Türkiye Gezi isyanından bu yana oldukça kırılgan ve patlamalı niteliklere sahip süreçlerin içerisinden geçiyor. Mevcut tabloya baktığımızda Kürt illerinin yeniden işgal edildiğini, şehirleri yakılıp yağmalandığını, Türkleştirme politikalarının bir devamı olan rant amaçlı yeni konut projelerinin tasarlanmış olduğunu ve milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığının ellerinden alınmış durumda olduğunu görüyoruz. Öte yandan Metal işçilerinin hem patronlara hem de mafyatik Türk-Metal Sendikası’na karşı yürüttüğü büyük seferberlik dalgası -yeni mücadelelere gebe olarak- geri çekilme aşamasında. Bugün bir benzeri Fransa’da yasalaştırılmak istendiği için Fransa işçi sınıfının hayatı durma noktasına getirdiği kiralık işçilik/kölelik yasası sessiz sedasız bir şekilde meclisten geçirilmiş durumda ve yasanın geri çekilmesi talebiyle öne çıkan mücadeleci bir hareket de patlak vermiş değil. Bunların yanı sıra emekleme döneminde olan öğrenci hareketinin, gerek tutuklamalar gerekse de para-militer çetelerin saldırıları ile sindirilmesi amaçlanıyor. Hükümet, üniversiteler ile yetinmemeye karar vermiş olacak ki, çeşitli liselerin yönetimlerinde kadrolaşmayı derinleştirme hedefinde.

Saray’ın başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı için ihtiyaç duyduğu politik ve sosyo-ekonomik ortam ile kendi hayatları arasına sıkışmış milyonlar, siyasal bir alternatifin yokluğunun söz konusu olduğu bugünlerde, tarafsız kalmak ile kayıtsız kalmamak arasında salınıyorlar. Bu bağlamda Türkiye’de politika en dinamik ve potansiyel olarak patlamalı zamanlarını yaşıyor diyebiliriz. Cumhurbaşkanı ve çevresindeki “dava” (çıkar) arkadaşları, her tür muhalefet nüvesine alabildiğince saldırıyor, -hem ülke içerisinde hem ülke dışında-  agresif ve kontrolsüz bir politika yürütüyor. İktidarda kalmak, bu aşamadan sonra, onlar için hayati bir meseleye dönüşmüş durumda.

Cumhurbaşkanı işçi sınıfı ile gençliğe dönük gerçekleştirdiği bütün saldırıları, aldığı oy oranı ile meşrulaştırma eğiliminde. Erdoğan’a göre kendisine dönük olarak sergilenmiş bir davranış veya söz, tüm ‘millete’ yapılmış bir “ayıp” konumunda. Geniş emekçi kitlelerinin gözündeki prestijini, bir yandan ekonomik ve politik istikrar vaat ederek bir yandan da mazlum edebiyatına sığınarak korumaya çalışan ancak bu havuç politikası işe yaramayınca sopa yoluyla ikna etme geleneğini ustalıkla sürdüren bir siyasi eğilim var karşımızda. Ekonomik ve politik istikrar 2008 senesindeki altüst oluştan beri bir peri masalına dönmüş olsa da, bu söylemin yerini ‘bana başkanlığı vermezseniz daha da kötüsü olur’ benzeri bir yaklaşım almış durumda.

Fakat mazlum edebiyatı bitmeyen bir şarkı halini almış durumda. Bu mazlum edebiyatı, bürokrasinin ve ordunun her fırsatta işçi sınıfı mücadelelerini yok etmek amacıyla oluşturulmuş aparatlar olduğu gerçeğini makyajlayan ve bu ilişkiler ağı içerisinden kendisine bir mağduriyet senaryosu çıkartan Erdoğan’ın prestijini korumak için başvurduğu en sinsice metotlardan birisi.

Hal böyle olunca Erdoğan’a karşı üniversiteyi bitirmediği ve diploması olmadığı üzerinden muhalefet örmeye çalışmak, işçi sınıfının büyük bir bölümüne kapıları kapalı olan üniversitelerde okuyamamış kitleleri zaten mazlum edebiyatının bin bir türlüsünü hiç utanmadan yapan Erdoğan ve AKP’ye teslim etmek demek oluyor.

Düştüğü koltuğundan defalarca sermaye ve işveren örgütleri tarafından kolundan tutulup kaldırılan Erdoğan’ın, bir yandan işçi sınıfının hayatta kalma şartlarını son kırıntısına dek yok ederken bir yandan da mağduriyet politikasıyla kendisini “halktan” birisi olarak göstermeye çalışmasını güçlendiren “diplomasız Cumhurbaşkanı” odaklı bir muhalefet anlayışı, sadece Saray’ı güçlendirecektir. Halbuki bizim için Cumhurbaşkanı’na ve hükümete karşı ayakları yere basan somut bir muhalefet, “diplomasız Cumhurbaşkanı” dedikodusunu değil, “diplomalı işsiz” gerçeğini temel alan emek eksenli sosyalist ve mücadeleci bir programın etrafında kenetlenerek mümkün olabilir.

Cumhurbaşkanı’nın diplomasız olmasından daha yakıcı bir sorun olarak karşımıza çıkan diplomalı gençlerin mezuniyet sonrası iş bulamaması gerçeği, sorunlarımızın kaynağı olan ekonominin kapitalist biçiminin ilga edilmesi adına örülecek olan emekçi bir gençlik hareketi için esas kalkış noktasıdır. Özellikle sosyalizme inanmış binlerce devrimcinin ve işçinin bir üniversite diploması olmadığını düşününce!

Mevsim etkisinden arındırılmış TÜİK verilerine göre 2015 yılının Mart ayında iş gücü piyasasına katılan 738 bin kişiden 313 bini iş bulamamıştır. Hali hazırda geçen senenin resmi rakamları ile 2 milyon 943 bin kişinin işsiz olduğunu da unutmamak gerekmektedir. 2014 yılında yayımlanan verilere göre ise 5,6 milyon üniversite mezunundan 606 bini işsiz durumda, yani tüm üniversite mezunlarının %10,6’sı işsizdir. Tüm işsizlerin yaklaşık %20’si ise üniversite mezunudur. İşe girenlerin hangi karanlık koşullar altında çalışmak zorunda oldukları ise, başka bir yazının konusu olabilir.

Saray ile mücadele, diplomalı ve diplomasız işçilerin ve işsizlerin en can alıcı sorunlarına, kapitalizmden çıkışı gösteren devrimci çözüm önerileri getirmekten geçiyor. Zira genç işsizlerin ve işçilerin iç çekişleri, AKP’nin mazlum edebiyatının bir parçası olarak değil, yaşamsal kaygıların devrimci çözümlerini odağına almış, seferberlikleri genişletip derinleştirmeyi öneren, işçilerden yana mücadeleci bir programla son bulabilir.

1 YORUM

CEVAP VER