Bizim de parçası olduğumuz Ortadoğulu Sosyalistler İttifakı’ndan Sina Zekavat, geçtiğimiz süreçte İranlı proleterlerin grevlerine ve seferberliklerine eşlik etmiş olan, çıkardıkları yayınlar ve yazdıkları yazılarla sınıf hareketini desteklemiş olan öğrencilere karşı rejim tarafından başlatılan cadı avına dair bir metin kaleme aldı. Bu metni, yapmış olduğu enternasyonalist dayanışma çağrısına uyarak, Türkçe’ye okurlarımız için çevirdik. 

İran’da tüm ülkeyi saran işçi grevleri gündeme geldikçe, sol görüşlü öğrenciler ezilen işçilerin seslerini ve taleplerini duyurmaya devam ediyor. Öğrenciler; yıllardır şehirli orta sınıfı, sistemli bir şekilde mülksüzleştirilenlerin bölgelerinden ayıran, hükümet destekli katı merkez-çevre ilişkilerine karşı mücadelede ön saftalar. Mevzubahis bölgeler ise milli azınlıkların yaşadığı bölgeler olmakla birlikte yeni işçi hareketlerine ev sahipliği yapmakta.

Öğrencilerin en önemli desteği, ülkenin dört bir yanında ortaya çıkan grevleri kapsayan gazeteler ve iletişim platformları. Öğrenci-gazeteciler, Ahvaz’daki Haft Tapeh bölgesi gibi yerleri ziyaret edip, işçi önderlikleriyle röportaj yapıyor, grevleri belgeselleştiriyorlar. E-gazete “Gam” (Adım), böyle bir vizyon edinmiş en büyük ve en başarılı platform haline geldi. 2016 yılında ortaya çıkan gazete, Telegram gibi uygulamalar ve çeşitli sosyal medya platformlarının yardımıyla geniş bir kitleye ulaşmayı başardı. Gazete, sol perspektiften çeşitli kültürel ve politik olguları irdelerken, ekonomi-politik, felsefe, sanat üzerine eleştiriler sunuyor ve ülkedeki işçi hareketliliklerini duyuruyor.

10 Ocak günü, gazetenin kurucu üyeleri ve editörlerinden Sanaz Allahyari ve Amir Hüseyin Muhammedi Fard, güvenlik güçleri tarafından evlerinde tutuklandı ve İstihbarat Bakanlığı’na bağlı Ahvaz hapishanesine gönderildi. 4 Aralık günü ise, Tahran Azad Üniversitesi Farmasötikal Bilimler öğrencisi ve sol aktivist Asal Muhammedi, gazeteye yazdığı bir yazıdan sonra tutuklanmış; bir ay sonra kefaletle serbest bırakılmıştı. Hala duruşma gününün açıklanmasını bekliyor.

Ali Amirgoli ise son haftalarda tutuklanan dördüncü gazeteci. Dava ile ilgili bir kaynak, 16 Ocak 2019 tarihinde, Ali olduğunu iddia eden bir şahsın (Ali tutuklu olduğu sırada) babası ile iletişime geçtiğini İran İnsan Hakları Merkezi’ne belirtti.

Gam gazetesi, solcu yazarlar ve aşağıdan yukarıya yeni işçi politikaları

Sanaz Allahyari, muhasebe diplomasını Kazvin Üniversitesi’nden aldı. Amir Huseyin ise Piyam-i Nur Üniversitesi’nde antropoloji okudu. İkisi de 2006 yılında kurulan Özgürlük ve Eşitlik için Öğrenci Birliği’nin (DAAB) üyesiydi. Organizasyon sosyalist bir perspektif ile eleştiri yazıları yayımladı, işçi seminerleri düzenledi, uluslararası kadınlar günü ve 1 Mayıs gibi günleri andı. 2007 yılında organizasyon vahşice bastırıldı ve iki arkadaş bir süre hapishanede kaldı. Emir Huseyin, Aralık 2017’de tüm İran’ı saran protestolarda tutuklanmış ve sorgulanmıştı.

Bir yazısında Emir Huseyin şöyle yazdı:

Şu anda iki spontane hareket var; biri fakirlik ve baskıya karşı işçi sınıfı ve halkın mülksüzleştirilen segmentlerinin özgürlük hareketi, diğeri ise çamura saplanmış ekonomik düzenin hayata döndürülmesini amaçlayan gerici ve sağ tabanlı hareket. Mülksüzlerin spontane hareketi Orta Doğu’nun sefil yaşam koşullarına karşı bir özgürlük hareketidir; burjuva hareketinin ekonomik krize verdiği cevap ise ‘İhtişamlı günlere dönelim’ ve ‘bölgesel bütünlük’ gibi dinî nasyonalizm içerikli ve tamamen gerici sloganlar olup, verdiği tek mesaj bölgedeki insan hayatının yıkımıdır!

Ali Amirgoli, tutuklanmadan önce yazdığı son yazıda, diasporada bulunan ve İslamî Cumhuriyet rejimi değiştiğinde geri dönmeyi amaçlayan Pehlevi Hanedanlığı destekçilerine ayrıntılı bir eleştiride bulundu:

Monarşi insanlığın hastalığıdır… Reza Pehlevi ve destekçileri, İran’ın dağılmasını engellemek ve İran denen coğrafi sınırların içinde yaşayan farklı etnik ve ulusal grupların birliğinin sağlanabilmesi için ‘Kral’ denen ulusal simgeye ihtiyaç olduğunu öne sürüyor. Bütün bu toplulukların, mum ışığına tapan kelebekler gibi, Kralın etrafında uçuşacağının, ve bunun kutsal sınırlarla belirlenmiş Aryan milletini birlikte tutacağının hayalini kuruyorlar.”  

Ve yazısını şöyle bitirdi: 

Statüko destekçileri ‘sol sadece ne istemediğini biliyor, ne istediklerini kendileri de bilmiyorlar’ diyor. Bizim yönetim alternatifimiz konseylerdir. Şimdiden o güzel gözlerinde korkuyu görebiliyoruz; güçlü ve etkin bir işçi sınıfından duydukları korkuyu. Fabrikalarda işçi meclisleri, şehirlerde mahalle meclisleri. Kolektif ilişkilerin düzenlenmesi için ülke genelinde kurulacak bu konseyler için gereken temel, halkın elindedir. Halk kendi ilişkilerini düzenlemeyi herkesten iyi bilir ve kendi kendini atamış elitist liderlere ihtiyacı yoktur. Artık birkaç yılda bir bizi kimin mülksüzleştireceğini seçtiğimiz burjuva demokrasisinin afili hayaletine ihtiyacımız yok.

Asal Muhammedi, 2017’nin başında ortaya çıkan kitlesel ayaklanma günlerinde şöyle yazdı:

İslamî Cumhuriyet’in IŞİD karşısında aldığı zaferlerle kendi ile gurur duyduğu ve bölgede sağlam bir hegemonya ve pozisyonun keyfini çıkardığı sırada (büyük bir heyecan ve katılımla gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinden birkaç ay önce), 24 milyon oy ile Ruhani hükümeti ideal bir yurtiçi durumdaymış gibi görünüyor, uluslararası tansiyon azalmış (Trump ve Suudi Arabistan anlaşmazlıkları sayılmazsa) gibi duruyordu. Ama hiç beklenmedik bir anda; yoksulluğun, işsizliğin, yüksek enflasyon oranları ve sistemli yolsuzluğun sona ermesini isteyen halk ayaklanarak hükümeti vurdu. Halkın taleplerine karşı sağır olan hükümet diğer siyasi partileri suçladı, fakat politik partilerin birleşmesi ile protestolar ‘dış güçlerin oyunu’ haline geldi. Bu bir taraftan hükümetin karşısına çıkana çaresizliğinin (inkarcılığın bir formu halinde), diğer yandan, Marx’ın sözleriyle, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların gücüne karşı inançsızlığın bir reaksiyonudur.

Sanaz Allahyari ise şöyle yazdı:

Ruhani kabinesinin kıvanç duyduğu diplomatik başarılarından biri olan nükleer anlaşma, Birleşik Devletler’in çekilmesi ile yerle bir oldu. Bu İran’ın neoliberal ekonomisinin hastalığının derinleşmesine sebep oldu. Fakat bu hastalık ne coğrafi ve iklimsel koşullardan dolayıdır, ne de bölgedeki hayata çökmüş bir virüsten kaynaklıdır. İran’ın ekonomik hastalığı yine ekonomik çelişkilerinde kök salmıştır. Kapitalist bir ekonomiyi anti-emperyalist bir kabukla örtemezsiniz. Neoliberal poliçeleri ‘yoksullara yardım’ adı altında yürürlüğe koyup çelişkiler altında ezilen halktan işbirliği bekleyemezsiniz. Hükümet halkın sokağa ‘oylarım nerede’ diyerek çıkmadığını, ‘evim, ekmeğim nerede’ sloganlarıyla, haklarını talep ederek sokağa döküldüğünü biliyor. Fakat birliğin hem reformist hem principalist (radikal muhafazakar) partileri, ayaklanmaya uygulanan barbarca zulmün legalize edilebilmesi için, bu ayaklanmanın ABD ve müttefikleri tarafından organize edilen bir ‘oyun’ olduğunda mutabık.

Birine saldırı herkese saldırıdır

Gam gazetesi, hem kapitalist açgözlülüğü, hem de zulmü ve militarizmi (yurtiçi veya dış emperyal güçler tarafından) reddederek oluşan üçüncü yolun temsilcisi aşağıdan yukarı politikalarının bir örneğidir.

Solcu öğrencilere karşı baskı ve tutuklamalar, sadece ulusal işçi ayaklanmaları evrimini tamamlayana dek sürebilir. Anti-otoriter ve insandan yana sosyalistler onların sesi olmalı ve rejimin saldırılarının, bir enternasyonal tepki olmadan devam etmesine izin vermemelidir. İran’da işçilere, kadınlara, öğrencilere ve baskılanan azınlık hareketlerine karşı saldırılar hem Orta Doğu’da hem de tüm dünyada daha iyi bir gelecek için mücadele eden her sese karşı gerçekleşen saldırılardır.

Sina Zekavat

24 Ocak 2019