Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ve tutuklanması sürecinde Türkiye, uzun yıllardır karşılaşmadığı bir kitle seferberliğine sahne oldu. Bu seferberlik sırasında özel bir önem kazanan öğrenci hareketi CHP’nin seferberliği dondurma hamlelerine karşı bağımsız bir örgütlenmeyle üniversitelerde akademik boykotlar ördü, farklı üniversitelerden mücadeleci öğrencilerin bir araya geldiği kitlesel eylemler arayışına girdi. 25 Mart tarihinde İstanbul’da gerçekleşen, Maçka Parkı’ndan Şişli Belediyesi’ne yapılan kitlesel yürüyüş böyle bir zeminde vuku buldu. Bu yürüyüş, Türkiye’de son yıllarda gördüğümüz en kitlesel öğrenci eylemiydi. On binlerce öğrenci adeta sokaklardan taştı ve demokratik haklarının savunusu için saatlerce alanı terk etmedi. Yürüyüşün tüm eksikliklerine rağmen yalnızca bu gerçek bile Türkiye öğrenci hareketine damgasını vurmuştur ve eylemci tüm öğrencilerin iftihar etmesi gereken bir hadisedir.
Zırhlı Tren olarak ilk günden beri mevcut seferberliğin parçası olmaya çalıştık. Niyetimiz, seferber olan öğrenci kitlelerine doğru politikalar önermek, CHP’nin seçimlere hapsetmeye çalıştığı öfkeyi kayyum rejimini kovmaya yöneltmek için çaba göstermekti. Yakın zamanda önce DGB imzasıyla yayınlanan müstakil metinde; ardından SGDF, DÖB, Öğrenci İnisiyatifi, Gençlik Komünleri ve HDK Gençlik Meclisi imzalı ortak bir metinde birtakım eleştirilerin muhatabı olduk. Zırhlı Tren sosyalist gençlik gazetesi olarak kurum imzalarıyla dolaşıma sokulan bu metne ilişkin pozisyonumuzu ve tüm sürece dair politik ve pratik yaklaşımlarımızı açık bir şekilde ifade etmek üzere bu açıklamayı yapmaya karar verdik.
Sözlerimize şunu söyleyerek başlayalım, söz konusu yürüyüşü örgütleyenler İDP, EMEP ve MFT değildir. Eğer bu örgütlerin on binlerce öğrenciyi yürütecek bir gücü olsa idi, herhalde bugün başka bir şey konuşurduk. Söz konusu yürüyüşün örgütleyicisi, ismi geçen örgütlerin çeşitli üyelerinin okul temsilcisi olarak içinde bulunduğu (ve çoğunluk bile olmadığı), dört başı mamur olmaktan oldukça uzak, inşa aşamasındaki bir kitle örgütü nüvesi olan İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu’dur (İÜK). Bu koordinasyonun niteliğine daha sonra döneceğiz. Belirttiğimiz gerçekten yola çıkarak, on binlerce öğrencinin yürüdüğü bir eylem sırasında açığa çıkan sorunlardan üç örgütü sorumlu tutmak bize meseleye dair bir tür kavrayışsal miyopluğa düşüldüğünü hissettiriyor. Öte yandan bu grupları, kitlelerin içinde olmakla eleştirebilirsiniz. Evet, söz konusu devrimciler solun geniş kesimlerinin yüksündüğü bir şey yapmış, bir seferberlik örgütü içerisinde sorumluluk almıştır. Bugün bu sorumluluğun hesabını da verebilirler.
Seferberlik içerisinde sahada farklı tutumlar geliştiriyor olmamızın politik farklarımızdan kaynaklandığını düşünüyoruz. Bu farklar ışığında seferberliklere nasıl baktığımızı ifade edelim. Biz kitlesel eylemlerin, seferberliklerin bir grup devrimcinin ateşlemesinden değil, siyasal düzeydeki çelişkilerden zuhur ettiğini biliyoruz. Bugün yaşadığımız seferberlik bir örgütün başlattığı ya da sürdürdüğü bir eylemler silsilesi değil, yoksulluk ve adaletsizliğe itiraz eden, demokrasi talebiyle sokağa çıkan kitlelerin inisiyatifi eline aldığı gerçek bir kitle seferberliği sürecidir. Gerek düzen muhalefetinin gerek sosyalist yapıların bu seferberlik karşısında paralize olmaları bunu gözler önüne sermektedir.
Her seferberlik kendi içerisinde farklı ve genellikle geçici örgütlenmeleri yaratıp yıkabilir. İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu da bu türden bir örgütlenmedir. Böylesi örgütlenmelere yaklaşımımızı şöyle ifade edebiliriz; kitleler adına ne örgütlenme biçimleri uydurabilir ne de onlara bir örgütlenme biçimi dayatabiliriz ancak somut ihtiyaçlar doğrultusunda politik önerilerde bulunmak ve seferberlik dinamiğini bir adım ileri taşıyacak müdahalelerde bulunmak bizim asıl ‘‘sanatımızdır’’. Burada bizim için belirleyici olan farklı kesimlerden öğrencilerin ihtiyaç ve taleplerini kapsayacak bir örgütlenmenin geniş kesimleri kazanmasıdır.
Bu örgütlenmeler elbette yaptıkları çalışma doğrultusunda geçici komiteler, organlar kurabilir. Biz bu türden örgütlenmelere bütün gücümüzle katılırız. Kitle örgütlerini kendi organizasyonlarının “arka bahçesi” olarak kullanmaya çalışan anlayışlara karşı mücadele ederiz. Tam da bu yüzden beklentimiz bütün sosyalistlerin, öncü öğrencilerin bu koordinasyonlara tüm güçleriyle dahil olması, politikalarını kitlelere dışarıdan -ve sloganlar düzeyinde- değil bizzat kitlenin organlarının içinden taşımasıdır. Eylemleri sürdüren biz sosyalistler değiliz, kitleler kendi iradeleriyle bu eylemleri gerçekleştiriyor ve organlarını kuruyor. Bizler kitleleri ikame edemeyiz, onlar adına örgütler kurup kitlelerin mücadelesini onların yerine veremeyiz. Yapabileceğimiz şey kitlenin kendi organları içerisinde yer almak, buradan hareketin politikasına yön vermeye çalışmak ve hareketi hep ileri taşımanın yolunu bu organlarda kitle ile beraber aramaktır.
Genel perspektifimizin bu açıklamasının ardından eleştiri metninde geçen bazı iddialara yanıt vermek istiyoruz. Yanıt vermek istediğimiz ilk iddia eylem komitesinin “dar grupçu” olduğudur. Bu iddiayı İÜK’ün (en azından şimdilik) nasıl bir örgütlenme olduğunu açıklayarak cevaplandırmak istiyoruz. İÜK; toplam 13 üniversite içerisinde, mümkün olan en geniş öğrenci kitlelerinin katılımıyla örgütlenen forumlarda seçilen boykot komitesi üyelerinin ve oluşturulmaya çalışılan ÖTK nüvelerinin temsilcileriyle ortaya çıkmış; temel amacı her üniversitede tekil olarak yürütülmeye çalışılan boykotları ve eylemlilikleri ortak bir çatı altında toplamak olan bir koordinasyondur. Kısacası İÜK içerisinde temsiliyet okullar üzerinden belirlenmektedir, herhangi bir kurum temsiliyeti söz konusu değildir. Yoldaşlarımızın İÜK içerisindeki varlığı da meşruiyetini bahsi geçen forumlarda ve boykot komitelerinde gece gündüz, yorulmadan yürüttükleri faaliyetten almaktadır. Forumlar ve boykot komiteleri oluşturulurken mevzubahis eleştiri metni altında imzası olan arkadaşlarına; alanda ve toplantılarda, bulabildikleri her fırsatta bu forumların ve komitelerin parçası olmaları ve İÜK’ün örgütlenmesine bu şekilde dahil olmaları yönünde tavsiyede bulunan siyasetlerin “dar grupçu” olduğu iddiasının doğru olmadığını düşünüyoruz. Zırhlı Tren ve adı geçen diğer gençlik örgütlerinin üyeleri İÜK’e bizzat bu şekilde dahil olmuştur, arkadaşlarımıza önerdiğimiz şey de bundan farklı değildir. Arkadaşlarımızın bu önerimize cevabı ise; bu örgütlenmelere katılmamak, sürece koordinasyon içerisindeki örgütlü olduğunu bildikleri insanlarla birebir temas üzerinden dahil olmaya çalışmak ve bu gerçekleşmeyince İÜK’ün aldığı herhangi bir kararı dikkate almayacaklarını ve eylem çağrılarına itibar etmeyeceklerini ilan etmek olmuştur. Tüm bu yaşananların ardından arkadaşlarımızın gelmeyeceklerini ilan ettikleri eyleme bayrakları ile gelmeleri, alanda bu eylemin çağrısını kendilerinin çıktığını iddia etmeleri, eylem komitesinden hiç kimsenin böyle bir talebi olmamasına rağmen “faşist grupların eylem komitesinden uzaklaşmasını sağlamayı” kendi kendilerine görev edinmeleri, bu “görevlerini” EK içerisinde hiç kimseye bildirmemeleri ve bu “görevi” gerçekleştirecek güçlerinin olmayışını her nasıl oluyorsa eylem komitesine mâl etmeleri dar grupçuluğun anlamına dair düşündürücüdür.
Bir diğer iddia ise eylem komitesinin saldırılara karşı yeterli tepkiyi göstermediğidir. Gerçekte yaşanan, eylem komitesinin faşist saldırıya karşı gençlik örgütlerinin önünde etten duvar örmesi, en az yarım saat boyunca bu hattı koruması ve ortamı yatıştırarak güvenliği sağlamaya çalışmasıydı. Alandaki karmaşa sırasında arkadaşlarımızdan bayraklarını indirmelerini istememizin sebebi herhangi bir siyaset yasakçılığı yapmak değil, arkadaşlarımızın sayısını ve EK’nın gücünü göz önünde bulundurduğumuzda doğrudan bir çatışma durumunda güvenliklerinin sağlanamayacağına yönelik endişemizdi. Zira yalnızca faşist provokatörlerin sayısı bile alandaki örgütlü sosyalistlerden kat ve kat fazla idi, gerilimin açık bir çatışma haline dönüşmesi gerek arkadaşlarımız gerek kitlenin geri kalanı açısından korkunç sonuçlar doğurabilirdi.
Bir dönüm noktasından, Türkiye’de tek adam rejimine karşı gerçekleşen büyük bir seferberliğin ortasından geçiyoruz. Zırhlı Tren olarak biz bu seferberliğin içerisinde tüm gücümüzle var olmaya, seferberliğin sürekliliğini ve ilerleyişini sağlamaya, öğrenci hareketi içerisinde doğru hattı mümkün olan tüm araçlarla savunmaya çalışıyoruz ve buna devam edeceğiz. Diğer tüm gençlik örgütlerinden beklentimiz de siyasi pratiklerini faaliyet yürüttükleri sahada, seferberliği ilerletme hedefiyle sergilemeleridir. Zırhlı Tren olarak, pek çok arkadaşımızın, yoldaşımızın, mücadele dostumuzun tek adam rejimi tarafından tutsak edildiği, bu derece kritik ve kitlesel bir seferberliğin ortasında acil eylem programlarını ve kitle örgütlerini inşa etmeye dair bir tartışmayı ilerletmek yerine böyle bir metin kaleme almak zorunda olmaktan hicap duyuyoruz.
Bu satırları ciddiye alacak mücadele arkadaşımız sosyalistlere samimi bir çağrıyı da görev biliyoruz; gelin, kendi gövdemizin propagandasının ötesine geçelim. Gelin siyaseti, propagandayı birbirimize değil, kitlelere yapalım. Kitlelere siyaset yapmak için onların mücadele örgütlerini inşa etmesine omuz verelim. Kitleler tarih sahnesine çıktığında seferberliğin nesnel gelişimi bize kendini nasıl dayatıyorsa durumu öyle alalım, burjuva önyargılara boyun eğmiş, çelişkili ve geri bilinçlerin iyi mi kötü mü olduğu tartışmasını “ahlakçılara” bırakalım. Bizler kitlelerle birlikte yürüyelim, onların örgütlerini birlikte inşa edelim…