Periyodik tablo, kimyasal elementlerin sınıflandırılması için geliştirilmiş tablo. Periyodik cetvelden önce de bu yönde çalışmalar yapılmış olmakla birlikte, icadı genellikle Rus kimyager Dimitri Mendeleyev‘e mal edilir. 1869‘da Mendeleyev, tabloyu, atomların artan atom ağırlıklarına göre sıralandıklarında belli özelliklerin tekrarlanıyor olmasından oluşturmuştur. Bugün periyodik tablonun 147. yaş günü olması sebebiyle, Lev Troçki’nin Mendeleyev, kimya bilimi, periyodik tablo ve Marksizm üzerine kaleme aldığı kısa bir pasajı okuyucularımızla paylaşıyoruz.

“1869’da Mendeleyev, atomun ağırlığı hakkındaki araştırma ve düşüncelerini esas alarak elementlerin periyodik sistemi denilen tablosunu düzenledi. Atomun ağırlığını daha tutarlı bir kriter olarak gören Mendeleyev, bu ağırlığa daha başka bir sürü ilişkiler de ilave ederek, elementleri belirli bir sıraya göre düzenledi ve bu düzenlemeye dayanarak, belirli bir düzensizliğin, yani bazı elementlerin noksanlığının farkına vardı.

Bu bilinmeyen elementlerin ya da Mendeleyev’in deyimiyle, kimyasal birimlerin, söz konusu düzende belirli boş yerleri doldurmaları, kısaca, elementlerin aralarındaki periyodiklik mantığını doğrulamaları gerekiyordu. Mendeleyev, kendine güvenen bir araştırma işçisine yaraşır otoriter bir davranışla, o güne dek tabiatın kapalı kalmış kapılarından birini çalmış oluyor ve içeriden bir ses cevap veriyordu: ‘Buradayız, bildin!’. Aslında onu üç ayrı ses birden karşılamıştı kapıda çünkü Mendeleyev’in işaret ettiği boşluklarda üç yeni element keşfedilmişti: Galliyum, scandiyum, germanyum.

İşte düşüncenin, analiz ve sentez işleminin harikulade bir zaferidir bu! ‘Kimyanın İlkeleri’ adlı kitabında Mendeleyev, bilimsel yaratıcılığını bütün canlılığıyla gözler önüne seriyor, bu yaratıcılığı, derin bir ırmağın üzerinden geçirilecek bir köprü projesine benzetiyor. Köprüyü kurmak için ırmağın içine girmeye ve dibine destek oturtmaya gerek yoktur, temellerden birini bir kıyıda attınız mı, sonra öbür ayağı, karşı kıyıda oturtulacak inceden hesaplanıp çizilen bir kemerle projelendirmek yeter. Bilimsel düşünüşte de aynıdır, ancak tecrübenin granitten temellerine oturabilir bilimsel düşünce. Ama bu düşüncenin genellemeleri, tıpkı köprünün kemeri gibi, tüm olgular dünyasının üstüne çıkar ve önceden hesaplanmayan bir noktada hedefine ulaşır. Bilimsel düşüncenin genellemeleri bir kehanet biçimine dönüştüğü -ve kehanet deneylerle gerçekleştiği- anda, insan düşüncesi artık en doyurucu, en haklı gururuna da erişmiş olur. Periyodik cetvele dayanarak yeni elementlerin keşfiyle kimyada da böyle olmuştur.

Sonradan, Frederick Engels üzerinde derin bir iz bırakan, Mendeleyev’in bu kehaneti 1871 yılında oldu, yani Paris Komünü denilen büyük trajedinin geçtiği yılda. Büyük kimyacımızın bu olay karşısındaki tutumu onun genellikle ‘latinciliğe’, latinciliğin gaddarlık ve başkaldırılarına karşı duyduğu düşmanlık duygularında düğümlenir. Yalnız Rusya’da ve Avrupa’da değil, dünyanın her yerinde hakim sınıfların tüm resmi düşünürleri gibi, Mendeleyev de, Paris Komünü’nün ardındaki asıl itici kuvvet nedir diye çıkıp sormamıştır kendi kendine. Eski toplumun döl yatağında gelişen yeni toplumun, eski toplumun hareket yörüngesini ‘değiştiren’ bir gezegen gibi, tıpkı Uranüs’ün yolunu değiştiren o bilinmeyen gezegen benzeri hareket ettiğini görememiştir. Ama Karl Marx gibi, bir Alman göçmeni, tüm sebepleri çözümlemiş, Paris Komünü’nün iç mekaniğini keşfetmiş, onun bilim meşalesinin ışıkları böylece bizim Ekim Devrimi’ne kadar uzanmıştır.

Kimyasal olayları açıklamak için flojiston denilen o esrarengiz cevhere başvurmakta artık çoktandır yarar görmüyoruz. Gerçekten de, flojiston hep kimyacıların cehaletini genelleştirici bir rol oynayagelmiştir. Fizyoloji alanında özel bir takım mistik cevherlere, canlı hayatın flojistonu, cevheri denilen maddelere ihtiyaç duyulduğu devirler geçmiştir.  Mendeleyev’in ‘İlkeler’inden artık kimya ve fizik hakkında, fizyolojik olayları açıklamak için yeterli bilgiler edinmiş bulunuyoruz. Bilinç dediğimiz olgu hakkında ise, ‘ruh’ diye etiketlendirilen ve reaksiyoner felsefede, tıpkı flojistonun psiko-fiziksel olaylarda oynadığı rolü oynayan bir cevhere ve öze artık ihtiyaç yok. Bizim için psikoloji, en son tahlilde fizyolojiye indirgenebilir ve o da, kimyaya, mekaniğe, fiziğe dayanıyor. Bu indirgeme olgusu, sosyal bilimler alanında flojistonun çeşitli kılıklara büründüğü, bir kez ‘tarihi görev’, bir o hiç değişmeyen ‘milli karakter’, başka bir kez de ‘ilerleme’ denilen soyut bir fikir ya da ‘kritik düşünce’ diye bir şeyin kılığına büründüğü ‘flojiston teorisi’nden daha uzun ömürlüdür, daha tutarlıdır. Bütün bu durumlarda sosyal olayları açıklamaya yarayan sosyal-ötesi bir cevheri keşfetmek için ne çabalar harcanmıştır. Hiç tekrar etmeye gerek yok ki, bu ideal cevherler, sosyolojik cehaleti örtmeye yarayan ve akıllıca kullanılan maskelerden başka bir şey değildirler. Fizyoloji nasıl hayati kuvvet kavramını, kimya nasıl flojiston cevherini reddettiyse, Marksizm de bu tarih ötesi ideal cevherleri de öylesine reddetmiştir.”

– Troçki’nin ‘Gündelik Hayatın Sorunları‘ başlıklı kitabından alınmıştır.

CEVAP VER