20 Aralık sabahı Samsun’un Canik ilçesinde, 18 yaşındaki bir genç, çıkarıldığı mahkeme tarafından 6 adet meyve suyu çalmaktan suçlu bulunarak tutuklandı. Haberin sunulduğu yazıda bir de görsel var. O resimde elleri önden kelepçelenmiş, omuzlarının iki yanında iki polis duran, zayıf, gözlerinden nefret okunan bir genç görüyoruz. Mimiklerinden belli, yaşamda kalma koşullarına dönük bir öfke yayılıyor suratından. Polislere, fotoğrafçıya veya tutuklanmış olmasına aldırış ediyormuş gibi bir havası yok. Yüksek ihtimalle bu hadisenin hayatında bir şey değiştirmeyeceğine, doğduğundan bu yana mücadele etmek durumunda kaldığı şartlarla kıyaslandığında tutuklanmanın çok da önemli olmadığına kanaat getiriyor.

Tutanağa göre genç, meyve sularını aldığı büfe daha açılmadan sabah erken saatlerde oraya gitmiş, içeceklerin bulunduğu dolabın cam kapağını kırmış, içinden de altı meyve suyu alarak kaçmış. Öyle sanıyorum ki, altı adet meyve suyu çalmanın ruhsal ve maddi kaynağı, psikolojik bir haz veya fantezide değil, ihtiyaçtadır. Yani, medya tarafından düşünülmeden (ya da belki tam aksine düşünülerek) “hırsız” olarak yaftalanan genç, açıkçası “hırsız” değil de “aç” sıfatıyla anılmasını gerektiren birtakım yoklukların pençesindeydi büyük ihtimalle. Popüler deyişle “muhtaçtı”. Ama muhtaç kelimesinin karakteri, gerçeği gizler bir niteliğe sahip. Şayet kimsenin doğasından gelen bir sosyal “muhtaçlığı” yoktur. İnsanlar muhtaç “bırakılır”. Kim veya kimler tarafından? Şimdi ona gelelim.

Bu olaydan birkaç gün sonra bir başka haber ilişti gözüme. Siirt Üniversitesi rektörü Murat Erman kendisine ultra lüks makam arabası tahsis edilmesini istemiş, bu dileği tepki toplayınca da kendini “Sanki Ferrari. Her rektörlükte olan bir otomobil bu.” diye savunmuş. Rektör 13 Kasım’da arabası için bir ihale açmış. İhalede, kendisinin bineceği araba için sıraladığı şartlar şunlar: En az 2017 model, 4×4, 2000 motorlu, 190 beygir güce sahip, 0’dan 100 kilometre hıza 8.2 saniyede ulaşması, azami hızının 232 kilometreye çıkması, dört tarafta hava yastığı, start-stop özellikli, uydu telefonlu, deluxe çift bölgeli tam otomatik klimalı, dört kol tasarımlı çok fonksiyonlu deri direksiyon, elektromekanik park freni, ısıtmalı koltuklu…

Takdir edersiniz ki, ortada eşitsiz bir durum var. Bir tarafta ince bir hırkayla, soğuk bir Aralık sabahı, büfelerin içecek dolaplarından cam kırıkları ayıklayarak guruldayan midesini meyve suyu ile doldurmaya çalışan ve hayatta kalmaya çalıştığı için mahkemelerce tutuklanan bir genç ve öteki tarafta, soğuk Aralık sabahlarında işe giderken poposu havadan etkilenmesin diye ısıtmalı koltuklu lüks makam aracı için ihale açan bir üniversite rektörü! Bu bir fotoğraf karesidir; Türk kapitalizminin yağmacı ve eşitsiz doğasının, yoksun kitlelerden çalıp varlıklı bir azınlığı zenginleştirdiğinin, seçkinleri ve elitleri tıka basa doyururken yığınları aç bıraktığının bir fotoğrafı. Şimdi bize 2023 hedeflerinizden bahsedin; ama siz, çıkarlarınıza hizmet edecek olan bu kirli plandan bahsederken, arkanızda bu fotoğraf asılı duracak!

Bu fotoğraf karesinin ifade ettiği bir çürümüşlük var; öyle bir çürümüşlük ki, kokusu, onu göz ardı edip inkar etmek isteyenlerin dahi burunlarına ulaşmış, gözlerini yaşartmış durumda. Egemen siyasi blokların ekonomi politikalarının gardiyanlığı altında semirmiş, toplumsal eşitsizlikten, savaştan ve diktatoryal polisiye tedbirlerden beslenen bir oligarşi, topluma sunabileceği, vaat edebileceği yeni hiçbir şeye sahip olmadan ama onun dışındaki her şeye sahip olarak, çürümüş bir beden gibi kokuyor. Biz, kokuyu bastıracak yeni bir parfüm teklif etmiyoruz. Cesedi artık defnedelim diyoruz; arkasından dua okumadan.