Zırhlı Tren

saf heyecanın ötesinde bir ilkin anısı: mücadelenin dönüştürücü gücü

2_subat_kadikoy

 

k. armağan

öncelikle zırhlı tren’e politik yolculuğumun en önemli tecrübesini sizlere sunma imkânı verdiğinden dolayı sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. bu yazı sizlere çiçeği burnunda bir gencin politik mücadeleye olan aşkının alevlenmesine neden olmuş bir günün hikayesini aktaracak. yazıyı sonuna dek sabır sebatla, memnuniyet vaadimin getirdiği rahatlıkla okumanızı rica edeceğim.

2021 şubatının ya biri ya ikisi olacak, o sıralar üniversite sınavı hazırlığında 2 yakın arkadaş arada dertleşiyoruz, arada da soru falan soruyoruz. twitter üzerinden öğrendik ki o gün 18’de boğaziçi eylemleri var, yer kadıköy. çağrı gönderisine bakıyorum da bakıyorum, diyorum kendi kendime bu havada, bu saatte, bu iklimde (anlarsınız ya) kim boy gösterecek orada?

şimdi, tam burada bir ara verelim. 12 yıllık rekabet dolu eğitimin dişlilerinde ezilen, aynı yaşıtları gibi iki genç düşünmenizi istiyorum. sabahın köründe kalk, git, otur, gel, dinle, kalk, dön… korona döneminde bir başlarına bırakılmış diğer milyonlarca öğrenci ile beraber , kafaları stres ve vasıfsız bilgiyle dolu. öyle çok da politize halde değiller ama, ülkede hayat nereye gidiyor, kimler eziliyor, kimler aç görmek için kafalarını kaldırmaları yetiyor. ve yaşıtları gibi onlar da öfke dolu, ama imkanlar açısından görece şanslı. ben ve bir arkadaş… bu tatlı anı boyunca ‘mahmut’ demek zorundayım kendisine.

şimdi devam ediyoruz. tam o sırada mahmut yazdı, kadıköy’de eylem var diyor. hemen dönmedim. ardından bir mesaj daha geldi, bu sefer ‘büyük olursa belki arada gözükmeyiz ya’ diyor. bu sefer gelen mesaj garip hissettirdi beni: bir heyecan, titreklik, göğsümden küt küt sesler geliyor. içimde ‘yapma oğlum olan sana olur’ diyen o anaç ses, bana da ‘bu kumarı oynama’ dedirtir gibi olacaktı ki bir mesaj daha, ‘ben zaten kadıköy’deyim, bir şeyler yer gideriz’… öyle bir heyecanlandım ki, yanıma cüzdan, telefon, astım ilacı, biraz da nakit alıp fırladım dışarı. trafik, rüzgar… kadıköy’e vardım, buluştuk. anlık bir kararla ikimiz de sıcağı sıcağına ilk büyük eylemimize gidiyorduk.

buluşunca aç acına öğrenci yemeği, 2 tombik alıp bir yere oturduk, o sırada da valiliğin toplanma yasağı çıkardığını öğrendik. hem 18 yaşından küçüktük, o zamanlar koronadan dolayı para cezası kesiliyordu, hem de bu yaşta gözaltı nasıl olur onu hayal edemezdik! gaz korkusu, dayak korkusu, ailemiz ne der korkusu, bu endişelerin hepsine bir itiraz, bir burun kıvırma olarak alanda bulunma kararı aldık.

akşamımız kısa bir alanda bulunuş ve polislere görünmeden, para cezası yememeyi başararak sağ salim evlere dönmemizle son buldu. dikilmemize bile müsaade edilmemiş alanda geçen kısa zaman sonrası, ara sokaklarda bizlerin, bezirganlara başkaldıranların seslerinin yankılanmalarını başka mecralardan takip etmek zorunda kalsak da o kısa süre boyunca suratıma vuran kış rüzgarı, beraberliğin, mücadele isteğinin ve zalime olan nefret ile birlikteliğin verdiği kudret, sönmeyecek üzere olan bir ateşin kıvılcımlarını yaktı. ve yalnız ben değil, arkadaşlarım ve arkadaşlarımız değil, o günleri yakından izleyen ve aynı, biriken çaresizlik hissi ve öfkesi devrimci nefrete evrilen yüzlerce ve belki de binlerce genç bunu yaşadı. o gün ayağa kalkanlar, umutsuzluk içinde kavrulan birçok gence ve kalanına ayağa kalkacak kudreti sağladı.

bunları niçin aktardım? öfkesi ve nefreti sönmeyecek gençler şimdi bambaşka yerlerde olabilirler. ancak günü geldiğinde hem tekrardan alev alacak hem de bu devrimci potansiyeli ve bilinci diğer ezilenlere yayacak hale pek tabii gelecekler. çünkü mücadelenin kokusu bile uyarıcı, harekete geçiricidir. nerede olursanız olun, sizi doğru konuma çekecek, en azından yerini gösterecektir. bu zımbırtıya özetle, ‘mücadelenin dönüştürücü gücü’ adını verelim.

bugün ise boğaziçi direnişinin sorunları katmerlenerek artmakta, öğrenciler ise yorulmuş, bitap haldeler. yeni gelen öğrencilerin gözünden bakacak olursak kampüste bir direniş havası yok. tabii bu izlenim kampüse ayak basmayı başaranlar için mevcut, keza bir yurt problemi ile can çekişiyoruz. türkiye’nin dört bir yanından gelip yurda yerleştirilmediğinden dolayı kyk ve islami vakıfların/tarikatların önerdiği yurtlarda kalmak zorunda olan, hatta bu yurtlara bile yerleştirilmeyen öğrenciler var. dahası, boğaziçi yurt yönetmeliğini kaleme alanlara göre büyükçekmece’den, esenler’den, avcılar’dan, sancaktepe, sultanbeyli, ve hatta pendik’ten yola çıkan bir öğrenci rahatlıkla sabah 9 dersine yetişebiliyor! hepimizin altında birer audi olsa belki… tabii var olan yurtlar da sorunlardan azade değil, çünkü 6-8 kişilik havasız odalarda kavrularak uyumak zorunda olan çok sıra arkadaşımız var. e hadi diyelim güne başladık, yine de hayat normal işlememekte. kitle derslerimizin bazıları anlaşılmayan sebeplerden ötürü (örneğin açıktan muhalif bir akademisyenin dersi, yaklaşık 400-500 kişi kayıtlı) küçücük dersliklere veriliyor. upuzun yemekhane sıraları beklemekten bacak zangırdatmakta. kapı önlerindeki kimi neyden koruduğu zaten belli olmayan çevik kuvvet zaten herkesin malumu. kulüpler çoğu zaman masa açmak için bile kıvranırken islamcı-gerici muhbir kulüpler çadırlar kuruyor, turnike önlerine stantlar açıyorlar!

peki, nedir çıkış yolu? aslında bugün atıl durumda olan boğaziçi direnişinin bünyesine çoktan katmış olması gereken bir sürü yeni öğrenci var ve bu öğrenciler saydığım sorunlarla okulun kapısından girer girmez yüzleşiyor. işte ‘mücadelenin dönüştürücü gücü’ ile bir araya geliyor olması gereken bu insanlar. ancak yalnız onlar değil, hali hazırda bu direnişin içinde bulunmuş insanlar da yenileri dönüştükçe, kendileri de tekrardan süreci ilerletir hale gelecekler, yani demek istediğim: dönüşmenin sürekliliği açısından mücadeleyi sürdürmek şarttır.

Exit mobile version