Yeni yılın emekçiler için en önemli yanlarından biri de gelecek yılın bütçesidir. Zira bütçe patronların iş yerlerinde sömürü yoluyla el koyduğu artı değerin haricinde devletin, büyük çoğunluğunu vergiler ile topladığı, artı değerin nasıl dağıtılacağını belirler.

Biz bu artı değeri tablolarda ve grafiklerde Türk Lirası cinsinden rakamlar olarak görürüz fakat bu artı değer aslında sanayi ve tarım işçilerinin sömürüsü ile başlayan ve sistemin devamı için gerekli sağlık, eğitim, her tür büro işçiliği ve bunun gibi diğer sektörlerdeki emekçilerin emek sömürüsü ile devam eden bir süreçten elde edilen mal ve hizmetlerdir. Bütçeyi bu açıdan düşününce bu mal ve hizmetleri üretenlerin, bunların dağıtımı üzerinde söz sahibi olmamasının ne kadar mantıksız olduğunu da fark edebiliriz. Mantıksızlıktan daha ötede bu durum devletin sınıf karakterini belirler; patronların çıkarına işleyen bir rejim çalışarak ekonomiyi yaratan insanların böyle bir konuda söz sahibi olmasına izin veremez.

Haliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapalı kapıları ardında yürütülen bütçe tartışmasına sendikalar, işçi temsilcileri veya herhangi bir emekçi kesimin sözcüsü aktif olarak katılamaz. Bütçe ayrıcalıklı devlet bürokrasisi ve bu bürokrasinin varlığının koşulu olan patronlar sınıfının çıkarlarına göre hazırlanır. Genel kaide işçiye düşenin yaşamını devam ettirebilmekten öteye gitmemesine dikkat edilmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açlık sınırının altındaki asgarî ücreti savunurken ‘beyefendiler beğenmiyor’ diyebilmesi aslında sınıfsal bir reflekstir. Devlet bütçesinden, yani vergilerimizden gelen gelirle, eski bakanlar Zafer Çağlayan ve Mustafa Elitaş’a, bakanlık görevleri bitmiş ama ayrıcalıkları bitmemiş bu insanlara koruma aracı ve aylık yakıt sağlanması da yine aynı sınıfsal tutumdur.

Şimdi önümüzdeki yılın bütçe verilerine bir göz atalım. Biz gençleri ilgilendiren en önemli kalemlerden biri elbette eğitim. Bu alandaki özelleştirmelerin ailesi birikim yapma imkânı olmayan gençlerin eğitimden tamamen soyutlanması, geri kalanının ise son derece kalitesiz bir eğitim alması anlamına geldiğini biliyoruz. Bir yandan sürekli artan nüfus, diğer yandan enflasyon, yani fiyatlardaki genel artış nedeni ile hükümetin bizlerden topladığı vergiler ile eğitim alanına bütçeye göre artan oranda yatırım yapması bir zorunluluktur. Şimdi sayılara bakalım: Eğitime 2017 senesinde 122 milyar Türk Lirası bütçe ayrılmış, bu sene ise 132,4 milyar Türk Lirası ayrılacağı söylenmiş. Eğitimin bütçeye oranı 2017 yılında %18’miş, bu sene de değişmeyerek %18’de kalacağı söylenmiş.* Kısacası eğitime yapılan yatırımlar nüfus artı karşısında yetersiz kalırken, enflasyon karşısında gerilemiş durumda. Yani bütçe büyüyor, eğitimin bütçe içindeki payı ise büyümüyor. Bu pratikte ya daha az öğretmen çalıştırmak ya da eğitim mekânlarının fizikî şartları için yapılan harcamaları kısmak anlamına geliyor.

Eğitim için yapılacak olan 132,4 milyar Türk Lirası’nın alt kalemleri de ilgiyi hak ediyor. 132,4 milyar Türk Lirası’nın 22,6 milyarı alt kalemler olarak sunulmuş durumda. Buna göre burs ve öğrenim kredisi ve taşımalı eğitim ve yemek yardımı kalemlerinin ardından özel okul eğitim ve öğretim desteği geliyor. Bu kalemin çalışma hayatındaki karşılığı asgarî ücrete işveren teşviki. Hükümet işsizliği gidermek için patronların cebine işçilerden vergi olarak topladığı parayı koyuyor. Asgarî ücretin 100 lirasını bizim vergilerimizle ödüyor. Bunu yaparken de amacının istihdamı arttırmak olduğunu savunuyor. Fakat bu teşvikin patronları daha da zengin etmekten başka bir şeye yaramadığı açık. Aynı şekilde toplanan vergiler ile nitelikli devlet okulları açmak, atanamayan öğretmenleri atamak, bu sayede öğretmensiz okul bırakmamak yerine eğitim sektöründeki patronların cebini yine verdiğimiz vergiler ile teşvik adı altında dolduruyor. Bütçeden tam 1,5 milyar Türk Lirası doğrudan patronların cebine giriyor.

Bu bütçenin işçiden yana olmadığı açık. Asgarî ücret zammı bir lütuf gibi, ekonomik büyüme bir mucize gibi sunuluyor. Gerçekte hükümet büyümek adına eğitimden sağlığa her sektörü özelleştiriyor. Bu sektörlere giren şirketler kâr oranlarını korumak adına bütün hizmetleri git gide daha kalitesiz veriyor, bünyesinde çalıştırdığı işçi sayısını giderek azaltıyor, mesai saatlerini uzatıyor, ücretleri düşürüyor. Devlet bürokrasisi ve patronlar için yapılmış bu bütçeye cevabımız bütçenin bizi temsil etmediğidir. Sendikalar, meslek odaları ve bunlar gibi kitle örgütlerinin aktif bir şekilde katılamadığı bütçe toplantılarına karşı, diplomatik ve finansal şeffaflıktan yanayız.

Önceki İçerikOkur mektubu: Bir eğitim politikası kaç defa iflas edebilir?
Sonraki İçerikİDP Gençliği: Geleceğimizi savunmak için metal işçileriyle dayanışmaya!