Yazar: Yaşar Kazıcı

Her toplumun ölüm olgusuyla kurduğu ilişki, o toplumun sosyal-siyasal-kültürel yaşantısından ayrı tartışılamaz. Çünkü bu yaşantıyı oluşturan öğeler, aynı zamanda onun farklı olaylar karşısında vereceği tepkiyi belirleyen, sosyo-psikolojisini oluşturan en temel faktördür. Kürdistan’da korona meselesinin nasıl algılandığını anlamak için korona öncesini tarif etmemiz gerekiyor.

Kürt toplumunun, uzun süredir doğal ölümlerin (hastalık, biyolojik fonksiyonların tükenmesi vb.) dışında esasen ölümle kurduğu ilişki, son yüz yıldır içerisinde bulunduğu ulusal kurtuluş mücadelesi ve bunun sonuçları çerçevesinde şekillenmiştir. Toplumun ölümle kurduğu ilişki yalnızca savaşırken ölenler üzerinden değil, savaşın bir tarafı olarak yalnızca Kürt olmasından ileri gelen sivil ölümlerini de kapsayan bir zemindedir. Daha somut anlaşılması için şunları aktarmakta fayda var: Kürdistan’ın herhangi bir sokağında, mahallesinde yürürken yanınızdan hızla geçen zırhlı aracın altında can vermeniz, kimlik uygulamasına tepki gösterirken yasal mermilerle ölmeniz sokağa çıkan herkes için ihtimal dahilindedir.

Son dört yılda özellikle de yurtsever mahallelerde yaşanan sözde kaza olaylarında çocuğundan yaşlısına 35 insan yaşamını yitirdi. En son HDP Amed il binası önünde bir genç Çevik Kuvvet aracının altında kaldı. Yine Amed’in Bağlar ilçesinde, mahallesinde oyun oynarken 9 yaşında bir çocuk zırhlı araç altında kaldı ve bu çocuğun dedesi ise 2 yıl önce zırhlı araç altında kalarak can vermişti. Yine son 4 yılda 21 çocuk askeri operasyonların yapıldığı bölgelerden arta kalan cisimlerle oynarken yaşamını yitirdi, 44’ü sakat kaldı. 2015 şehir savaşlarında yüzlerce sivil insan kasıtlı bir şekilde öldürüldü, cenazesini sokaktan almak isterken öldürülenler bile oldu. Herhangi bir demokratik eylemde gösteri hakkınızı kullanırken gerçek mermilerle öldürülmeniz yine yaşanmış ve yaşanacak olan ihtimaller dahilindedir.

Daha geriye gidelim: 90’lı yıllarda insanların cansız bedenlerinin dahi bulunamadığı on binlerce karanlık cinayet işlendi. Kürt toplumunun ölümle olan ilişkisi politik olup, rejimle olan karşıtlık ilişkisi üzerinden, ulusal kurtuluş savaşının içerisinde ve bu savaşın sonuçları üzerinden gelişti. Şu an dünyayı korkutan salgının yaratacağı kitlesel ölümler, karşıdevrim salgını olarak tarif edebileceğimiz soykırımlarla, katliamlarla Kürtlerin tarihsel olarak yaşadığı bir durumdur. Dersim, Zilan, Ağrı, Roboski, Sur, Cizre bodrumları ve daha niceleri… Kürtler kitlesel olarak ölme tehlikesiyle ilk kez karşı karşıya gelmiyorlar. Ancak bu kitlesel ölümün nedeninin rejimin olmaması bir ilk. Ölümle olan tanışıklıkları itibariyle Kürt halkının bu yeni tehdidi panikle karşıladığı söylenemez. Kürdistanlılar için Türk, İran, Suriye ve Irak rejimleri altında yaşamak zaten ölüm anlamına geliyordu.

***

Şimdi meselenin güncel olan kısmına, yani insanların koronaya nasıl yaklaştığına gelelim: İlk olarak Türk tipi neoliberal başkanlık rejiminin hiçbir kurumuna, hiçbir çağrısına bu Kürt gençliği güvenmiyor; güvenmemesi de çok doğaldır, dünyanın hiçbir yerinde kendisini sömüren rejime güvenen bir halk yoktur. Güvenilmez bir rejimle karşı karşıya oldukları bu süreçte bile 8 belediyesine kayyımlar atanmasıyla pekişmiş oldu. Korona yokken bile bu kadar ölümle bizi yüz yüze bırakan bir rejim neden bizi koronadan korusun ki? Kürt halkının siyasal olarak güveneceği güç kendi politik partisidir, bilimsel açıdan ise sağlık ve meslek örgütleridir.

İkincisi, rejimin Kürdistan’a her konuda ayrımcı davrandığı gibi bu konuda da ayrımcı bir politika güttüğü ortada. Test sayısının azlığı (koskoca Amed’te sadece 500 test yapılmış!), öncesinde hiçbir altyapısı olmayan sağlık kurumları gibi örnekler belirgin bir şekilde gün yüzüne çıktı.

Üçüncüsü; halk kısa süre önce şehir savaşları gibi olağanüstü bir süreci yaşadığı için, ölümün en berbat, en acımasız halini gördüğü için ölümün böyle gelmesi hiç kimsede bir korku duygusu uyandırmıyor.

Dördüncüsü; savaşın yoğunlaşmadığı süreçlerde ise bu halkın gençliği günde 12 saat çalışmak zorunda kalıyor ve bunu da haftalık tatili, sigortası, tazminat hakkı olmadan yapıyordu; bir yandan savaşın ani öldürücülüğü ile diğer yandan da emek gücünün yok pahasına kiralanması karşılığında yoksulluk içerisinde uzun süreli ölümle yaşıyordu. İnsanlar şunu diyebiliyor: Bremin, biz zaten ölmüşüz, korona gelse nolur?” Bu bir yanıyla halkın gündelik yaşam refleksleriyle sahip olduğu olağan duygu durumunu özetlerken, diğer yandan da ölümü tiye alma noktasına gelmiş bir gerçekliğe işaret ediyor. Hem siyasal, hem de emek-yoksulluk boyutuyla o kadar şey yaşadıktan sonra, daha ne kadar kötüsü olabilir ki?

***

Kuzey Kürdistan’da koronanın başlangıcı hem resmi ticaretin yoğun yapıldığı hem de vergisiz ticaret ile geçimini sağlayan emekçilerin de gidip geldiği İran ve Güney Kürdistan sınırlarından geldi. Korona meselesi ilk açığa çıktığında resmi açıklamalardan çok önce özellikle Wan halkı tedirgindi çünkü Wan’ın komşusu olduğu İran’da koronavirüsü salgını başladığında sınır kapıları kapatılmadı, sınırda karantina önlemleri alınmadı. Aynı şekilde Güney Kürdistan’la komşu olan Şırnak gibi sınır şehirlerde de önlemler alınmadı. Türkiye’ye ise Avrupa’dan İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyükşehirlere gelenler üzerinden; Anadolu ve Karadeniz’e ise umre dönüşü gelenler üzerinden korona girmiş oldu.

Geçtiğimiz günlerde sözde tedbirler kapsamında alınan iki günlük sokağa çıkma yasağı ise Kürtler için yabancısı olmadığı bir durum. Hatta sürenin iki gün olması Kürdistan tarihinde en kısa süreli sokağa çıkma yasağı olması açısından olumlu bir gelişmedir! 2015’ten 2019’a kadarki sürede 11 ilde, 51 ilçede, rejim 369 kez resmî olarak sokağa çıkma yasağı ilan etti. Diyarbakır’da 214 kez, Mardin’de 54 kez, Hakkari’de 23 kez, Şırnak’ta 13 kez, Bitlis’te 26 kez, Muş’ta 7 kez, Bingöl’de 7 kez, Dersim’de 6 kez, Batman’da 6 kez, Elazığ’da 2 kez, Siirt’te 11 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kimi sokağa çıkma yasakları ise süresiz olup, şehirlerin diğer şehirlerle olan bağlantısı tümden koparıldı.

***

Anadille ilgili sorun bu dönemde de açığa çıktı. Kürt ulusal mücadelesinin en önemli taleplerinden olan anadilde eğitim ve bir bütün olarak kamusal hizmet alma hakkı HDP’li milletvekili Remziye Tosun’un halka Kürtçe seslenmesi sonrasında devlet mecbur kalıp Kürtçe anonslar yapmaya başladı. Uygulamayı, HDP’nin yapmasından sonra aklına getiren devletin yandaş medyası ise o süreçte Remziye Tosun’u linç etmeye kalkıştı: İşte ironi, işte yalakalık! Denebilir ki HDP’nin Kardeş Aile Kampanyası rejimin “milli dayanışma” kampanyasından, Diyarbakır Tabip Odası’nın açıklamaları Sağlık Bakanı’nın açıklamalarından daha fazla ilgi görüyor.