1900’lerin ortalarına kadar uzanan, ağır sanayide ya da madenlerde çalışan çocukların bulunduğu, çoğunluğu siyah beyaz olan fotoğraflardan bir iki tanesini her birimiz mutlaka görmüşüzdür. Birçoğu Amerika, İngiltere, Fransa gibi erken sanayileşmiş ülkelerde, ya kömür tozundan yüzleri kararmış ya da metallerin eritildiği cehennem görünümlü fabrikaların içinde çalışan çocukların gösterildiği bu fotoğraflara bakınca çoğu insanın aklına ‘Artık böyle şeyler kalmadı’ benzeri bir cümle geliyor. Kapitalizmin ‘insancılaştırıldığı’ bu çağlarda bunlarla pek fazla ilgilenilmiyor.

Çoğu insanın aklına gelebilecek bu cümlede bir yandan haklılık payı da var; erken sanayileşip emperyalizmde üst sıralarda yer kapan ülkelerin bir çoğunda çocuk işçilik asgarî seviyelerde tutulmakta. Tabi ki bunun gerçekleşebilmesinin en önemli şartı olarak, bu ülkelerin sermayedarları çocuk işçilerin daha rahat ve daha ucuza çalıştırılabilindiği (Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri gibi) ülkelere fabrikalarını kurmaktalar. Çeşitli giyim markalarının Asya ülkelerinde çocuk işçi çalıştırdığına dair gündeme düşen ama pek de ses getiremeyen fotoğraflar da son birkaç yıldır ortalıkta pek gözükmüyor.

Bütün bunlara rağmen çocuk işçiliği her boydan kapitalistin ve -Türkiye için konuşacak olursak- bir miktar küçük esnafın severek sömürdüğü bir ucuz emek türü. Türk, Kürt demeden işe alınan okul çağındaki çocuklara artık Suriyeliler de eklendi. Dil bilmediği veya sadece Suriyeli olduğu için hiçbir iş bulamayan anne ve baba Suriyeliler asgarî koşullarda yaşamlarını sağlayabilmek için çocuklarını patronların insaflarına terk etmek zorunda kalmaktalar.

Son günlerdeki “kaçak”(?) göçmen haberleri -özellikle Aylan Kurdî’nin ölümünün ardından- göze iyice batmaya başladı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sınırların açılması için kitlesel gösteriler düzenlendi, yüz binlerce insan Suriyeli mültecileri kendi evlerinde ağırlayabileceklerine dair beyanat verdi. Fakat işin öbür yüzü kimse tarafıdan fark edilmedi. Avrupa’ya kaçma durumunda olamayan Suriyeliler, Türk devletinin insafına kalmış durumda; yani hallerini siz düşünün. 1 milyon 800 bini sokakta hiçbir vatandaşlık ya da mültecilik hakkından faydalanamadan yaşam mücadelesi veriyor, geri kalan 200 bin civarındaki insan ise kamplarda bir çeşit hapis hayatı yaşıyor.

Yıllar boyunca Esad monarşisine destek veren devletler, Suriye devriminin gelişim sürecinde Esad rejiminin kırılganlığını fark ettiklerinde ‘ılımlı’ İslam odaklarına silah ve para yardımı yapmaya başladılar. Türkiye, Suriye Kürtlerinin bağımsızlık elde edip devlet kurmaları ihtimalinden öylesine korkuya kapıldı ki ‘ılımlı’ yetmez deyip IŞİD’i neredeyse saklamaya lüzum görmeksizin destekledi. Şimdi IŞİD’in cihatçı teröründen ve Esad rejiminin kimyasal silahlarından kaçan insanları Avrupa kabul etmiyor, Türkiye ise kabul etmemekten beter ediyor. İşsizliğin yüzde 10’lara dayandığı bir ekonomide Suriyeli çocuk işçi çalıştırmak; işte Türkiye’deki sermaye birikim yasası bu. Bir kısım işçi işsiz bırakılır, bir kısım işçiye üç kişilik iş yüklenir ve günde 10 saate yakın çalıştırılır. Kâr elde etmek için bütün bu önlemler yetmez, Suriyeli çocuk işçiler de yok pahasına insanlık dışı koşullarda çalıştırılır. Canlı bombalar hariç her eylemi, her gösteriyi, her muhalefeti telefon konuşmalarından internetteki yazışmalarına kadar takip eden devlet neden yasaları uygulayıp çocuk işçilerin sömürülmesini önlemiyor? Zira devlet patronların çıkarlarını korumakta, çocuk işçiler de patronların kâr kaynaklarından birini oluşturmakta.

CEVAP VER