2008 ekonomik krizinin, 1929 buhranıyla kıyaslanıyor oluşunun ve aradan geçen 7 yıla rağmen etkisini sürdürüyor oluşunun gençlik üzerinde etkisi oldukça geniş çapta yaşandı. İlk bakışta, krizin genç işsizlik oranlarını %40-%50lerin üzerine çıkardığı İspanya, İtalya, Portekiz gibi ülkeler, ardından da Bologna sürecinin tamamlanmadığı Türkiye gibi ülkeler, yoksulluğun büyük bir ivme ile yükselmesi, ucuz emek sömürüsünün derinleşmesi ve genelleşmesi ile karşılaştı. Bu neo-liberal yağmacı politikalara karşı sokaklara çıkan işçi-işsiz ve öğrenci gençliğin kolluk kuvvetlenin fiziksel saldırı ile baş etmek mecburiyetinde kaldı.

İşçi-işsiz ve öğrenci gençlik, ekonomik ve anti-demokratik tüm bu baskılara karşın kararlılıkla mücadeleye devam ediyor ve hayatlarını savunmak adına taleplerini sahipleniyor. Ancak bu olgular, mücadelelerin zafere ulaşması için yeterli değil. Avrupa’dan Latin Amerika’ya pek çok deneyim bize bunu gösteriyor. Sürekliliğin sağlanmadığı ve yalıtık halde kalan eylemlilikler ne kadar güçlü bir potansiyele sahip olsa da belli bir noktada sönümlenmek zorunda kalabiliyor.Bunun dışında kitlesel hale gelebilen hareketler ise mücadelelerin bölünmesi sonucu dar sınırlara hapsoluyor, birbiriyle bağlı sorunların çözümü ayrıştırılarak belirsiz tarihlere atılıyor. Bu durumun akla getirdiği soru ise, gençlik mücadelelerinin ortaklaşması ve sürekliliğinin sağlanmasının hangi zeminler üzerinde gerçekleşmesi gerektiği.

Kapitalizm, sürekli olarak çalışanlar üzerinde ücret baskısı oluşturmak, ücretleri aşağı çekmek yönünde elinde bir koz bulundurmak amacıyla yedek iş gücü ordusu olarak işsizleri var eder ve kullanır. Özellikle gençlik içinde işsizlik oranları neredeyse genelleşmiş bir halde ülke işsizlik ortalamalarının 2-3 katı düzeyinde seyreder. Derinleşen kapitalist krizle birlikte ise dünyada genç işsizlik oranları durdurulamaz bir biçimde artmakta. Bu ise, genel olarak ücretlerin düşüşü, diplomalı işsizlik ve proleterleşen öğrenciler gibi olgular yaratmakta. Eğitim hayatına devam ederken çalışmak zorunda kalan öğrenciler, çok daha küçük yaşta çalışmaya başlayan ve bir kalifiye işçinin yaptığı işi çok daha ucuza yapmak zorunda bırakılan genç işçiler ve mezun olduktan sonra iş bulmak için sayısız sertifika programına dahil olan, sınavdan sınava koşturan en iyi ihtimalle esnek ve güvencesiz bir biçimde istihdam edilen diplomalı işsizler… Ayrı ayrı sıralasak da aslında sorunlar bir ve bütün. Kısaca bütün o üniversite sonrası kariyer hayallerine rağmen, burjuvazinin bize verebilecekleri bunlarla sınırlı; güvencesiz ve esnek çalışma, geleceksizlik, işsizlik…

Son yıllarda kapitalizmin krizinin bir parçası olarak neo-liberal politikaların eğitim alanında yansıması olan Bologna Deklarasyonu’nun da hayata geçmesine hız verilmesi tesadüf değil. “Bologna en saf haliyle, kapitalizmin neo-liberal evresinin bizleri yüzleştirdiği, devletin kamu harcamalarından elini çekmesi ve bu alanları özel sermayeye açmasının eğitim alanındaki yansımasını ve bunun için yapılması gerekli uygulamaların bütününü içeren bir deklarasyon.” Buna göre eğitim alanında, tüm ilişkiler piyasa işlerliğine uygun hale getirilecek ve sermayenin kâr oranlarını garanti altına alabilmek, arttırabilmek amacıyla bilgi üretimi gerçekleştirilecek. Krizle beraber kâr oranları düşme eğilimi gösteren burjuvazi için Bologna Deklarasyonu’na hız verilmesi demek, eğitimin hızla kârlılığı hedefleyen bir sektör haline gelmesi demek. Bu yolla öğrenciler birer müşteri, kamu hizmeti olması gereken eğitim ise kârlılığı temel alan bir sektör olarak yapılandırılıyor. Bunun yarattığı sonuç ise, esnek ve güvencesiz çalışmak zorunda kalan akademisyenler, araştırma görevlileri, asistanlar ve diğer üniversite işçileri; sosyal bilim bölümlerinin sermaye için kâr sağlayacak şekilde düzenlenmesi, düzenlenemediği takdirde kapatılması; mühendislik, mimarlık öğrencilerinin ucuz ve hatta ücretsiz iş gücü olarak proje bazlı sömürülmesi hâlini alıyor.

Gençliğin ortak sorunları; eğitimin piyasalaşması, ucuz iş gücü olarak sömürülme, geleceksizleşme, güvencesiz çalışma, işsizlik etrafında şekillenirken, gençliğin mücadelesini ortaklaştırabilecek ve mücadeleleri tekil ve yalıtık halden çıkarabilecek, sürekli hâle getirebilecek dinamik de bunlardan bağımsız olamaz. Bu gençlik hareketi, birleşik bir mücadeleyi temel alan ve bu sorunların çözümü yolundaki önerileriyle bir alternatif olduğunu kanıtlayabilirse toplumsal kategoriler olarak iç içe geçmiş işçi sınıfı ve gençliğin birliği, arka arkaya geleceğini elinden alan toplumsal kesime karşı zaferlerini ilan edecektir.

CEVAP VER