Mart ayının ortasında mevcut pandemi Türkiye’ye de sıçradığında, başkanlık rejiminin aldığı ilk kararlardan birisi üniversiteler ile okulları kapamak ve öğrencileri evlerinden çıkmamaya çağırmak oldu. Rejimin bu stratejisi aslında ölü doğmuş bir politikaydı zira Türkiye’de öğrencilerin ağırlıklı olarak proleterleşmiş olmaları, onları bir yandan eğitimlerini sürdürmek, bir yandan da çalışmak zorunda bırakıyordu. Dolayısıyla okulları kapamak öğrencilerin geçim şartlarının iyileştirilemesine değil, aksine kötüleştirilmesine yaradı: Zira evde kalmaya çağrılan öğrenciler fiziksel olarak okuluna gitme yükümlülüğünden kurtulsa da, kirasını ödemeye ve karnını doyurmaya bir şekilde devam etmeliydi.

Bu korkunç politikanın sonucu ne oldu? Öğrencilerin önemli bir bölümü aile evlerine dönmek durumunda kaldı (özellikle de yurtlarından çıkarılanlar). İşçi ve emekçi ailelerden gelen öğrenciler, rejimin işçileri ve emekçileri nasıl sopa zoruyla da olsa işyerlerinde ve fabrikalarda tutmak için direttiğine tanıklık etti. Öğrenciler bir yandan evde tutulmaya çalışıldıkları için geçim şartlarının törpülendiğini gördü, diğer yandan da ailelerinin evlerine dönerek güvencesiz bir biçimde çalışmaya zorlanan ebeveynlerinin üzerinde ekstra bir ekonomik yük haline geldi. Böylece rejim yoksullar açısından ekonomik krizin etkilerini derinleştirici bir rol üstlendi.

Ancak anlaşılan öğrencilerin mevcut sosyal pozisyonlarına dair yetkililerde var olan algı, bu tabloyla uzaktan yakından ilgili değil. YÖK ile üniversite yönetimlerinin aldıkları kararlara bakılacak olursa öğrenciler şu an aslında bir tatilde ve evde boş boş oturmaktan başka bir işlevleri bulunmuyor. Alınan kararlar sonucu pandemi koşulları öncesi dönemde belirlenen öğretim programları aynı şekilde uygulanmakla kalmıyor, evde bolca “boş vakti” bulunan öğrencilere projeler, ödevler yağdırılmaya devam ediliyor. Bu, hem rejimin hem de bu rejimin eğitimden sorumlu kurumlarının yoksul öğrenciler kitlesiyle olan kopukluğunun trajik bir ifadesi.

Anlaşılan, çevrimiçi eğitimde izlenen politikayla, sınavların yapılmasında gösterilen ısrarla, ödevler ile projelerin öğrencilere dayatılmasıyla biçim olarak “olağan” eğitim süreci ilerletilmek isteniyor ancak takdir edilecektir ki içerik olarak bir pandeminin ortasında bulunmak ve rejimin yoksullara biyolojik bir sınıf savaşı açmış olduğunun bilinciyle savunmaya geçmek, öğrenciler açısından farklı bir politik çizginin yaratımının ihtiyacına vurgu yapıyor. Ulusal eğitim şartlar sanki olağanmış gibi davranılarak sürdürülemez. Bu, öncelikle ailelerinin ve kendilerinin can derdine düşmüş olan öğrencilere neoliberal performans ölçütlerini rekabetçi bir şekilde dayatmayı sürdürmektir. İkinci olarak da bu, eğitimi niteliksizleştirmektedir. Akademik eğitim kırılıp bükülemeyen betondan bir yapı değil, esnek bir lastiktir ve şartlara uygun biçimde bu lastiğin aldığı biçim de organize edilebilir. A durumunda verilen A eğitimini B durumuna geçildiğinde sürdürmeye çalışmak, öğrenciler ile eğitim işçilerinin ve emekçi halkın genelinin ihtiyaçlarına odaklı bir eğitim politikasının bina etme yönünde gösterilen kapasitesizliğin bir dışavurumudur. Eğer yetkililer bu kapasiteyi gösteremiyor ise, inisiyatif konunun öznelerine; yani eğitim işçileri, öğretmenler ve öğrencilere geçmeli.

Bir çerçeve çizelim: Birçok ülkede sokağa çıkma kararları uygulanıyor, her gün binlerce insan ölüyor, öğrencilerin yakınları ya virüs kapıyor ya da hayatını kaybediyor. Bazı insanlar günlerdir, haftalardır dışarıya adımını atmamış durumda. Geçimini sağlamak amacıyla çalışan öğrenciler işsiz kaldığı gibi birçoğunun ailesi de bu dönemde işlerini kaybettiler ya da kaybetme riski ile karşı karşıyalar. Oteller yerine öğrenci yurtlarının karantinaya alınacaklar için boşaltılması sebebiyle ailelerinin yanına dönmek zorunda kalan öğrenciler bilgisayar ve internet eksikliği gibi sebeplerle çevrimiçi eğitime, yani şu anda eğitim hayatına devam edemiyor. Bugünün sorunları yetmezmiş gibi yıllardır “parlak bir gelecek” vadeden kapitalizmin baş kurumlarından IMF tarafından 1929 Büyük Buhranı’ndan daha büyük bir krizin yaklaşmakta olduğu açıkça ifade ediliyor.

Kısacası, öğrenciler evlerinde kaygısız bir şekilde oturup derslerini takip etmek, ödevlerini yapmak gibi bir psikolojik lükse sahip değiller. Genel olarak çevrimiçi eğitime geçildiğinde izlenen hat ve YÖK ile üniversite senatolarının aldıkları kararlar, ortada bir pandeminin olduğu yönünde değil, öğrencilerin sanki tatilde olduğu yönünde bir anlayışla alınmış kararlar. Öğrenciler fiziksel mesafelenme yaşadıkları için onların boş zamanının nicel olarak oldukça yükseldiği yönünde bir yanılgı var. Bu da öğrencilere bindirilen iş yükünün fazlalığının meşrulaştırılması için kullanılıyor. Halbuki öğrenciler sadece öğrenci değiller. Birçoğu aynı zamanda geçimini sağlamak üzere öğrencilik haricinde bir dolu kaygıya özne oluyor. Ek olarak bu koşullar altında, öğrencilerin ailelerinin yaşam koşulları da tırpanlanıyor, işten çıkarmalar veya ücretsiz izne çıkarmalar oluyor. Bu da öğrencilerin okulda kalmalarıyla “hayata atılma” arasındaki gerilimi daha fazla hissetmelerine neden oluyor.

Bu gerilim öğrencileri psikolojik olarak yıpratıp, fiziksel olarak zorlarken, rejim öğrencileri fiziksel mesafelenmeye çağırıyor. Bunun anlamı aslında öğrencilerin sosyal, ekonomik, kültürel geçimleri ve hayatları bir krizle yoğurulurken, onların neoliberal bir tecrit altında tutulmasıdır. Sorun bu biçimiyle ortaya konmadıkça, çözüm de bulunamayacaktır. İşçi ve öğrenci gençlik psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlarıyla mücadele ederken, bir yandan da kendilerine vadedilen gelecek rüyasının nasıl baş aşağı çöktüğünü seyrediyorlar.

Şimdi bu çerçevenin içeriğine gelelim: Pandeminin isminin bile geçmediği koşullarda, meşhur ancak hatalı tabirle “normal” zamanlarda hazırlanan ve uygulanan ders programlarının hala devam ettirilmesi gerektiği düşünülmekte ve öğrenciler eskisinden daha yoğun bir ders programıyla karşı karşıya bırakılmaktalar. YÖK’ün algısına göre sorun altyapı eksiklikleri ve pandemi koşulları değil, öğrencilerin performansı. Lisans ve lisansüstü öğrencilerin kayıtlarını dondurabilecekleri söylenirken ifade edilen şuydu: “Yalnızca sosyal hayattan değil aynı zamanda eğitim hakkından da tecrit edilmiş durumdasınız.” Rejimin yönetemediği bir krizin faturası, neden öğrencilere hayatlarından bir dönem kaybedecekleri şekilde kesiliyor, bunu sormak önemli.

Öğrenciler, rejimin eğitim politikalarının kendilerine tatildeymiş gibi davranmasına tahammül etmek zorunda değil. Bu perspektif dahilinde geleceğimizin korunması uğruna bir alternatifin bina edilmesini şart görüyoruz. Bu yönde atılacak olan bir sonraki adım ne olmalı? Öncelikle birbirimize ulaşmak, birbirimizle iletişime geçmek ve temas etmek zorundayız. Neoliberal tecriti kırabilmek için içinde bulunduğumuz koşullar üzerine aramızda tartışmalı ve konuşmalıyız. Okulların bizlere önerdiklerine karşıt olarak bizlerin ne istediğini ortaya koymalı ve bunu öne sürmeliyiz.