Her türden sosyal seferberliğin önünde iki önemli soru durur: niçin ve nasıl mücadele etmeli? Genellikle kitleler niçin mücadele ettiğini bilir. En azından neyi istemediğini, neyi yıkmak istediğini bilir. Mevcut seferberlik içerisinde de kitleler ne için mücadele ettiğini biliyor. Gençlik başta olmak üzere bütün ülke Erdoğan’dan ve onun çevresinde bina edilen bu baskı rejiminden bıkmış durumda. Halk bu rejimden ve onu temsil eden her şeyden kurtulmak istiyor. Öte yandan kitleler nasıl mücadele edeceğini el yordamıyla bulmaya çalışıyor. Bu yazımızda nasıl mücadele etmek gerektiği sorusundan hareketle öğrenci hareketi içerisindeki kitle örgütlerini tartışmaya çalışacağız.

İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan kitlesel eylem dalgasının ilk gününden beri üniversiteli öğrenciler belirleyici bir rol oynuyor. Yüz binlerce sıra arkadaşımız anti demokratik uygulamalara, kayyumlara, polis saldırısına ve tutuklama terörüne karşı günlerdir sokakta. Bu muazzam enerji, rejimin baskısına karşı yaratıcı çözümleri ve dönüştürücü dinamiği bünyesinde barındırsa da doğru yere akmadığı sürece olumlu sonuç vermeyecek.CHP’nin daha ilk günlerden Saraçhane çağrılarını sonlandırması da bu enerjiyi bitirmeye dönük bir hamleydi. Yine de üniversite hareketi bağımsız niteliğini koruyor ve akademik boykotu sürdürüyor. Ancak bu hareket de enfeksiyona açık bir bünye misali ırkçı ve cinsiyetçi grupların kitle hareketini bölen, dostla düşmanı ayırt etmekten aciz gerici yaklaşımlarıyla zehirlenme riskiyle karşı karşıya. O zaman nasıl bir örgütlenme içerisinde yer alacağız? Irkçıları mı izole edeceğiz, yoksa biz mi kitlelerden izole olacağız?

Somut olarak çok fazla inisiyatif, örgütlenme ve dağınık öğrenci kümelenmesi söz konusu. Biz bunları bir çatı altında toplamanın, seferberliği koordine etmenin kritik olduğunu düşünüyoruz. Bu, oldukça zorlu bir görev, ancak neyse ki tarih bizimle başlamadı, geçmişin deneyimlerine göz atalım.

Daha önce bir yazımızda tarihinden ve bugünkü ihtiyaçlara verebileceği potansiyel yanıtlardan bahsettiğimiz Öğrenci Temsilcileri Kurulları (ÖTK) bugünkü görevlerin altından kalkmak için işlevsel bir araç halini alabilir. ÖTK’lar 1977’de ODTÜ’deki büyük öğrenci seferberliği ile ortaya çıkmış organlardı. Daha sonra resmi olarak tanındılar, üniversite hareketi zayıfladığı oranda ise işlevsizleştiler. Dönem dönem, öğrenci seferberlikleri arttıkça gündemimize giren kitlesel örgütlenmeler olmayı sürdürüyorlar. Bu noktada itiraz eden okurlar olabilir. ÖTK’ların kariyerist öğrenciler tarafından ele geçirilen işlevsiz yapılar olduğunu, çoğu yerde seçim bile yapılmadan atama usulü temsilci belirlendiğini, bu zamana dek öğrencilerin gerçek sorunlarına yanıt üretmediklerini düşünenler de olabilir. Ancak biz bunun değişebileceğini biliyoruz. Boğaziçi Direnişi’nin gösterdiği gibi kitlesel seferberlikler kariyerist pek çok yanılsamayı yerle yeksan etme kabiliyetine sahip. Bunun yanında mücadele tarihinden öğrendiğimiz bir ilke var; kitleler tarafından daha ileri bir formu yaratılana kadar eldeki araçlara sahip çıkmak gerekir.

Sadece öğrencilerin akademik sorunlarını değil, demokratik ve sosyal sorunlarını da ele alan bir örgütlenme hem kitlesel düzeyde meşruiyet sahibi olabilir hem de öğrencilerin kendilerini ifade edebildiği, politika yapabildiği, yan yana gelebildiği zeminler yaratabilir. Bugün için somut konuşalım; pek çok üniversitede sıra arkadaşlarımız -kayda değer ölçüde başarılı- bir akademik boykot kampanyası yürütüyor. Öne çıkan söylemler okuldan okula değişse de talepler aşağı yukarı belirgin ve aynı; kayyumların gitmesi! Bu talep, seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması kadar üniversitede söz, yetki, karar hakkının öğrencilerin ve çalışanların elinde olmamasıyla da ilgilidir. Öğrenci kulüpleri üzerindeki baskı, ders içeriklerine dönük sansür, üniversite içerisinde farklı seslerin duyulmasına dönük tahammülsüzlük… Hepsi kayyumların, üniversite öğrencilerinin karşısına diktiği setler. O zaman akademik boykotu yaparken bu uygulamalara karşı da mücadele ediyoruz. Hayatlarımıza dair her türlü kararı alma cüretini gösteren zorbaların artık bizi dikkate almalarını, söz hakkımız olmasını ve günün sonunda -yaşadığımız ülkeyi o ülkenin emekçilerinin yönetmesini istediğimiz gibi- okuduğumuz okulu da o okulun çalışanlarıyla birlikte biz yönetmek istiyoruz. İşte ÖTK’lar bunun bir aracı olabilir. Demokratik ve akademik mücadele içerisinde istemlerimizi merkezileştirecek, öğrencilerin sesi olabilecek bir yapı… Bugünkü seferberlik pek çok okulda bu ve benzeri organların tartışılmasını ve yaygınlaşmasını sağladı. Bu, oldukça olumlu bir gelişme ancak yetmez. ÖTK’ların ulusal düzeyde koordine olabildiği, tüm öğrencilerin taleplerinin ortaklaştığı bir organizasyon halen inşa edilmeyi bekliyor.

ÖTK benzeri kitle örgütlerinin inşasının yanında bir de sokağa, okula, somut duruma müdahale etmeyi gerektiren araçların önemini vurgulamalıyız. Elbette ÖTK’lar bunun kısmen aracı olabilir, ancak üniversitelerin çoğunda bu türden örgütlenmeler yok. Onun yerine seferberliğin yarattığı çeşitli inisiyatifler, örgütlenmeler var. İstanbul’da bu örgütlenmelerin buluştuğu İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu (İÜK) ismiyle kurulan yapı, bu çeşitliliği merkezileştirip koordine etmek için atılmış önemli bir adım. On binlerce öğrencinin katıldığı büyük yürüyüşler, boykotlar, çeşitli eylemler; merkezi bir koordinasyondan yoksun kaldıkça sönümlenecek, yolundan sapacak, enfeksiyon kapacaktır. Seferberliğin politik bağışıklığı için, sahada ırkçıların, cinsiyetçi söylemlerin, mülteci düşmanlarının sesini bastırmak için bu düzeyde merkezi örgütlenmeler yaratmalı, bunların kitle nezdindeki meşruiyetini koruyarak siyaset yapmalıyız. Bu tür fiili araçları öğrenci hareketinin yana yakıla ihtiyaç duyduğu ve inşa edilmesi zorunlu olan ulusal düzeydeki koordinasyonun ilk adımları olarak görmeliyiz.

İÜK deneyimi henüz çok taze ve genelleştirmek için pek sınanmadı. Kendi içerisinde çelişkili ve dağınık bir yapıya sahip. Ancak böyle girişimlerin dahi önemli olduğunu düşünüyoruz. Öğrenci kitlesi, toplumun geri kalanı gibi farklı kesimlere bölünmüşse ve içindeki geri düşüncelerle mücadele etmek istiyorsak bunun için çıplak ellerimizden fazlasına ihtiyaç var: merkezi, mücadeleci öğrenciler nezdinde meşru, ortak çıkar ve taleplerimizi savunacak seferberlik organları. İÜK deneyiminin de bu bağlamda önemli olduğunu, farklı okullardan arkadaşlarımızın katılımı ile geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mücadeleci öğrencilerin bu örgütlenmeleri taşımasının elzem olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Bu yazımızda özetle iki somut girişimin altını çizdik. Bunlardan ilki mevcut seferberliğin ve sonrasında öğrencilerin kalıcı kitle organları olmaya aday ÖTK’ların bütün okullarda işlevsel hale getirilmesi ve öğrenciler tarafından örgütlenmesi. Diğeri ise İÜK örneğinde olduğu gibi mevcut seferberliğin koordineli bir şekilde ilerlemesi için merkezileşen seferberlik organları geliştirmenin zorunluluğu… Üniversite öğrenci hareketi açısından tarihi günlerden geçiyoruz. Bu günlerin yalnızca tarihsel bir anlatıyı aşıp, geleceğe somut kazanımlar bırakması için örgütlenmeliyiz, ancak somut araçlarda, somut örgütlerde. Acil görevimiz, nüveleri açığa çıkan bu örgütleri geliştirmek.

Önceki İçerikKitlelerin içinde nasıl çalışmalı: Gençlik örgütlerinin eleştirilerine bir cevap
Sonraki İçerikTutsak öğrencileri mektupsuz bırakmayalım