Boğaziçi Konuşuyor (@boun_konusuyor) Twitter hesabının 10 Eylül 2022’de düzenlediği “Boğaziçi Konuşuyor #4: Özel Gündem, Üniversitelerde Barınma Krizi” başlıklı sohbet odasında Zırhlı Tren adına söz alan arkadaşımızın deşifre edip düzenlediğimiz konuşmasını sizlerle paylaşıyoruz.
***
İyi akşamlar,
Zırhlı Tren Sosyalist Gençlik Gazetesi adına katılıyorum etkinliğe, aynı zamanda Boğaziçi öğrencisiyim ben de. Bugün bu meseleyi üniversiteler özelinde konuşuyoruz ancak bir bağlama oturtmak adına daha genel bir başlangıç yapıp sonrasında Boğaziçi’ne dair de birkaç söz söylemek istiyorum.
Bugün Boğaziçi ve diğer üniversitelerde öğrencilerin yaşadığı yurt sorununu konuşuyoruz fakat bu durumu genel anlamıyla bir barınma sorununun parçası olarak ele almak gerekiyor. Bu konunun geçtiğimiz haftalarda Tozkoparan’da, Fetihtepe’de, Çekmeköy’de gündeme gelen mahallelilerin yaşadığı mağduriyetten, geniş anlamda emekçilerin kent merkezlerinden uzaklaştırılması ve bu alanların ranta açılması çabalarından bağımsız olmadığını düşünüyorum. Üniversitelerde yurt sorununu ve üniversitelerin civar mahallelerindeki yüksek kira sorununu bu geniş barınma krizi çerçevesinde ele almak gerekiyor. Hükümetin bu konudaki temel mentalitesi şu yönde: Halihazırda yetersiz ve niteliksiz olan devlet yurtlarının giderek artan öğrenci sayısına kıyasla daha da yetersiz ve niteliksiz hale gelmesine sebep olarak öğrencileri kendi iktidarlarına yakın olan vakıf ya da tarikat yurtlarına mahkum etmek. Birçok yerde bunun örneklerini de görüyoruz. Bugün Boğaziçi’nde yurtlar üzerinden uygulanmak istenen mesele de tam olarak budur. TÜGVA, Ensar, TÜRGEV, İlim Yayma Vakfı vs ya da diyanet yurtlarına öğrencileri mecbur kılmak istiyorlar. Devlet yurtları zaten kapasite olarak yetersiz, ev kiralamak da neredeyse imkansız bir hale gelmiş durumda. Öğrencilerin geliri buna yetmiyor, zaten ülkenin çok büyük bir kısmı asgari ücretle geçinmek zorunda ama bu ücret dahi bu merkezlerde bir ev kirasını zor karşılıyor. Bu yaklaşımlarıyla da Enes Kara gibi arkadaşlarımız bu sistem tarafından ölüme sürükleniyor. Üstelik bu haberimiz olan, duyduğumuz bir örnek, kim bilir bilmediğimiz daha neler var.
Yurtların yetersizliğini bu şekilde ortaya koyuyorsak çözümü de konuşmak gerekir. Şunu biliyoruz ki kamu yurtlarının artırılması ve nitelikli hale getirilmesi için bu ülkede gereken kaynak var. Bu kaynakların nereden alınabileceğini biliyoruz. Vergi borçları silinen Sabancı, Koç gibi sermaye grupları, 5’li çete diye tabir edilen hükümete yakın sermaye gruplarının silinen borçları ya da kredi borçları sürekli ertelenen Demirören grubu gibi büyük sermaye gruplarından bu kaynaklar elde edilebilir. Yap İşlet Devret modeliyle köprüler, havaalanları yollar üzerinden kamuya yüklenen koca bir borç sistemi var, kamunun kaynakları bu gibi sermaye gruplarının rantı için değil gerçek sorunlar için kullanılabilir. Biraz baktığımızda öğrencilerin yurt sorununu bir kere değil 300 kere çözecek kaynak var. Ama halihazırdaki üretim modeli insan odaklı, toplum odaklı, ihtiyaç odaklı bir sistem değil. Kapitalist sistemin sonucu olarak bu sorunlara maruz kalıyoruz.
Boğaziçi’ne gelirsek, aslında ülkedeki birçok üniversitenin öğrencileri bu barınma sorunundan uzun süredir muzdarip. Nitelikli yurt bulamama, açıkta kalma, kiraya çıkamama durumu çok yaygın, hatta Boğaziçi bu durumun sonuçlarını biraz gecikmeli yaşıyor. Ben 2016 girişliyim, bu yıldan öncesinde kadar hazırlık Kilyostaydı ve 1200 öğrenci orada barınabiliyordu. Yaklaşık 2000 öğrenci Hazırlığa kayıt yaptırırdı kalan 800 öğrenci de Kuzey Kampüs’te ikamet ederdi. Bu sayede İstanbul dışından gelen neredeyse tüm öğrencilerin barınma ihtiyaçları karşılanabiliyordu. Hatta İstanbul sınırları içerisinde Avrupa Yakası’nda Avcılar, Anadolu Yakası’nda Pendik ilçelerinin ilerisinde ikamet eden hazırlık öğrencileri de okulun yurtlarından faydalanabiliyorlardı. Ama Anadolu Hisarı Kampüsü, Kandilli Kampüsü yeterli sayıda öğrenci barındırabilecek bir durumda değil. Bu durum için dönem öncesinden hazırlıklar yapılmamış. İnşaatlar dahi bitirilmemiş ve öğrencileri mağdur ediyorlar. Kandilli yurdunda öğrencilerden aldıkları basınç sonucunda bir açıklama yaptılar ve öğrencilerin yerlerini değiştirdiler. Şu an var olan yurdun 530 öğrenci kapasitesi var ve bunun tamamını erkek öğrencilere aktaracaklarını söylediler, bu da ayrıca bir fiyaskodur. Bunu patriyarkal bakışlarının bir sonucu olarak görüyorum. Halihazırda yurtlarına yerleşmiş kadın öğrencileri bir anda o yurttan çıkarıp nerede olduğu belli olmayan ismi bile açıklanmayan yurtlara yerleştireceklerini söylüyorlar. Yurtlar yetersiz olduğu gibi derslikler de hazır olmadığı için öğrencilere ilk bir ay eğitimin online olacağını açıkladılar. Bu en iyi ihtimalle bir aydır daha uzun sürmesi çok olası. ÖTK’dan arkadaşlarımız kampüsü ziyaret edip oradaki inşaat işçileriyle sohbet ettiler. Okulun 28 Eylül’de açılacağını söylediklerinde “28 Eylül değil 25 Ekim’dir o” şeklinde yanıt aldılar yani orada çalışan emekçiler doğrudan bu inşaatın yetişmeyeceğini söylemişti bize. Mevcut tablo böyleyken, ve okulun etrafı cami doluyken, orada valilik ve Trendyol’un sponsorluğunda bir de cami inşaatına giriştiler. Kendi işçilerine insanca yaşayacak bir ücret vermezken kayyum yönetiminin projesine sponsor olan Trendyol’u da unutmayacağımızı vurgulamak gerekir.
Şunu tekrar belirtmek istiyorum bu durum Boğaziçi’ne has bir durum değil. Koç Üniversitesi’nden arkadaşımız da konuşmasında kendi durumlarını aktarmıştı. Yıldız Teknik ve İstanbul Üniversitesinden arkadaşlar da söz alacaklardır, bütün üniversitelerde gördüğümüz öğrencilerin ortak bir sorunuyla karşı karşıyayız. Yani sistemin genel krizinin Boğaziçi’ne yansımalarını konuşuyoruz aslında. Örnek olarak TÜGVA’nın TÜRGEV’in Boğaziçi’nin websitesine eklenmesi bizim okulumuz için yeni bir olay ancak bu ve benzeri durumlar Anadolu’daki üniversitelerde yıllardır yaşanan bir sorundu. Bütün bu sorunları genel bir sorunun parçası olarak ele almak gerekiyor. Önceki sözlerde yaşananları bir yönetememe meselesi olarak dillendirenler oldu, buna katılmadığımı belirtmek istiyorum. Aksine yaşadıklarımız bu rejimin tercihleridir, bu rejimin yönetme biçimi budur. Bu iktidardan önce ya da iktidarın ilk dönemlerinde liyakat sorunu yoktu da şimdi liyakat sorunu var yönetemiyorlar gibi bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum. İnsan odaklı, toplum odaklı, ihtiyaç odaklı bir üretim yapılmadığı için karşımıza her yerde mağduriyet çıkıyor.
Teşekkür ederim.