Baran Ağ
Bilim kurgu hakkındaki başlıca tartışmalardan biri de onun bilimsellikle olan ilişkisidir. Bu konudaki görüşlerden biri bize bilim kurgudaki asıl meselenin bilimsel gerçekliğe uygunluk olmadığını söyler. Eser bilimsel bir dilin ve bunu destekleyen bir ortamın, araçların kullanılması ile bilimsel olarak doğru olmayabilecek, hatta absürtlüğün sınırlarını zorlayabilecek bir teori ya da olaya izleyicinin (bir şekilde) iknası ile bilim kurgu olur. Önemli olan bilimsel gerçeklikten ziyade eserle izleyicisi/okuyucusu arasında kurulan karmaşık ilişkide ‘’bilimsel gerçeklik’’ fetişine takılmadan eserin amacı olan duygulanım ve düşünceleri oluşturabilmektir. Bunun için (belki de yanlış olan) bilimsel ögeler kurguya uygun bir şekilde yedirilmelidir.
Bu görüşün doğruluğunu varsaymak bilim kurgu eseri olacak şeyin neliğinin sınırlarıyla oynama yetisiyle de birleşince bize oldukça eleştirel bir eğlence yapmanın fırsatını sunuyor. İlk paragrafta bahsettiğim görüşe göre örneğin bir profesörün laboratuvar ortamındaki ciddiyet içinde (aslında absürt olan) bir olayı pek çok terim ve sahte bir nedensellik anlatısı ile aktarması… Bunların hepsi eserin izleyiciyle kurduğu ilişkideki asıl amacını destekleyen ya da eserin üzerine bina edildiği ‘’bilimselliğin absürtlüğünü gizlemek ve anlatıma yedirmek için kullanılan araçlardır. Örneğin en sevdiğim film olan Videodrome’da Katot ışını dalgalarının insan beyninde o kişiyi kullanışlı kılacak bir tümör oluşturması gibi bilimsel bir dille gerçek dışı bir durumun iç içe geçtiğini görebiliyoruz. Eserler insanlarda bazı duygulanımlar yaratarak onları belirli bir konu hakkında bir tutuma sürüklemeyi hedefleyebilir. Tıpkı Godzilla filminin aslında nükleer silahlanma karşıtı olması gibi ya da pek çok filmde gördüğümüz teknolojik gelişmelerin yol açtığı bir felaket üzerinden teknolojinin gelişim yönünden duyulan kaygının işlenmesi ve izleyicide de bu kaygıyı uyandırabilmek istenmesi gibi.
Şimdi ise Türkiye’deki (ve belki de dünyanın pek çok ülkesindeki) televizyonlarda yayınlanan tartışma programlarını, söyleşi programlarını düşünün. Akademik vb unvanlara sahip bazı seçilmiş kişilerin (ya da seçkin insanların) çıkarılıp sorulan şeylere dair terimleri, akademik üslupları ve unvanları ile birtakım analizler yaptıkları onca programı, haber bültenini düşünün. Hele hele iktisadi veya politik otoritelerin medya üzerinde resmi, gayri resmi baskısının fazla olduğu bir ülkede bu programlarda söylenenlere daima güvenle yaklaşma ve şüpheciliğe sırt çevirme durumunun saçmalığını da düşününce bahsettiğimiz programların biçimsel olarak ve hatta bu biçimsel benzerliği bir amaç doğrultusunda kullanma itibariyle de bilim kurguya ne kadar benzeyebileceğini düşünmek fazlasıyla trajikomiktir. Bu noktada utanmadan iddia ediyorum ki yandaş televizyon kanalları, onların haber ve tartışma programları bu sanatı bilim kurgu türünün hayal gücü ve kalemi en sağlam ustalarını bile şaşırtacak kadar etkili, hatta topluma sekil verecek düzeyde icra etmektedirler!
Yukarıda söylediklerimizi toplumun ideolojik inşasında medyanın ne kadar etkili rol oynadığını görerek daha da artırabilir ve kendi dönemlerinin bilimsel paradigmalarıyla bile taban tabana zıt bazı politik söylemlerinin nasıl bir bilimsellik sosuyla ve televizyon aracılığıyla sofralara girip insanları ikna etmeyi başardığını görerek sahip olduğumuz karamsarlıkla bilgi çağı diye tanıtılan bu dönemin bilim çevrelerine politik otoritelere olduğundan daha uzak sıradan insan için neliği ya da ne için olduğu sorgulanmaksızın politik yönelimlerinin altını doldurma ve boşluklara tıkamak için malzeme bulma açlığını yatıştıracak “ideolojinize ve size uygun enformasyonu seçin” paketleriyle dolu bir bilgi çöplüğü çağı olduğunu iddia etmek de mümkün görünüyor. İnsanin her arzusunu tatmine yönelik endüstriyel meta üretiminin yapıldığı şu dünyada bilgi ıskalanır mı hiç? Merak etmeyin bu sistem özgürce seçebileceğiniz ve sahip olduğunuz görüşleri taşımaya devam etmenize yardımcı olacak envaiçeşit bilgiyi de size altın tepside sunacaktır.