Her hukuk, aynı ölçeğin, gerçekte aynı olmayan, farklı olan çeşitli bireylere uygulanması anlamına gelir; bu yüzden ‘eşit hak’ eşitliğin çiğnenmesi ve bir adaletsizliktir.

Lenin

Türkiye’de okuyan hemen her öğrenci, sanki Türkiye’deki çalışma koşullarınaadapte edilmek istercesine, ilkokulun ilk senesinden itibaren bir sınavlar, ödevler ve uzun ders saatleri maratonuna girer. Bu maratondan çıkacağını düşündüğü ilk an -seneden seneye adı ve sayısı değişebilen- liseye giriş sınavı ya da sınavlarıdır. Bu sınavda iyi kötü bir liseye giren öğrencilerin büyük çoğunluğu lise boyunca düzgün işlenmeyen derslerin düzgün hazırlanmamış sınavlarına girer, göstermelik olarak arşivde durması için ödevler yapar, tarih derslerinde de Arapların, Ermenilerin, Yunanların Türkleri nasıl arkadan vurduğunu öğrenir. Edebiyat derslerinde yazar adı ve eser adı ezberlenir, içeriğe dair ise neredeyse hiçbir şey yoktur. Fakat tüm bunlar yeterince iyi ezberlenirse üniversiteye giriş sınavlarında işe yarar bilgilere dönüşürler, daha sonra ise unutulurlar.

Üniversiteye giriş sınavları için ezberlenmesi gereken temel bilgilere ulaşabilecek öğrenci sayısı bile çok kısıtlıdır. Hatta çoğu lise -hele ki bulunduğu mahalle bir işçi mahallesi ise- öğrencilere temel okuma anlama becerilerini bile kazandıramaz. Bu sene YGS’ye giren 2 milyon 255 bin 386 adaydan yalnızca 953 bin 280 kişinin sınavın ikinci aşamasına başvurması tesadüf değildir. Aradaki 1 milyon 302 bin 106 öğrencinin bir bölümü 2 yıllık okumayı tercih ederken, büyük bir bölümü ise barajı dahi geçememiştir.

Eğitime katılımın artış oranının yanına bile yaklaşmayan hükümet tarafından eğitime ayrılan yetersiz bütçe eğitimdeki eşitsizliği körüklemektedir. Yol, su, elektrik, eğitim ve sağlık hizmeti olarak bizlere dönmesi gereken ödediğimiz vergiler (ki bu saydıklarımızın hiçbirinin parasız olmadığını, ayrıca dünya üzerinde en çok vergi ödeyen vatandaşların yaşadığı ülkelerden biri olduğumuzu da unutmayalım) krizlerde bankaları kurtarmak, patronların yarattığı dış borçlarıödemek, hükümetin savaş planlarını finanse etmek gibi sebeplerle ellerimizden alınmakta, arta kalan ise şu ya da bu devlet görevlisinin cebine rüşvet şeklinde veya başka yasadışı yollarla girmektedir. Buna karşılık 2011 yılından 2016 yılına kadar YGS’ye giren öğrenci sayısı 500 bin küsur artmış fakat buna karşılık aşağıdaki tabloda görülebileceği gibi eğitime ayrılan -halihazırda da yetersiz olan- bütçe 2002 yılından bu yana yalnızca %1,33’lük bir artış göstermiştir. Milli Eğitim Bakanlığı(MEB) bütçesinin merkezi bütçeye oranı %13,38’i aşmamış, MEB bütçesinin milli gelire oranı ise %3,46’yı aşmamıştır. Yani tüm ülke kazancının yalnızca %3,46’sı eğitime yatırılmaktadır.

Sorun sadece bir sermaye yetersizliği sorunu değildir. Hükümetin politik tercihleri ve kimi zaman beceriksizliği ve yozlaşmışlığı üniversiteye geçiş sınavlarındaki ufak bir eşitlik potansiyelini dahi ortadan kaldırmaktadır. 2011 yılında yaşanan YGS şifre skandalı hala hafızalardadır. Asla bilemeyeceğimiz onlarca skandal da yaşanmış ve yaşanmaktadır.

Yalnızca skandallara da gerek yoktur. Halihazırda ailesinin anadili Türkçe olmayan ve ilkokulda Türkçe öğrenmeye başlamış binlerce çocuk Türkçe bir sınava anadili Tükçe olanlarla aynı şartlar altında girer ya da o sınava ulaşamadan eğitim sistemini terk eder. Dershaneye gitme, ortalama bir okulda ortalama bir ders işleme fırsatı olmayan bütün işçi ailelerin çocukları da hemen hemen aynı durumdadırlar.

Hükümetin yaptığı tercih politiktir. Kürt halkı başta olmak üzere anadili Türkçe olmayan halkların ve işçi çocuklarının eğitimi sistematik olarak engellenmektedir. Biz ise buna karşı kendi politikamızla boy göstermeliyiz. İşçi ve emekçi ailelerinin çocuklarına ücretsiz ve nitelikli eğitim, eğitime harcanan bütçe arttırılarak sağlanmalı, okul yönetimi ve müfredat üzerinde ise sıkı bir işçi ve öğrenci denetimi kurulmalıdır.

Amfilerde yer kalmaz bahanelerini dinlemek istemiyoruz, iş güvencesi istiyoruz. Yaşamlarımızda sınavların değil, yeteneklerimizin söz sahibi olmasını istiyoruz.

Eski anlayış eğitimin siyasal olmaması gerektiğini savunuyordu, bizim bundan vazgeçmemiz gerekiyor; biz eğitim çalışmasını siyasetten yalıtık yürütemeyiz. Burjuva toplumunda hep bu fikir egemen olmuştur. ‘Siyaset üstü’ ya da ‘siyasal olmayan’ eğitim tabiri burjuva ikiyüzlülüğün bir numunesidir, yüzde 99’u Kilise’nin, özel mülkiyetin ve sair egemenliğiyle aşağılanıp küçük düşürülen kitlelere yutturulan bir aldatmacadan ibarettir. Gerçekte bütün ülkelerde yönetimde olan burjuvazi kitleleri bu şekilde aldatmaktadır.

Bu tür ülkelerde siyasal aygıtın önemi ne kadar çoksa, sermayeden ve onun politikalarından bağımsızlığı o kadar azdır. Burjuva toplumu dürüstçe kabul etmeye yanaşmasa da, bütün burjuva devletlerde siyasal aygıt ile eğitim arasındaki bağ çok güçlüdür. Gelgelelim bu toplum Kilise ve özel mülkiyet kurumu aracılığıyla kitlelerin beynini yıkar. Burjuvazinin ‘doğru’sunun karşısına kendi doğrumuzu çıkarmak ve kabul görmesini sağlamak başlıca görevlerimizden biridir.”

V.I. Lenin

Eyalet ve İlçe Eğitim Bölümlerindeki Siyasal Eğitim İşçilerinin

Tüm-Rusya Konferansı’nda Yapılan Konuşma

CEVAP VER