerin denetim altına alınması için atanan kayyumlar HDP belediyelerine atanan kayyumlarla kardeştir. Öyleyse rejimin baskısı, ister YÖK eliyle olsun ister polis, isterse doğrudan saray tarafından, emekçi kitlelerin olası seferberliklerini ve rejimi sarsacak istemlerini ortadan kaldırmak içindir.

YÖK ve türevi kurumların ortadan kalkmasının, öğrencilerin demokratik kazanımlarının garanti altına alınmasının, gerçek anlamda özgür ve bilimsel, anadilde eğitim hakkının elde edilmesinin bütünlüklü bir perspektifle mümkün olacağını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu perspektif ancak kendileri de geleceğin (ve hatta önemli bir kısmı bugünün) işçileri olan öğrencilerin ve öğrenci hareketinin sınıfçı bir perspektifle donatılması ile mümkündür.

Rejimin kendisine ya da YÖK ve benzeri bütün aparatlarına karşı nasıl bir mücadele yürütmemiz gerektiği sorusu yine bizzat mücadele içerisinden yanıt buluyor. Politikamızı somut toplumsal sorunlar karşısında açığa çıkan mücadelelerden oluşturduğumuz gibi, bu politikayı yine bu mücadeleler içerisinde sınamalıyız. Bu açıdan rejim karşısında mücadele yürüten kitle seferberliklerine önem veriyoruz, vermeye de devam etmeliyiz.

Gerek halen öğrenci ve emekçi düşmanı icraatlarına devam eden ODTÜ kayyumluğuna karşı verilen mücadele, gerekse 2021 yılına damga vuran Boğaziçi Üniversitesi seferberliği “ne için ve nasıl bir mücadele?” sorularına yanıt veren önemli deneyimler bıraktı. Boğaziçi’ndeki seferberliğinde öne çıkan sloganlar olan; üniversitelerin bileşenler (yani öğrenciler, eğitim ekmekçileri ve işçiler) tarafından yönetilmesi; kampüslerde cinsiyetçi, ırkçı-şoven uygulamaların son bulması; nitelikli barınma hakkının sağlanması; sınırsız eylem ve örgütlenme özgürlüğü YÖK ya da onun yerini alan aparatlar karşısında önerilerimiz ve mücadele pusulamızdır.