Sermaye ve liseler

Çıkardığımız bu fanzinin (Enternasyonalist Öğrenci) izleyeceği muhalif politikanın kilit noktasını, neo-liberal ekonomi politikaların yarattığı toplumsal dönüşümlerin liselere tezahürü oluşturmaktadır. Bu dönüşüm süreci içerisinde eğitimin nasıl ticarileştiğini, bilginin nasıl mübadele değeri kazanarak metalaştığını, öğrenci kimliğinin ve profilinin nasıl tüketici toplum modeline eklemleme amacıyla bir “müşteri” anlayışına doğru evrildiğini, okulların nasıl şirketlere benzemeye başlayarak sermayenin ideolojik diktatörlüğünün bir maşası olduğunu ve burjuvazinin kitleleri uyuşturan kültürel hegemonyasını nasıl kuşaktan kuşağa aktardığını, müdürlerin nasıl git gide işletme patronlarına döndüklerini teorik düzleme yatırarak analiz eden, düzenli aralıklarla çıkartılan ve öğrenci kesimleriyle organik bağlara sahip olmakla kalmayarak onların sesi/sözü haline gelmeyi amaçlayan bir devrimci yayının kitapçılarda boy göstermesinin vakti gelmişti. Bir devrimci yayın olarak liselerde yaşananlara dair çok yönlü bir siyasal teşhir çabasına girmişken, ifşa edilmesi gereken en kritik başlığın “sermaye-lise ilişkisi” olduğu üzerinde fikir birliğine vardık. Bu kısa yazının konusunu da, işte bu fikir birliğinin kendisi belirledi.

Genel tablo

İlkeli bir öğrenci politikası izlemeye ve oluşturmaya çalışır iken siyasal ve sosyal talepler oluşturmanın zorluğu, öğrenci diyerek kategorize ettiğimiz kitlelerin özel mülkiyet ilişkileri bağlamında tek ve farksız yani ortak bir konumunun olmayışında, farklı bir ifadeyle öğrenciliğin ekonomik ve toplumsal bir sınıf olmamasında yatar. Ancak ortak bir sınıf bilincinin olgunlaşmasının mümkün olmamasına karşın, üzerimizdeki baskı ve şiddet politikalarından bizi bekleyen geleceksizliğimize kadar, bizi mücadele etmeye yönelik bir biçimde birleştirme potansiyelini içinde barındıran birçok öğe ve olgu mevcut. Sonuç olarak kendimizi ayrı ve arada bir sınıf olarak tasvir edemesek de hepimizin, genel olarak bütün öğrencilerin ortak bir sosyal konuma sahip oldukları her gerçek gibi, somut bir veridir. Buradan yola çıkarak bir talepler ve sloganlar listesi çıkartılıp aktif politikalar, stratejiler ve taktikler üretilebilir. Lakin bu içerikteki bir listeyi hazırlayıp önümüze hedef olarak koymadan önce, sahip olduğumuz sosyal konumun karakteri ve taşıdığı niteliksel rolleri üzerine birkaç söz söylemeliyiz.

Liseler

Eğitim kurumlarının dönüşümü, kapitalizmin ihtiyacı olan işgücü niteliğinin değişimiyle bir paralellik izler. Sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlenen bu biçimleniş kendini bir zamanlar sadece üniversitelerde maddeleşmiş bulur iken, bugün üniversiteler ile birlikte liseler de egemen sınıfların ekonomik  “ihtiyaçlarının” (daha doğrusu ihtiyaç duymadıkları fazlalıklarının) giderilmesi için bir yetiştirme kampına dönüştürülmüştür.

Kapitalist üretim tarzı içerisinde liseler yeni baştan formüle edilmeye başlanmıştır ve bu süreç hızını kesmeden faaliyetlerini sürdürmektedir. Lise 3 yıldan 4 yıla çıkartılarak sadece öğrenciliğin işsizliği gizlemek için kullanılan çok pratik bir sosyal konum olduğunu kanıtlamakla kalmadı, aynı zamanda üniversiteye girişe hazırlık için itaatleştirmenin artan bir niceliksel yoğunluk kazanmasına ihtiyaç duyulduğunu da gösterdi.

Çok da uzak olmayan bir geçmişe kadar sınıf mücadelesinin eğitim kurumlarında en yoğun yaşandığı yer olan üniversiteler artık bu sıfatı liselerle de paylaşmaya başladı. Girebilmek için bir dizi sınavın “başarıyla” verilmesi gereken liseler, öğrencilere politik direnişte geçici olmalarını öğütlemekle yetinmiyor, sınıfların varlığını bir görünmezlik peleriniyle örtmek istercesine kendisini, yani liseyi toplumsal çelişkilerin yarattığı sefaletten kurtulmanın bir yolu, başka bir deyişle sanki bir “sınıf atlama” aracıymış gibi sunarak yanılgıların en büyüğünü yaratıyor. Öğrencilerin bilinçleri tam da bu kurgu tarafından bulandırılıyor.

Hâkim sınıfların iktidarlarını ellerinde tutmaları için gereksindikleri bu bilinç farklı yollardan sermayenin biçimlendirdiği lise bürokrasisi tarafından okullarımıza giriyor. Kısacası, liseler üniversiteleşirken, liseli öğrenci kimliği de rekabetçi, “güçlü olan hayatta kalır” ilkesini benimsemiş bir birey olarak yeniden yaratılmak isteniyor. Elimizde bu sene içerisinde birçok lisenin panolarına asılmış, hatta broşür olarak öğrencilere dağıtılmış ve yukarıda bahsettiğimiz neo-liberal dönüşüme ışık tutacak niteliğe sahip iki adet poster bulunuyor. Bunlardan birincisi sağ tarafta gördüğünüz posterdir.

“Reklamları Zaplamayan Liseliler Buraya Baksın!” bir eğitim uygulamasıdır. Bu uygulamaya katılan öğrenciler üniversite hocaları tarafından verilen ADV 101 “Pazarlamaya Giriş” ve ADV 102 “Reklama Giriş” başlıklı derslere girmektedirler. Liselerin işlevi burada bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmektedir; büyük burjuvazi adına kapitalist ekonomiyi ve sömürüyü, tüketim toplumunun normlarını sanki en doğal ve alternatifi olmayan “gerçekler”miş gibi öğretmek. Egemen sınıfın, kendi ahlakına ve değerlerine uyumlu davranılmasına yönelik olarak liselere biçtiği yeni rol budur. Bariz bir şekilde anlaşıldığı gibi, liseli eğitimin niteliği sermayenin ihtiyaçlarına göre biçimlenmeye başlamıştır. Egemen ideoloji, “reklamları zaplamayan liseliler” istemektedir. İçinde bulunduğumuz dönemin mevcut üretim ilişkilerini kabullenmiş ve bunu içselleştirmiş öğrenci kitlelerine duyduğu açlık liselerin yeniden yapılandırılması sürecinin temel yapıtaşlarından biri olmuştur.

Yine lise duvarlarında yerini almış ve broşür olarak sınıf tahtalarına asılmış bir diğer posterimiz ise aşağıdaki gibidir.

Yukarıda “içindeki ‘ekonomist’le yüzleşmek” isteyen liseli öğrenciler “oyunlarla ekonomi dünyasını keşfe çıkmaya” davet ediliyor. Bilgi tekelini elinde bulunduran eğitim kurumları artık bilginin de sadece meta odaklı üretilmesini istiyor. Yoksulluğun kökenleri hakkında kör ve sağır bir insanı taklit eden eğitim bu taklidini azınlığın zenginliğinin nasıl korunacağını öğreterek süslerken, emeğin silahlı bir baskı aygıtı tarafından egemenlik altında tutulmasını da iktidarın dilini kullanarak meşrulaştırma yoluna gidiyor. “Biriktir! Biriktir! Kapitalistin kıblesi ve peygamberi budur!” der Marx. Bu kıble ve peygamberin düşünsel/ideolojik kurumlara ihtiyacı vardır ve bu kurumların da teorisyenlere, farklı bir ifadeyle “ekonomistlere”. Yoksa özel mülkiyet ilkelerinin savunuculuğunu kim yapacak? Bu kutsal görevi kim gerçekleştirecek ve aslında ücretli köleliğin hukuken “özgür” bir tercih olduğu kimlerin zihnine bir dogma gibi sokulacak? Mülk sahibi sınıflar mülksüzleştirilme korkusuyla daha birçok liseliyi yukarıdakine benzer “keşif”lere davet edecektir.

Varsın davet etsinler! ‘Enternasyonalist Öğrenci’ler olarak biz her ay durmadan, yorulmadan karşı-davetlerimizi oluşturacağız. Sabırla izah edeceğiz diplomalı işsizliğin ne olduğunu, kapitalist üretim tarzının neye tekabül ettiğini, sermayenin bencilce saldırılarının altında neler yattığını, liselerde neo-liberal dönüşümü, geleceğimizin olmayışını, olsa bile başkalarının omuzlarında yükseleceğini… Zihinlerimizi zincirlemeye çalışanlara karşı öğrenci hareketini sloganlarımızla, taleplerimizle, bilinçlerimizle ve sosyalizmden yana olan tavrımızla donatacağız. Sermaye ile uzlaşmayacağız ya da onu “iyileştirmeye” kalkışmayacağız. Sermaye bütün eğitim-öğretim kurumlarından kovulana kadar ve özgür bir lise yaratılana kadar mücadelemiz sürecektir.

 

CEVAP VER