Recep Tayyip Erdoğan, 23 Şubat tarihinde AKP’nin 8. Olağan Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada Türkiye Yüzyılı Reform Programı kapsamında 41 maddelik ekonomik yol haritasını açıklamıştı. Bu maddeler arasından özellikle bir tanesi ise bilhassa üniversite öğrencilerini ilgilendiriyordu: Yükseköğretim sisteminde revizyona giderek üniversitelerin şehirlerle bütünleştiği, üretim süreçlerine aktif katıldığı yeni bir modelin ilanı.
Eğitim kurumlarının “üretim süreçlerine aktif katılmasının” tam olarak ne anlama geldiğine ve öğrenciler açısından ne gibi sonuçlarının olduğuna satırlarımızda sıkça yer verdiğimiz yasal çocuk işçilik merkezleri MESEM’lerden aşinayız. MESEM’lerde lise öğrencileri iş öğrenmesi ve deneyim kazanması kılıfıyla sermayenin doyumsuz kar hırsına terk ediliyor, her gün iş cinayetlerine kurban gidiyor ve denetimsizlik altında çalışıyorlar. Öğrenciler bir kez MESEM’e kayıt yaptırdıklarında açık öğretime geçerek eğitimden kopmadıkları sürece okul değiştiremiyor. Sözün özü, MESEM’lerdeki öğrencilerin kaderleri ya eğitim sürecinde ucuz ve güvencesiz işçi olmak ya da eğitimden koparılarak ucuz ve güvencesiz işçi olmakta ortaklaşıyor.
Dolayısıyla “üniversitelerin üretim süreçlerinden aktif katılımından” bahsedildiği zaman, bunun gerçek anlamının üniversite öğrencilerini geçici, örgütlenme hakkı olmayan ucuz işgücü olarak kullanmak olduğunu tahmin etmek çok da güç değil. Nitekim 4 Şubat tarihinde açıklanan İŞKUR Gençlik Programı birebir bu amaca hizmet ediyor. Bu program ile devlet üniversitesi öğrencileri haftanın 3 günü 7,5 saatlik mesailer ile; normal şartlarda üniversite emekçilerinin çalıştığı alanlarda, üniversitede çalışan en düşük maaşlı memurun aldığı ücretin yarısına istihdam edilecek. Kamu Tasarruf Tedbirleri kapsamında üniversite emekçilerinin servislerine bile göz dikildiği, kamu emekçilerinin özlük haklarının düzenli olarak geriletilmeye ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi emekçilerin sözleşmeli personel haline getirilmeye çalışıldığı bu saldırılar düzlemi sürecinde üniversitede geçici olduğu için kadro talep etmeyecek, örgütlenme hakkı olmayan ucuz işgücü haline getirilmiş öğrencilerin kamu emekçilerinin yerine ikame edilmesini öngören bu programın zamanlaması şüphesiz tesadüf değil.
Bir istihdam programı olmasının yanında İŞKUR Gençlik Programı, Türkiye’de eğitim sisteminde köklü bir dönüşüme de işaret ediyor. Bu dönüşüm en berrak haliyle programa başvuru şartlarından hane geliri şartında ifadesini buluyor. Hane geliri şartı normalde üniversite öğrencileri olarak gereksinim bursu başvurularında gördüğümüz bir madde, halbuki burada emek gücümüzü satarak para kazandığımız bir “iş ilanında” karşımıza çıkıyor. KYK burslarının okul yemekhanesinden 3 öğün beslenmemize bile imkân vermeyecek kadar düşük miktarda olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza çıkan tablo şu: Artık burs diye bir şey yok. Artık her bir üniversite öğrencisinin gerçekliği haline gelen okurken çalışma zorunluluğu çözülmeyi bırakın bizzat devlet politikası haline gelmiş vaziyette.
Kamusal eğitim almanın tek yolunun okurken bir yandan çalışmak oluşunu kabul etmiyoruz. Üniversite eğitimimizi nitelikli bir biçimde sürdürebilmemiz için KYK bursu asgari ücretin en az ⅔’üne yükseltilmeli ve burslarımıza üç ayda bir enflasyon oranında otomatik zam yapılmalıdır. Bunun yanında okullarımızda nitelikli ve ücretsiz yurt ve yemekhanelerin bulunması en doğal hakkımız.